Risale-i Nur’da Hac ve Umre’ye dair

Risale-i Nur’da Hac ve Umre’ye dair

Hac ve umre ile ilgili bahisler nerelerdir? Gitmeden veya oradayken nerelerin okunmasını tavsiye edersiniz?

Hac ve umre, külli bir ibadettir. Cihat, hicret, kurban, namaz, zikir, zekat ve sadaka, oruç ve sayamadığımız birçok ibadetin fihristi ve özeti hükmündedir.

Hac ibadeti hem mali hem bedeni olduğu için zahmetli olduğundan, ihlas noktasında daha samimi olarak durmaktadır. Bu da istifade noktasında mühimdir. Ve hactan sonra bulunduğu hâli devam ederse külli bir ubudiyet ve hakiki bir kulluk manası ihlasla kazanacağı muhakkaktır. Onun için Üstad Bediüzzaman Said Nursi, cihad gibi hac ibadetinde dahi niyetin tasarrufunun az olduğunu ve az zamanda on binlere evliya makamı verildiğini şöyle ima eder:

"Cihad, farz-ı kifayeden farz-ı ayne, belki muzaaf bir farz-ı ayn hükmüne geçmiştir. Hac ve zekât gibi, cihadda da niyetin tasarrufu azdır. Hatta adem-i niyet dahi asıl nokta-i nazarından niyet hükmündedir. Demek zıdd-ı niyet, yakînen tebeyyün etmezse, cihad şehadet-i hakikiyeyi intac eder. Zira vücub tezauf etse, taayyün eder. İhtiyarı tazammun eden niyetin tesiri azalır. Şu günahkâr millette, birdenbire onbinler evliya inkişaf ve tezahür etse, az bir mükâfat değildir." (Hutbe-i Şamiye, İkinci Zeylin İkinci Kısmı)

İslam dîninin zuhur edip âleme yayıldığı, mücadelesinin verildiği, uğruna canların feda edilip kanlar akıtıldığı mukaddes beldeleri ve muazzez İslam kahramanlarının mezarlarını, mekânlarını ziyaret etmekle hacıların gönlünde İslamı bütünüyle yaşama ve ona hizmet etmek aşk ve şevki uyanır. Onun için hacta iken oranın tarihini ve geçmiş olayları bilerek veya dinleyerek ziyaret etmenin büyük faydası ve feyzi vardır.

Hactaki her bir hareketin bir sembolü ve tarihi vardır. Bunların anlamlarının kavranıp ona göre ifa ve icra edilmesi gerekir.

Ayrıca önemli bir nokta var ki; hac ibadetinin ihmalinde, Allah'ın gazap ve kahrı celbettiğidir. Çünkü haccın en önemli noktası, İslam'ın izzet ve azametini dünyaya ilan manasıdır. Eğer bu mana olmazsa o zaman; ceza amelin cinsinden olduğundan, izzet ve galibiyet ehl-i dalalete geçer. Bu da müslümanların mağlub olması demektir.

Bundan dolayı Birinci Cihan harbinin bir manevi sebebini Üstad Bediüzzaman hac ibadeti hakkındaki ihmalimiz yüzünden olduğunu şöyle açıklamıştır:

"Rü'ya hacda sükût etti. Çünkü haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazab ve kahrı celbetti. Cezası da keffaretü'z-zünub değil, kessaretü'z-zünub oldu. Haccın bâhusus tearüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaîyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslamiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslamı, İslam aleyhinde istihdama zemin ihzar etti."

"İşte Hind, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs bîçare vâlideleri olduğunu 'ba'de harabi'l-Basra' anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. İşte Arab, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımıyarak öldürdü, şimdi vaveylâ ediyor. İşte âlem-i İslam, bayraktar oğlunu gafletle bilmiyerek öldürmesine yardım etti, vâlide gibi saçlarını çekip âh-u fîzâr ediyor. Milyonlarla ehl-i İslam, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi." (Sünuhat, Rüyanın Zeyli)

Hac ve umre ibadetinden feyz ve istifade için Risale-i Nur'dan şu yerler okunabilir...

Hac ibadetinin en büyük semerelerinden birisi, ubudiyet-i külliye manasıdır. Yani bir insanın milyonlarca hacı ile aynı ibadeti ve ameli işlemesi, insanın itikadında ve imanında müthiş bir ufku tecelliyata ve inkişafa vesile olur. Böylece cüzi ibadeti, külli ubudiyete döner ve Rububiyet-i İlahiyeye âyinedarlık eder:

"... hacc-ı şerif bil'asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasılki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat'-ı meratib etmiş bir veli gibi umum aktar-ı arzın Rabb-i Azîmi unvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir."

"Elbette hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk-ı azamet-i uluhiyet ve şeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devair-i ubudiyet ve meratib-i kibriya ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i rububiyet 'Allahu Ekber', 'Allahu Ekber' ile teskin edilebilir ve onunla o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire ilân edilebilir."

"Hacdan sonra şu manayı, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husuf küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte şeair-i İslamiyenin velev sünnet kabîlinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır." (Sözler, On Altıncı Söz)

Hacta iken telbiye getirirken şu manalar düşünülebilir. "Allahu ekber" zikrinin hacta tekrarla geçmesinin sebebi şöyle açıklanmıştır:

"Bu makam yazıldığı zaman Kurban Bayramı geldi.

" 'Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber'ler ile nev'-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden 'Allahu Ekber' dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o 'Allahu Ekber' kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmibinden ziyade hacıların Arafat'ta ve îd'de beraber birden 'Allahu Ekber' demeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın binüçyüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği 'Allahu Ekber' kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak rububiyet-i İlahiyenin 'Rabbü'l-Ardı ve Rabbü'l-Âlemîn' azamet-i unvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubudiyetle bir mukabeledir, diye tahayyül ve hiss ve kanaat ettim."
...
"Nasıl bir nefer, bayramda bir müşir ile beraber huzur-u padişaha girer; sair vakitte, zabitinin makamı ile onu tanır. Aynen öyle de; her adam haccda bir derece veliler gibi Cenab-ı Hakk'ı 'Rabbü'l-Ardı ve Rabbü'l-Âlemîn' unvanı ile tanımağa başlar. Ve o kibriya mertebeleri kalbine açıldıkça, ruhunu istila eden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine 'Allahu Ekber' ekrarıyla umumuna cevab verdiği misillü; Onüçüncü Lem'a'nın âhirinde izahı bulunan ki, şeytanların en ehemmiyetli desiselerini köküyle kesip cevab-ı kat'î veren yine 'Allahu Ekber' olduğu gibi; bizim âhiret hakkındaki sualimize de kısa fakat kuvvetli cevab verdiği misillü, 'Elhamdülillah' cümlesi dahi haşri ihtar edip ister."
(Şualar, 11. Şua, Sekizinci Meselenin Hülasası)

Hac öyle bir ibadettir ki eski peygamberlerin kitaplarında bahsedilmiştir.

"Mişail namıyla müsemma Mihail Peygamber'in kitabının Dördüncü Bâbında şu âyet var:

'Âhir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orada Hakk'a ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden orada birçok halk toplanıp, Rabb-i Vâhid'e ibadet ederler. Ona şirk etmezler.'."

"İşte şu âyet, zahir bir surette dünyanın en mübarek dağı olan Cebel-i Arafat ve orada her iklimden gelen hacıların tekbir ve ibadetlerini ve ümmet-i merhume namıyla şöhretşiar olan ümmet-i Muhammediyeyi tarif ediyor." (Mektubat, 19. Mektup, On Altıncı İşaret)

Hac, mahşerin ve ahiretin bir provası gibi imanın bu cihetini yani şuhudi imanı takviye ve teyid ediyor. Allah'ı, peygamberleri, ahireti, mahşeri, cennet ve cehennemi, hatta şeytan ve melekleri görür gibi imanı inkişaf ettiriyor. Onun için hacta tavafta Hacerülesvedi selamlarken bu mananın bir provası gibi düşünülebilir.

"...Ve şarkta namaz kılanın başını Hacerü'l-Esved'in altına koydurur. Ve şehadetlerini Hacerü'l-Esved'e muhafaza için tevdi ettirir. Madem benî-Âdem kâinatın semeresidir. Nasılki, bir harmanda başaklar döğülür; tasfiye neticesinde semereler istibka ve iddihar edilir. Binaenaleyh haşir meydanı da bir harmandır. Kâinatın başak ve semeresi olan benî Âdemi intizar etmektedir." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)

Hac ibadetinde insana kazandıran bir diğer haslet de itihad-ı İslam ve ırkçılık hastalıkları izale gibi manalardır. İnsana, takvanın üstün olduğunu ve bütün müminlerin kardeş olduğunu insana hissettir.

Bütün hacılar, amir-memur, zengin-fakir, âlim-cahil, padişah-tebaa farketmeksizin hep bir arada, aynı elbiseler içinde, aynı meydanda ve aynı saftadır. Müslümanlar orada, birbirlerinin dertlerini ve meselelerini dinler, uzaklardaki kardeşlerine selamlar gönderir. Telahuku efkar ile fikir ve manalar ve gelişmeler yayılır. Hatta "Risale-i Nur, hacılarla hariç âlem-i İslam'a yayılıyor, kendi kendini layık ellere yetiştiriyor." denilmiştir.

"-İttihad-ı İslam nedir?

-İttihad-ı İslam, şarkdan garba, cenubdan şimale mümted bir meclis-i nuranidir ki, el-an üçyüz milyondan fazla efrad bulunur ki; gafletlerinden nâşi gayr-ı meş'ur bir surete girmiş olan bir rabıta-i metin ile birbiriyle merbutturlar.

Misak-ı Ezeliye ile peyman ve yeminimiz olan iman ile o cem'iyete dâhil olmuşuz.

Ehl-i tevhidiz, ittihada memuruz.

Şu cem'iyetin şubeleri bütün mesacid ve medaris ve tekâya ve zevayadır.

Ve şu cem'iyetin reisi Resul-i Ekremdir (asm).

Kanun-u esasîsi Kur'an-ı Azîmüşşandır.

Bütün efrad mabeynindeki rabıta-i nuraniyeyi şuurî bir surette ihtizaza getirmekle, bütün o şubelere ifaza-yı nur etmek zamanı gelmiştir.

İşte kâ'be-i saadetimiz olan ittihad-ı münevver-i İslamın hacerü'l-esvedi, Kâ'be-i Mükerreme'dir...

Ve dürret-i beyzası, Ravza-i Mutahharadır.

Mekke-i Mükerremesi, Ceziretü'l-Arab'dır.

Medine-i Medeniyet-i Münevveresi, Devlet-i Osmaniyedir.

Bir zaman İslamiyetin secaya, revabıt, mehasin-i ahlâkına işareten rumuz tarîkiyle şöyle demiştim:

Eğer şu Kâbe'nin zînet ve nakşını görmek istersen, işte bak!

Hayâ ve hamiyetten neşet eden civanmerdane humret; hürmet ve rahmetten tevellüd eden masumane tebessüm; cezalet ve melahattan hasıl olan ruhanî halâvet; Aşk-ı şebabîden, şevk-i baharîden neş'et eden semavî neş'e; Hüzn-ü gurubîden, ferah-ı seherîden vücuda gelen melekûtî lezzet; Hüsn-ü mücerredden, cemal-i mücelladan tecelli eden mukaddes zînet birbiriyle imtizac edip ondan çıkan levn-i nuranî, o şark ve garbın kab-ı kavseyni olan kâ'be-i saadetteki tâk-ı muallâsındaki kavs-i kuzahındaki elvan-ı seb'anın; lacivert ve yeşil levninin timsalini göreceksin. Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizac-ı efkâr, marifetin şuâıyla olur." (Asar-ı Bediiyye, Rumuz)

Üstad'ımız hac için "din-i İslam'ın kudsî ve semavî kongresi" ifadesini kullanmıştır.

"Bu sene hacıların az olmasına çok esbab varken, yüz seksen binden ziyade hacıların o kudsî farîzayı ve din-i İslam'ın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz." (Emirdağ Lahikası-II, 75. Mektup)

Üstad'ımızın Kâbe'nin kıble olması ile ilgili bir amud-u nurani tespiti çok manidardır.

"...Hem de kıble meselesinde diyecek: 'Kıble ve Kâbe öyle bir amud-u nuranîdir ki; semavatı arşa kadar takmış ve nazmedip Küre-i Arz'ın tabakatını ferşe kadar delerek kâinatın muntazam bir amud-u nuranîsi olmuştur. Eğer gıtâ ve perde keşfolunsa, hatt-ı şakuliyle senin gözünün şuâı, namazın her bir hareketinde ayn-ı kıble ile temas ve musafaha edecektir.' " (Muhakemat, Birinnci Makale-Unsuru'l-Hakikat)

Hacta kurban kesilirken bu mana düşünülebilir. Sırat köprüsünde burak gibi bir binek mertebesi verilmesidir.

"Hem o Rahman'ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor." (Sözler, On Yedinci Söz)

Hac, ibadetinde çok fazla namaz da kılındığı için, namazla ilgili manalar istifade için okunabilir. Biz sadece bir numunesi aktaralım:

"Evet, nasılki Fatiha Kur'ana, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir. Çünkü namaz savm, hac, zekat ve sair hakikatları hâvi olduğu gibi, idrakli ve idraksiz mahlukatın ihtiyarî ve fıtrî ibadetlerinin numunelerine de şâmildir." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi 3. Ayet Tefsiri.)

Hacta Kur'an okunurken veya dinlerken Üstad'ın göstermiş olduğu şu metodla da okunabilir veya dinlenilebilir:

"Kur'an-ı Kerim okunurken istima'ında bulunduğun zaman muhtelif şekillerde dinleyebilirsin:

1. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev'-i beşere hitaben Kur'anın âyetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder.
O fem-i mübarekinden çıkar gibi dinlemiş olursun.

2. Veya Cebrail (as) Hazret-i Muhammed'e (asm) tebliğ ederken her iki Hazretin arasında yapılan tebliğ tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol.

3. Veya Kab-ı Kavseyn makamında, yetmiş bin perde arkasında Mütekellim-i Ezelî'nin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a olan tekellümünü dinler gibi hayalî bir vaziyete gir." (Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe)

Hac için ayrılan paranın ne kadar bereketli olduğunu Üstad'ımız ifade ediyor. Çünkü halis ve samimi bir niyetle genelde yapılmaktadır.

"Dârü'l-Hikmeti'l-İslamiye'de aldığım maaştan çoğunu sarfetmiştim. Az bir kısmını hacca gitmek için sakladım. O cüz'î para iktisad ve kanaat bereketiyle bana kâfi geldi. Yüz suyumu döktürmedi. O mübarek paradan biraz daha var." (Şualar, On Dördüncü Şua)

Hacta namaz kılarken veya zikrederken Nabudu nüktesinde Üstad'ın söylediği manaları düşünmek de büyük feyiz verir kanaatindeyiz. O manaların bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

"Gördüm ki; İstanbul'un bütün mescidleri, büyük bir Bayezid hükmüne geçtiler. Aynen benim gibi اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ deyip benim davalarıma ve dualarıma imza basıyorlar, âmîn diyorlar. Ve bana bir nevi şefaatçi suretini almaları içinde, hayalime bir perde daha açıldı.

Gördüm ki; âlem-i İslam, büyük bir mescid suretini aldı. Mekke, Kâ'be mihrab hükmüne geçti. Bütün namaz kılan müslümanların safları, dairevî bir tarzda o kudsî mihraba teveccüh ederek, benim gibiاِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ deyip, herbiri umum namına hem dua, hem dava, hem tasdik eder, hem onları kendine şefaatçi yapar." (Şualar, 15. Şua, Fatiha-i Şerifenin Muhtasar Bir Hülasası)

"Vaktin evvelinde, Kâbe'yi hayalen nazara almakla namaz kılmak mendubdur ki, birbirine giren daireler gibi Beyt'in etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyt'i ihata ettikleri gibi, en uzak safların da âlem-i İslamı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. Ve o saflara girmekle, o cemaat-i uzmaya dâhil olsun ki, o cemaatın icma ve tevatürü, onun namazda söylediği her davaya ve her bir sözüne bir hüccet ve bir bürhan olsun.

Meselâ: Namaz kılan اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ dediği zaman, sanki o cemaat-i uzmayı teşkil eden bütün mü'minler "Evet doğru söyledin" diye onun o sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikler, hücum eden evham ve vesveselere karşı manevî bir kalkan vazifesini görür. Ve aynı zamanda, bütün hâsseleri, latîfeleri, duyguları o namazdan zevk ve hisselerini alırlar. Yalnız musallînin Kâ'be'ye olan şu hayalî nazarı, kasdî değil tebaî bir şuurdan ibaret bulunmalıdır.

İhtar: Sath-ı Arz mescidini mütehalif ve muntazam harekâtıyla tezyin eden o cemaat-i uzmanın, satırları andıran saflarının o güzel manzarası muhafaza edilmek üzere, âlem-i misal sahifesinde kalem-i kader ile, İlahî bir fotoğrafla tersim ve terkim edilmekte olduğu ihtimal ve imkândan halî değildir."

Onda dahi; rûy-i zemin mescidinde, Kâ'be-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ dedim. Benim bu kadar şefaatçilerim var; benim namazda söylediğim herbir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar. Madem hayalen bu perde açıldı; Kâbe-i Mükerreme mihrab hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek o safları işhad edip, tahiyyatta getirdiğim, اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ olan imanın tercümanını mübarek Hacerü'l-Esved'e tevdi' edip emanet bırakıyorum derken, birden bir vaziyet daha açıldı. Gördüm ki: Dâhil olduğum cemaat üç daireye ayrıldı:

Birinci Daire: Rûy-i zeminde mü'minler ve muvahhidîndeki cemaat-i uzma.

İkinci Daire: Baktım, umum mevcudat, bir salât-ı kübrada, bir tesbihat-ı uzmada, her taife kendine mahsus salavat ve tesbihat ile meşgul bir cemaat içindeyim. "Vezaif-i Eşya" tabir edilen hidemat-ı meşhude, onların ubudiyetlerinin unvanlarıdır. O halde "Allahu Ekber" deyip hayretten başımı eğdim, nefsime baktım:

Üçüncü bir daire içinde, hayret-engiz zahiren ve keyfiyeten küçük, hakikaten ve vazifeten ve kemmiyeten büyük, bir küçük âlemi gördüm ki zerrat-ı vücudiyemden tâ havâss-ı zahiriyeme kadar, taife taife vazife-i ubudiyetle ve şükraniye ile meşgul bir cemaat gördüm. Bu dairede, kalbimdeki latîfe-i Rabbaniyem, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ o cemaat namına diyor. Nasıl, evvelki iki cemaatte de lisanım, o iki cemaat-i uzmayı niyet ederek demişti.

Elhasıl: "Na'büdü" nun'u, şu üç cemaate işaret ediyor. İşte bu halette iken birden Kur'an-ı Hakîm'in tercümanı ve mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın, Medine-i Münevvere denilen manevî minberinde, şahsiyet-i maneviyesi, haşmetiyle temessül ederek, يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمْ hitabını, manen herkes gibi ben de işitip; o üç cemaatte herkes benim gibi اِيَّاكَ نَعْبُدُ ile mukabele ediyor tahayyül ettim. اِذَا ثَبَتَ الشَّيْءُ ثَبَتَ بِلَوَازِمِه۪ kaidesince, şöyle bir hakikat fikre göründü ki:

Madem bütün âlemlerin Rabbi, insanları muhatab ittihaz edip, umum mevcudatla konuşur ve şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hitab-ı izzeti, nev'-i beşere belki umum zîruha ve zîşuura tebliğ ediyor. İşte bütün mazi ve müstakbel, zaman-ı hazır hükmüne geçti; bütün nev'-i beşer bir mecliste, safları muhtelif bir cemaat şeklinde olarak; o hitab, o suretle onlara ediliyor.

O vakit her bir âyât-ı Kur'aniye; gayet haşmetli ve vüs'atli bir makamdan, gayet kesretli ve muhtelif ve ehemmiyetli muhatabından, nihayetsiz azamet ve celal sahibi Mütekellim-i Ezelî'den ve makam-ı mahbubiyet-i uzma sahibi Tercüman-ı Âlîşanından aldığı bir kuvvet, ulviyet, cezalet ve belagat içinde; parlak, hem pek parlak bir nur-u i'cazı içinde gördüm. O vakit, değil umum Kur'an; ya bir sure yahut bir âyet, belki her bir kelimesi birer mu'cize hükmüne geçti: "Elhamdülillahi alâ nuri'l-iman ve'l-Kur'an" dedim. (Mektubat, 29. Mektup, Birinci Risale Olan Birinci Kısım)

Sorularla Risale

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.