Risale-i Nur Mesleğinde Dost, Kardeş, Talebe kime denir?
DKM Üniversite Seminerlerinde geçtiğimiz hafatanın konusu “Nur Mesleğinin dairesi”ydi
Ömer Faruk Kaya’nın haberi
RİSALEHABER - Diyarbakır Kültür Merkezi üniversite seminerini geçtiğimiz hafta, Mustafa Nacir sundu. “Nur Mesleğinin Dairesi” konusunu Nacir; “Risale-i Nur’un Kur’anın En Parlak Bir Mucizesi Olması”, “Risale-i Nur’un Herkese Hitap Etmesi” ve “Dost-Kardeş-Talebe” başlıkları altında topladı. Giriş kısmında “Meslek” ve “Meşrep” kavramları üzerinde durdu. Başlıklardan bazı notlar ise şu şekilde:
1) Risale-i Nur’un Kur’anın En Parlak Bir Mucizesi Olması
Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar geçen sürede Kur’an kendini muhafaza etmiş adeta “zaman ihtiyarlandıkça Kur’an gençleşmiştir.” Her asırda kendini gösteren ve tekrar nazil olmuşçasına tazeliğini koruyan Kur’an, acaba asrımızda kendini nasıl muhafaza ediyor?
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Birinci Dünya Savaşından önce gördüğü rüyada; Ağrı Dağının müthiş bir şekilde patladığını müşahede etmiş ve yanında gördüğü merhum validesine “Ana korkma; Cenab-ı Hakkın emridir. O Rahim’dir ve Hâkim’dir.” demiştir. Birden mühim bir zat O’na “İcaz-ı Kur’anı beyan et!” diyerek amirane bir hitapta bulunmuştur. O anda uyanan Bediüzzaman büyük bir infilak ve inkılaptan sonra Kur’anın etrafındaki surların yıkılacağını dine hücum edildiği hengamda Kur’anın i’cazının onu doğrudan doğruya muhafaza edeceğini anlamıştır. Ve bu manada bir tefsiri yazmak vazifesinin kendisine verildiğini fark emiştir. Kaderin bir cilvesidir ki daha sonra telif ettiği Risale-i Nur eserlerinde çok yerde Risale-i Nur’un Rahim ve Hakim isimlerine mazhar olduğunu belirtmiştir. Risale-i Nur mesleğindeki Şefkat Rahim ismine ulaştırırken akla hitap eden tefekkür ise Hakim isminin en güzel tecellilerinden biridir.
Bediüzzaman’ın belirttiği gibi Kur’an’ın etrafında bir sur diyebileceğimiz tekkelerin, zaviyelerin kapatıldığı, halifelik makamının tar-u mar edildiği bir ortamda Risale-i Nur eserleri telif edilmiştir.
İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki (r.a) imana dair bir meselenin izah ve inkişafının binlerce keramete ve ezvaka tercih edileceğini belirtmiştir. Ayrıca “Mütekellimînden ve ilm-i Kelâm ülemasından birisi gelecek, bütün hakaik-i imaniye ve İslâmiyeyi delail-i akliye ile kemal-i vuzuh ile isbat edecek” demiştir. Zaman isbat etti ki: O adam, adam değil, Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur içinde bir saati bir sene nafile ibadete denk gelebilecek tefekkür-ü imaniyi barındırmaktadır.
Güneş bir aynada yansıdığı zaman yansıyan şey bizatihi güneş değildir. Fakat güneşin hususiyetlerini gösterir. Risale-i Nur da pek çok hem metod hem de hususiyetleri itibariyle tefsiri olduğu Kur’an’a ayinedarlık ediyor.
2) Risale-i Nur’un Herkese Hitap Etmesi
“Zaman iman kurtarmak zamanıdır” formülü çerçevesinde kaleme alınan Risale-i Nur bu zamanın manevi ihtiyaçlarına tatminkâr cevaplar veriyor. Risale-i Nur’un iman meselesine bu kadar ehemmiyet vermesinin sebepleri vardır. Çünkü asrımızda imana daha önce hiç görülmemiş biçimde saldırılar söz konusudur. Eskiden toplumda büyük ölçüde teslimiyete dayalı bir iman anlayışı hâkim olup büyük zatların sözleri delilsiz kabul görürken, günümüzde fen ve felsefeden gelen şüpheler imana zarar verecek boyuta ulaşmıştır. İşte nur müellifi ilhamı doğrudan Kura-an’dan alarak neşrettiği Risale-i Nur eserleriyle bütün bu zararları bertaraf etmiştir.
Haşir kader, melaikelerin varlığı gibi imani meselelerin de nakli olduğu ispat edilemeyeceği yolundaki iddialar Bediüzzaman hazretlerine ulaşmıştır. Bediüzzaman bu iddialar karşısında “Bütün ahkâm-ı şer'iye ve hakaik-i imaniye aklîdir. Aklî olduğunu isbata hazırım. " demiş ve Risale-i Nur'da isbat etmiştir. Çünkü bu asırda akıl hükmetmektedir ve çağın tefsiri de akla hitap etmelidir.
Bediüzzaman Risale-i Nurları en evvel kendi nefsini muhatap alarak kaleme almıştır. “nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez” prensibiyle yazılan Risalelerde Hatta kendi tabiriyle “ruhumda tevellüd eden bir hacete binaen ani ve def-i olarak ihsan edilmiş” dediği meseleleri dostları gördükleri vakit “Şu zamanın yaralarına devadır” demişlerdir.
Risale-i Nur neşredildikten sonra toplumun çok farklı kesimlerinden insanlar Risale-i Nur talebesi olmuştur. Bunlardan bazılarını yetmiş seksen yaşındaki dedeler, nineler bazılarını doktorlar, bazılarını avukatlar, bazılarını köylüler, çocuklar ve daha sayamadığımız nice insanlar oluşturmuştur.
Diğer konularda olduğu gibi bu özellik de Kur-an-ı Kerim’in Risale-i Nura bir yansımasıdır. Kur-an büyük bir sofradır bütün insanlık bu sofradan nasibini alır. Mesela Kur-an’da “el muflihun” (felaha erenler ) tabiri geçer. Risale-i Nur’da bu tabir tefsir edilirken “Ey Müslümanlar, müjde size! Ey müttakî, sen Cehennemden felâh bulursun. Ey salih, sen Cennete felâh bulursun. Ey ârif, sen rıza-i İlâhîye nail olursun. Ey âşık, sen rüyete mazhar olursun. " Şeklinde tefsir edilmiştir. Umumi olan Kur-an tabirlerinin aslında her tabakadan insana hitap ettiği görülmektedir. Risale-i Nur Halil İbrahim sofrası gibi her kesimden misafiri kabul etmiştir. Hastalar Risalesi, İhtiyarlar Risalesi, Hanımlar Rehberi, Gençlik Rehberi gibi farklı isimlerde risalelerin varlığı buna delildir
Tabi ki farklı kesimlere hitap ederken hitap edilen kesimlerin farklılığı da göz önünde bulundurulmuştur. Konuları itibarıyla Risale-i Nur bütün insanları ilgilendirmekle beraber insanların kavrama seviyeleri aynı olmadığından, ve her bir insan ayrı bir alem hükmünde olduğundan, farklı kesimlere hitap edilirken muhatabın ihtiyacı göz önünde bulundurulmalıdır.
Risale-i Nur’da kullanılan dilin özenle seçildiği dikkati çekmektedir. Yani; gençliğin sarhoşluğuyla ebedi genç kalacağını düşünen gençlere “sizdeki gençlik katiyyen gidecek” cümlesiyle başlayan ders verilirken, İhtiyarlara ihtiyarları en ziyade düşündüren kabir kapısının, rahmet kapısı olduğu ve i'dam kapısı olmadığını hatırlatır.
Şefkat kahramanı olarak tanımladığı hanımlara, mahpuslara, musibetzedelere kavl-i leyyin ile, yani yumuşak bir dil ile, onları incitmeyecek bir üslup kullanırken, yerine göre, kafirlere, zındıklara, zalimlere hitap ettiği zaman ise İstiklal mahkemesinden çıkarken “Zalimler için, yaşasın cehennem” ve Boğaz’ımıza ayağını basan dessas İngilizlere karşı “tükürün zalimlerin hayasız yüzüne” demekten geri durmayarak karşıdakini titreten bir tarzın takip edildiği görülmektedir.
Risale-i Nur’da imani bahislerin yanı sıra gaybi işaretlere değinilen birçok mesele de vardır. Risale-i Nur’da bu tip meselelerin herkese gösterilmesinin sakıncalı olacağı belirtilerek yer alan bazı parçalarda “Mahremdir; en has ve hâlis ve sadık kardeşlerimize mahsustur.” ibaresine yer verilmiştir. Görüldüğü gibi herkesin ihtiyacı nispetinde kendisine hakikatlerin verilmesi Risale-i Nur’da uygulanmış bir yöntemdir.
Bizler bir insanla tanıştığımızda onu bu güzel eserlerle şereflendirme isteğimiz varsa karşımızdakinin eğitim, sosyal ve anlayış yönünden özelliklerini göz önünde bulundurmamız gerekir. Aslında Allah’ın Adl isminin kainatta tecellisi de bu yönde yani her şeyin ölçülü ve olması gerektiği gibi olmasını icab etmektedir. Yaratılmış tüm mahlukların vücutları da kendi ihtiyaçlarına en uygun şekilde yaratılmıştır. Kainatın her tarafına yerleşmiş olan bu hakikatler insanlara örnek oluşturmaktadır. Risale-i Nur eserlerinde de bu ölçülere dikkat edilmiştir.
Ve Risale-i Nur bir kerameti olarak insan Risale-i Nur’a baktığı zaman adeta en çok hangi konuya ihtiyacı varsa o konu karşısına çıkabilmektedir. Hafız Ali Abi bu konuda şöyle demiştir: "Risale-i Nur’un bir kerametidir; ata et ve arslana ot atmaz. ata ot verir, arslana et verir. O arslan hocanın, en evvel İhlâs Risaleleri eline geçmiş. "
Eski alim zatların eserlerinde bu özelliği görmemiz pek mümkün değildir. İman üzerine yazılan eserlerde okuyucunun belli bir seviyede olması istenmiş ve onun mevcut imanından istifade söz konusu olmuştur. O divanlar derler ki: "Veli ol, gör; makamata çık, bak; nurları, feyizleri al. "
Risale-i Nur’da ise Kur-an’dan süzülen mûcizevi delillerle iman ispat edilmiş tahkiki imanın muhafazasına çalışılmıştır. ‘Her kim olursan gel yalnız gözünü aç hakikati gör’ denmiştir.
3) Dost - kardeş - talebe
Bediüzzaman Hazretlerinin hayatı sürgünlerde hapishanelerde ve eziyetler altında geçmiştir. Onun uzak memleketlere gönderilmesinde amaç insanlarla irtibatını koparmak unutulup gitmesini sağlamak olmuştur. Fakat düşünüldüğü gibi olmamış unutulsun diye gönderildiği her yerde insanların ilgileriyle karşılaşmış talebeleriyle mutlaka irtibat içinde olmuştur.
Bediüzzaman’ı ziyarete gelen insanlar da hiç eksik olmamıştır. Ülkenin her tarafından onu görmeye gelenler olmuştur. Bediüzzaman kendisini görmeye gelenleri iki amaca göre sınıflamıştır. Gelenlerin bir kısmının dünyevi açıdan yani dünya işleri düzelsin diye geldiklerini belirtmiştir ki kapısının bunlara kapalı olduğunu söylemiştir. Diğer kısmın ise ahiret için geldiklerini belirtmiştir. Onların dahi iki kısım olduğunu bir kısmının onun şahsını mübarek ve makam sahibi zannederek geldiklerini ve bu amaçla gelenlere kapısının kapalın olduğunu dile getirmiştir. Çünkü Üstad hayatı boyunca hep insanların şahsına yönelttiği ilgiden kaçmış kendini beğenmemiş kendisini beğenenleri dahi beğenmediğini söylemiştir. Diğer kısmın ise Kur’anın dellalı olduğu hasebiyle geldiklerini belirtmiş ve o misafirleri “ale’r-re’si ve’l-ayn kabul ediyorum” demiştir. Bu kısmı da dost, kardeş ve talebe şeklinde kategorize etmiştir.
Dost: Risale-i Nur mesleğine dost olanların özelliği Risale-i Nur’a ve yapılan iman hizmetlerine ciddi bir şekilde kalben taraftar olmak, kendine istifadeye çalışmak ve Risale-i Nur aleyhinde cereyan eden haksızlıklara ve bid’alara dalaletlere kalben karşı çıkmayı kapsamaktadır. Bediüzzaman Risale-i Nur’a dost olanların namazlarını kılıp büyük günahları işlemedikleri takdirde diğer kardeşlerle beraber duasında yer alabilecekleri müjdesini vermiştir. Dost sınıfındaki insanlar Bediüzzaman’ın şahsi ve zati şahsiyetiyle alakalı olurlar.
Kardeş: Bediüzzaman kardeş grubuna dahil olmanın şartlarını belirtirken; Risale-i Nur’un neşrine ciddi olarak çalışmayı kebairi terk edip farz namazları kılmayı ifade etmiştir.
Ayrıca dualarında birkaç defa hususi isimleriyle daha sonra da “ihveti” ve “ihvani” dediği zaman onun kazancına hissedar oldukları müjdesini vermiştir. Kardeş sınıfındaki insanlar Üstadın ubudiyet yönü ile alakadar olurlar.
Talebe: Son olarak en önemli olan talebelik için şart ise Risale-i Nur’u kendi eseri imiş gibi sahiplenerek neşrini hayatının amacı haline getirmek sayılmıştır. Talebe sınıfındakiler Üstadın Kuran’ı Hâkimin dellalı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetiyle alakadar olurlar. Talebeliğin meyvesi en büyük olduğu gibi sorumluluğu ve zorluğu en büyük olan da talebeliktir. Bir insanın hayatını tamamen Risale-i Nur hizmetine göre şekillendirmesinin kendisine sağlayacağı sayılamayacak faydalar mevcuttur. Talebelik şerefine erişenler her sabah isimleriyle bazen de hayalleriyle Üstadla beraber olarak onun sevabına hissedar olmaktadırlar. Risale-i Nur talebeleri bu yüksek hakikatleri hayatlarıyla göstermişlerdir.
“Sonra gizli düşmanlar beni zehirlediler ve Nur'un şehid kahramanı merhum Hâfız Ali benim bedelime hastahaneye gitti ve benim yerimde berzah âlemine seyahat eyledi, bizi me'yusane ağlattırdı. Lem'alar ( 265 )”
Bediüzzaman ile bu çerçevede görüşmenin insana sağlayacağı meyveler
1) Velev bir ders dahi olsa Kur’andan imani bir ders almak.
2) İbadet itibariyle Bediüzzaman’ın duasına ve sevaplarına hissedar olmak
3) Beraber dergâh-ı İlahiyeye müteveccih olup rabt-ı kalb ederek, Kur'an-ı Hakîm'in hizmetinde el-ele verip, tevfik ve hidayet istemek.
Bu nurani görüşmenin büyük meyvelerini teşkil etmektedirler. Bediüzzaman hazretleri şuan hayatta olmadığı için onunla yüz yüze görüşmemiz mümkün değildir. Fakat bizler Risale-i Nur’u okuyarak onunla görüşebilir Risale-i Nur hizmetinde görev alarak talebe olmak için gayret sarfedebiliriz.
Bediüzzaman Hazretleri Cenab-ı Hakk’a götüren yolların çok olduğunu ve bunların hepsinin hak tarikler olarak Kur’andan alındığını belirtmiştir. Fakat bunların bunların bazıları diğerlerinden daha kısa ve daha selametli olmaktadır. Diğer yollardan daha kısa ve selametli olan Risale-i Nur mesleğinin evradı sayılabilecek hususlar
İttiba-ı sünnettir, kebairi terketmek, feraizi işlemek ve bilhâssa namazı ta'dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmak ve her gün bir miktar Risale-i Nur ile meşgul olmaktır.
Kaynak: RisaleHaber.com
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.