Himmet UÇ
Saflık ve sadakat sembolü; Bayram Yüksel
Afyon’un Bolvadin ilçesinin Kemerkaya köyünde doğdu.1948’de Bediüzzaman’ın hizmetine girdi. Askerlik dönüşü Bediüzzaman “Ben seni vermeyeceğim, ben seni vermeyeceğim” der kendisine. Bediüzzaman onun köyüne iki defa gider, ikincisinde razı olur ve gelir. Bediüzzaman’ı ilk defa on altı yaşında Afyon Hapsinde görür. Emirdağ’da Salı günleri gelir Üstad’ın evini temizler, yemeğini yapar ve gider. Kore’ye gönderir Bediüzzaman onu. ilk defa Zübeyir, Ceylan ve Bayram Abi Üstadın yanında kalmaya başlarlar, ondan önce Üstad kimse ile birlikte kalmaz.
Bediüzzaman Bayram ağabey için Ceylan Abi’ye “Bayram’ı kerih görme, ileride büyük hizmet görecek. Menderes gelse Bayram’ı bana şoför olarak ver dese, Risale-i Nurları neşredeceğim” dese ben Bayram’ı vermeyeceğim” der. 27 numarada bizimle sabah eder, uyuyanları gül suyu ile uyandırırdı. Hizmete gidecek imkanların şahıslara gitmesine kızardı.
“Tuvalet temizlemek de hizmettir, yemek yapmak da“ der. Üstadın elinin öpülmesine ve yüzüne bakılmasına karşı çıktığını söyler. Hediyelere karşı bizde nefret uyandırmıştı. Kendisine hediye gelen karpuzu 15 gün bekletir ve sonra onlara yedirir, çürümüş karpuz yenmez, böylece onlara hediye almamaları konusunda ders verirdi. Bediüzzaman, bir gün eve gelen komisere “Ahmak herifler, asıl polis biziz, siz polis değilsiniz. Risale-i Nur kalplere bir yasakçıdır” dedi. Çorba, patates, yumurta ve yoğurt arada sırada da et yerdi. Yaptığım yemeği benden satın alırdı, ben yüz para isterdim, o da beş kuruş verirdi. Konya’dan gelen talebelerine “bana hizmet değil tesanüd lazımdır” der. “Kardeşim Risale-i Nur bir fabrikadır, bu fabrikada ecnebiler bile çalışır” derdi.
“Bir gün Ağlasun dağına çıkmıştık, orada yüksek bir kale vardı, oraya çıktı. Hep yüksek yerlere çıkardı. Ben o sırada Cevşen okuyor “Benim sonum ne olur, benim sonum ne olur” diye düşünüyordum. O anda Üstad ona bir şamar vurur “keçeli sen sonu düşünme senin sonun iyi olacak” der. Kardeşlere “Risale-i Nur’un şaşaalı bir devri gelecek, fakat inşallah ben görmeyeceğim. Mustafa Sungur kabrimde bana nurları okuyacak, ben temaşa edeceğim, kabrimde toprağın altında daha halisane dinleyeceğim“ derdi. Çayı kıtlama içer ve öyle içmeyi tavsiye ederdi. Limon isterdi çaya. Yoksa, limon tuzu aldırırdı. Muallim gelince muhakkak kabul eder ve ‘öğretmenin ortası olmaz, ya minarenin ucundadır veya dibindedir. Param olsaydı muallimlere hergün on altın verirdim’ der. Dindar bir muallim alayı illiyinde dinsizi de esfeli safilindedir” derdi.
Eserler yazılırken Üstad bir noktaya bakar ve “yaz kardeşim” diye başlar. Şamlı Tevfik “çok süratli söyler ve ben de süratli yazardım” der. Bir saatte yazdığı eseri bir günde temize çekemediğini söyler. Şamlı’nın eşi “Efendim bunu sana veriyorum. Bu sana yardım etsin, onun yapacağı işleri ben yaparım” der. Bediüzzaman o hanımı has talebeleri içinde sayar ve ona dua eder.
Üstad Arapça risaleleri izah ederek okur. “Risale-i Nur, Risale-i Nur’u izah etmiş” derdi. İnönü “Elli bin lira vereceğim onu zehirleyin” demiş. Bayram Abi, “Üstad’la şehrin dışına çıktığımızda, birimiz elli metre sağında, solunda, önünde, arkasında dört kişi olarak yürürdük. Kim gelse yanına sokmazdık, biz konuşurduk.
1926’da Nurun İlk Kapısı isimli eserini yazar. Barla’dan Eskişehir hapishanesine giderken eseri Sıddık Süleyman’ın tavanına saklamışlar. 1957’de kitap bulunmuş, Üstad kitabı görünce o kadar sevindi ki “Yazık, vallahi billahi böyle bir kitap olduğunu unutmuştum, çabuk bunu yazın” dedi.
Üstad Bayram Abi’nin Cevşenine yazmış, “Benimle gelen perişan kalmaz. Benimle gelen ruzi mahşerde perişan olsa o benim sırtımın yükü olsun. Yeter ki bu daireye olan ahdini bozmasın” ve “Risale-i Nur’un bir yerden biri yere götürmek on komünisti öldürmekten daha sevaptır” derdi. Bayram Abi’ye “Senin hizmetin bana dokunmuyor, Sungur ile Ceylan’ın hizmeti dokunuyor” derdi. Çünkü onlar Üstadın makamını biliyorlardı. Dua listesi beş metre boyundaydı. Ne kadar işi acele olursa olsun tesbihatı yapardı.
Dershanelere çok önem verirdi Üstad, bir deshane açıldı mı mutlaka kendi giderdi. Gidemezse bizleri gönderirdi, “o benim evimdir“ derdi. Üstad “şunu yapın bunu yapın demez şöyle yapsak nasıl olur“ diye sorardı. Ondan habersiz bir yere çıkamazdık ve konuşamazdık kimseyle, döndüğümüzde bize sual sorardı. Bir dakika boş durduğunu görmedik, ya okur ya tashih ederdi. “Tashih ederken hafızam telif anındaki gibi aynen geliyor”, “Sizin gibi gazete gibi okumadım, anlayarak okudum” derdi. Bir veya iki günde çamaşır değiştirirdi, çamaşırlarını ben yıkardım, kirli ile temizi fark edemezdim. Mübarek teri çok güzel kokardı.”
Davaya sadık kalacaklarına, meşrebe sadık kalacaklarına dair talebelerini defalarca Kur’an‘a el bastırarak yemin ettirirdi. Tarihçe-i Hayat için “on ordu kuvvetindedir, onu okumayan, bilmeyen risalelerden tam feyiz alamaz” derdi. Hemen namaza durmaz tekrar tekrar tövbe eder sonra başlardı.
Şafii olduğu halde Cuma namazına gider ve bizi de gönderirdi. “Said yaşlanmış demesinler” diye iki günde bir bazen bir günde traş olurdu. Aslına bakmadan tashih eder hiç hata yapmazdı. Barla’daki çınar ağacına çok önem verir, “Menderes şu ağacın bir dalını kessek, Risale-i Nurları bütün dünyaya dağıtacağız dese razı olmam” der ve o ağaca dua ederdi.
Üstadımız hayatta iken ne söylemişse o çıkmıştır. Kore savaşı sırasında açıkça inayet altında olduğumu gördüm, on bin Çinlinin arasında kaldım yine beni görmediler. Havan topu kafama değdi gitti başka yerde patladı. Üç şeyi sevmezdi, hastalığı, yorgunluğu ve işi havale etmeyi. Hayvanlara bakar bunlara sizin kadar önem veriyorum, derdi.
Bayram Abi “bu kitapları biz yazıyor biz okuyoruz” derdim, o da “Bu kitapları kainat okuyacak dünya devletleri Risale-i Nuru kanun olarak kabul edecekler” derdi. Ben Hüsnü Bayram ve Zübeyir Abi ile Urfa’ya gittik, aynı arabada. İpek Palas’ta herkesi kabul etti, elini öptürdü, adeta vedalaştı. Sembolik paraları bile hizmete katardı. Hiç gıybet ettirmezdi.
Dua ederken ellerini omuzlarına kadar kaldırır elleri omuzuna bakardı.
Bayram Abi 19 Kasım 1997’de Almanya dönüşü Bulgaristan’da geçirdiği bir trafik kazasında vefat etti.
24 Kasım’da Barla’ya defnedildi. Defin sırasında çok hazin haller yaşandı, gözyaşları içinde defnedildiler. Sungur Abi konuşma yaptı. Üstad’ın bir hatırasını nakletti. “Hafız Ali’yi kabirde müşahade ettim, kabir suallerine tıpkı mahkemede yaptığı müdafaalar gibi cevap veriyordu. Ayakta kollarını yukardan aşağıya, aşağıdan yukarıya baştan başa sallayarak ve işaret parmaklarını uzatarak Risale-i Nurlardan cevaplar veriyordu.” Üstad’ın da vefatında Kayalar Ağabey “Üstadın münker nekire bütün nurları birden okuduğunu” söyledi.
Allah onlara rahmet bize merhamet etsin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.