Salahattin ALTUNDAĞ
Bilim, Akıl ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk–25
"Kâinatın İlk Nefesi: Büyük Patlamadan, Yaratıcının Müdahalesine Felsefi Bir Yolculuk"
Tartışmanın son sözleri odada yankısını yitirdiğinde, sanki kâinatın kendisi bir an durup nefesini tutmuş gibiydi. Zihinlerde kıvılcımlar çakan sorular, görünmeyen bir sahnenin perdelerini aralıyor, kelimelerin ardındaki o derin sessizlik, bambaşka bir hakikatin ayak seslerini duyuruyordu. İnançlı Kişi’nin yaratıcı müdahale vurgusu ile Deist’in doğal mekanizmalar üzerine kurduğu düşünceler, bir nehir gibi farklı yataklarda akarken, bu akışın birleştiği yerde başka bir gerçeklik parıldıyordu.
Bu gerçeklik, sadece bir tartışmanın sınırlarını aşan bir şeydi. Kâinatın başlangıcına, o büyük sessizlik anına; bir düşüncenin, bir varoluşun veya belki de bir nefesin ilk kıvılcımına götüren bir çağrıydı. İnsan ruhunun binlerce yıldır cevap aradığı, “aklın” ve “vicdanın” durmaksızın sorguladığı o derin sorular, şimdi bir kez daha gündeme geliyor, fakat bu kez daha güçlü, daha berrak bir arayışla.
Kâinat... Sonsuz bir şiir gibi, her dizesinde bir sır saklayan kadim bir metin... Bir yandan düzenin matematiksel kusursuzluğu, diğer yandan entropinin kaçınılmaz dağınıklığı arasında salınan o eşsiz ritim. Ve bu ritmin içinde, her şeyin başladığı o ilk anın yankısı: Büyük Patlama’nın ilk çığlığı, enerjiden maddeye dönüşen o muazzam dans, yıldızların ve galaksilerin göz kamaştırıcı koreografisi...
Şimdi, bu devasa hikâyenin sayfalarını çevirmeye hazırlanıyoruz. Kâinatın yaratılışındaki ilk kıvılcıma, “düzenin” ve “kaosun” birlikte dans ettiği o ince çizgiye, zamanın ve mekânın doğduğu anın derinliğine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.
Bu yolculuk, sadece bir anlatı değil, aynı zamanda bir keşif, “bir hakikat” arayışıdır. Bir tohumun çatlayıp bir ağaca dönüşmesi gibi, kâinatın ilk nefesini keşfetmek için derinlere iniyoruz. Ve biliyoruz ki, bu yolculuk yalnızca dış dünyayı değil, içimizdeki sonsuzluğu da aydınlatacak.
Hakikatin izini sürenler için bir sonraki kapı aralanıyor. Bölüm başlıyor.
İnançlı Kişi: Deist arkadaşımızın ifade ettiği “doğal mekanizmalar” kavramını daha iyi anlamak için önce bunun neyi ifade ettiğini netleştirelim; Doğal mekanizmalar, kâinatın düzeninde ve işleyişinde iş gören fiziksel, biyolojik ve kimyasal süreçlerdir. Çoğu, birbiriyle bağlantılı çalıştırılır ve çevremizdeki yaşamın sürekliliği için kritik öneme sahiptir.
“Doğal mekanizmalar” dediğimiz bu süreçler oldukça geniş bir yelpazeyi kapsar[1] ve kâinatın düzeni ve işleyişinde kilit bir rol oynar (dipnotta bunların neler olduğunu yazdık).
“Doğal mekanizmalar”... Bu kavram, ilk bakışta, kâinatın işleyişini açıklamak için kullandığımız sıradan bir bilimsel terim gibi görünebilir. Ancak üzerinde biraz daha durunca, bu mekanizmaların ne kadar derin ve incelikli bir düzeni barındırdığını fark ederiz. Deist düşünce, bu mekanizmaları bir yaratıcı tarafından başlatılmış ve sonra kendi başına bırakılmış bir saat gibi görür. Ama bu düşüncenin; farkında olmadan, doğal mekanizmaların kâinatın kendi başına var olduğuna dair bir düşünceye de yol açabileceğini gözden kaçırabiliriz.
Eğer doğal mekanizmaların işleyişini daha yakından incelersek, onların aslında ne kadar olağanüstü bir uyum içinde çalıştırıldığını görebiliriz. Fiziksel, kimyasal, biyolojik ve hatta kozmolojik süreçler birbirine bağlı, sanki kâinatın her köşesi bu uyuma katkıda bulunuyor. Peki, bu işleyiş nasıl başladı? Gelin, bilimsel anlatıya göre bu süreci adım adım keşfedelim.
Kâinatın sonsuz büyüklükteki hikâyesini anlamak için, sizi zamanı ve mekânı aşan bir yolculuğa davet ediyorum. “Doğal mekanizmaların” işleyişini ve bu mekanizmaların entropi yasasıyla nasıl uyum içinde çalıştırıldığını kavrayabilmek adına, kâinatın yaratılışındaki ince ve derin planı birlikte keşfetmeye başlayacağız. Her şeyin kök saldığı o ilk kıvılcıma, kâinatın ilk nefesine doğru ilerleyelim…
“Doğal mekanizmaların” derin işleyişini ve kâinatın yaratılışındaki o eşsiz planı anlamak için, şimdi sizi tüm bu süreçlerin başladığı o ilk âna, kâinatın yaratılış yolculuğuna götürelim:
1. Büyük Patlama (Bing Bang) (Başlangıç):
"BU, ANNE KARNINDAKİ İLK HÜCRENİN BÖLÜNMESİ GİBİ."
Kâinattaki tüm varlıkların ortaya çıkışını sağlayan başlangıç aşaması, bir hücrenin bölünerek tüm organizmayı oluşturmasının ilk adımı gibi.
Kâinatın yaratılışı, Büyük Patlama (Bing Bang) ile başladı. Bu, zamanın ve uzayın ortaya çıktığı andır.[2] Daha önce ne zaman ne uzay ne de madde vardı.[3] Büyük Patlama, aynı zamanda enerjinin var olduğu andır. Bu enerji, kâinattaki tüm madde ve radyasyonun temel kaynağıydı.[4]
Zaman akmaya, uzay genişlemeye başladı. Kâinat, aşırı yoğun ve sıcak bir enerji formuyla doluydu. Ancak bu enerji, hemen bir şeylere dönüşmedi. Her şey sırasını bekliyordu.[5] Bu, anne karnındaki ilk hücrenin bölünmesi gibi, düzenli ve planlı bir yaratılışın başlangıcıydı.
2. Planck Dönemi: Kanunların Temeli:[6]
“BİR HÜCRENİN GENETİK YAPISININ YARATILIŞI.”
Bu dönem, bebeğin anne karnındaki ilk haftasında genetik kodlarının (DNA) yazıldığı ve onun tüm hayatını şekillendirecek temel bilgilerin yer aldığı andır. Her şey henüz minik, ama gelecekteki gelişimin tüm planı burada saklıdır.
YARATILIŞIN 10−43’NCÜ SANİYESİ: Kâinatın ilk anı, Planck Dönemi olarak bilinir. Bu dönem, saniyenin 10−43 gibi inanılmaz küçük bir zaman dilimidir (0.0000000000000000000000000000000000000000001 saniye).[7] Kâinatın boyutu, bir milimetrenin 10−32 kadarıdır (0.00000000000000000000000000000000001 milimetre), yani "minicik" bile diyemeyeceğimiz kadar küçüktür. Yani, kâinat bir milimetrenin trilyonlarca kat daha küçük bir kısmı kadardı.[8]
Bu dönemde fiziksel kuvvetler (kütleçekim, elektromanyetik kuvvet, güçlü ve zayıf nükleer kuvvet) birleşik bir haldeydi.[9] Bugün tabiatın işleyişini belirleyen yasaların ilk temelleri burada atıldı. “Kuantum mekaniği” ve “genel görelilik” yasalarının temeli olan bir "kuantum kütleçekimi" yaratıldı.[10]
Ancak, bu dönemde henüz madde yoktu. Sadece enerji vardı; yoğun ve düzenli bir enerji...[11]
3. Enerjiden Maddeye Geçiş:
“İLK ORGANLARIN OLUŞMAYA BAŞLAMASI.”
Bu, bebeğin anne karnında organlarının taslak hâlinde şekillendiği dönem gibidir. Hücreler belirli bir amaca yönelik olarak organize olur ve kalp, beyin gibi temel yapıların temelleri atılır.
YARATILIŞIN 10−32’NCİ SANİYESİ:[12] Zaman ilerledikçe kâinat genişledi ve soğudu. Saniyenin 10−32'inci anında, daha önce birleşik olan “fiziksel kuvvetler” birbirinden ayrılmaya başladı. İlk olarak “kütleçekim kuvveti” diğer üç temel kuvvetten ayrıldı.[13] Kütleçekimi, kâinattaki büyük yapıların oluşumunu (galaksiler, yıldızlar vb.) yöneten kuvvettir ve bu ayrılma, kâinatın gelecekteki organizasyonunda önemli bir rol oynadı. Kütleçekim kuvvetinin ayrılmasından sonra, kâinatın daha da soğumasıyla birlikte “elektromanyetik kuvvet” ve “zayıf nükleer kuvvet” de ayrılarak kendi özelliklerini kazandılar. Bu süreçte son ayrılan ise “güçlü nükleer kuvvet” oldu.[14]
Güçlü nükleer kuvvet, atom çekirdeklerini bir arada tutan ve nükleer reaksiyonlarda rol oynayan temel kuvvettir. Bu ayrılma süreçlerinin hepsi oldukça kısa zaman dilimleri içinde gerçekleşti ve kâinatta büyük bir dönüşüme yol açtı. Bu ayrılmalarla birlikte, kâinat inanılmaz bir hızla genişledi ve bu genişleme, inflasyon (ani genişleme) olarak bilinir. Infalsyon, kâinatın homojen (her yerinin aynı) ve düzenli (izotropik) bir yapıya sahip olmasını sağladı. Eğer bu genişleme olmasaydı, kâinat çok farklı bir yapıda olabilirdi.[15]
YARATILIŞIN 10−6’NCI SANİYESİ:[16] Saniyenin 10−6'sına gelindiğinde, enerji maddeye dönüşmeye başladı. “Kuarklar” ve “glüonlar” gibi temel parçacıklar yaratıldı. “Kuarklar” birleşerek “protonlar” ve “nötronlar” gibi daha karmaşık parçacıkları oluşturdu. Aynı zamanda “madde” ve “anti madde” yaratıldı, ancak “madde”, “anti maddeye” göre çok az bir üstünlük sağladı. Bu üstünlük, bugün kâinatta var olan maddenin temelini oluşturdu.[17]
4. Entropinin İlk Başlangıcı
“HÜCRESEL AKTİVİTELERİN ARTMASI.”
Bu dönem, bebeğin vücudundaki hücrelerin hızla enerji tüketerek çalışmaya başladığı ve metabolizmasının ilk işaretlerini verdiği andır. İlk düzenli enerji değişimleri (entropi) başlar.
Enerjiden madde yaratılmasıyla birlikte, enerjinin tamamıyla düzenli hali bozulmaya başladı. Kullanılan enerji, entropiye uğrayarak daha az işe yarar bir forma dönüştü. Bu, düzensizlik anlamına gelir.[18] Ancak o dönemde entropi artışı oldukça küçüktü ve kâinatın genişlemesiyle bu artış daha geniş bir zamana yayıldı.[19]
5. İlk Atomların Yaratılışı
“KEMİKLERİN VE TEMEL DOKULARIN ŞEKİLLENMESİ.”
Bu, bebeğin anne karnında kemik yapılarının oluşmaya başladığı dönemdir. Organlar ve dokular bir araya gelerek bebeğin fiziksel formunu oluşturur.
YARATILIŞIN 3. DAKİKASI:[20] Büyük Patlama'dan hemen sonra kâinat, hâlâ aşırı derecede sıcak ve yoğundu. Bu koşullar altında, protonlar ve nötronlar serbestçe hareket ediyor ve sürekli olarak çarpışıyordu. Kâinat genişledikçe ve soğudukça, protonlar ve nötronlar bir araya gelerek döteryum (hidrojenin ağır bir izotopu) çekirdeklerini oluşturmaya başladı. Döteryum çekirdekleri daha sonra helyum çekirdeklerini oluşturmak üzere birleşti. Bu süreçte az miktarda lityum ve berilyum da oluştu.
Büyük Patlama Nükleosentezi, kâinatın yaklaşık 3 dakika yaşındayken sona erdi. Bu noktada, kâinatın sıcaklığı ve yoğunluğu nükleer füzyonun devam etmesi için çok düşüktü. Bu nedenle, Büyük Patlama Nükleosentezi sırasında oluşan elementlerin oranları, kâinatın erken dönemlerindeki koşullar hakkında önemli bilgiler sağlıyor.
Kâinatın 3. dakikasına gelindiğinde, kâinatın soğumasıyla protonlar ve nötronlar birleşerek ilk atom çekirdekleri yaratıldı. Bu süreçte:
- %75 Hidrojen,
- %25 Helyum,
- İz miktarda Lityum gibi hafif elementler ortaya çıktı.
6. Kozmik Işıma ve Atomların Kararlılığı
“İLK HAREKETLER VE İLETİŞİM SİNYALLERİ.”
Bu, bebeğin ilk kez hareket etmeye başladığı andır. Anne karnında sinir sisteminin gelişimiyle ilk bilinçsiz refleksler ve sinirsel aktiviteler ortaya çıkar.
YARATILIŞIN 380,000. YILI:[21] Büyük Patlama'dan sonra, kâinat aşırı derecede sıcak ve yoğundu. Bu koşullar altında, elektronlar atom çekirdeklerine bağlanamıyordu ve serbestçe hareket ediyorlardı. Kâinat genişledikçe ve soğudukça, elektronların enerjisi azaldı ve sonunda atom çekirdeklerine bağlanabilecek kadar düştü. Bu süreç, “rekombinasyon” olarak adlandırılır.
Rekombinasyon, kâinatın tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır çünkü bu olaydan önce kâinat, ışık için opak (saydam olmayan) bir plazmaydı. Serbest elektronlar, fotonları (ışık parçacıkları) sürekli olarak saçıyordu ve bu da ışığın uzun mesafeler kat etmesini engelliyordu. Rekombinasyondan sonra, kâinat ışık için saydam hale geldi ve fotonlar serbestçe hareket etmeye başladı.
Rekombinasyon döneminde serbest kalan fotonlar, bugün hala gözlemlediğimiz “kozmik mikrodalga arka plan ışımasını” oluşturur. Bu ışıma, kâinatın erken dönemlerinden kalan bir "fosil" ışıma olarak kabul edilir ve kâinatın yapısı ve gelişimi hakkında önemli bilgiler sağlar.
7. Aktif Varlıkların Yaratılışı: Yıldızlar ve Galaksiler
“BEBEĞİN KALP ATIŞLARININ DUYULMASI.”
Bu dönem, annenin ultrasonda bebeğin ilk kalp atışlarını duyduğu andır. Kalp, bir motor gibi çalışarak tüm bedene enerji sağlar ve bebeğin yaşamını düzenler.
YARATILIŞIN 200 MİLYONUNCU YILI: Yaklaşık 200 milyon yıl sonra, kuantum dalgalanmalarından kalan yoğunluk farkları kütleçekim etkisiyle gaz bulutlarını bir araya getirdi.[22] Hidrojen ve helyum bulutları sıkışarak ilk yıldızları oluşturdu. Yıldızların çekirdeklerinde nükleer füzyon başladı. Bu yıldızlar, enerjiyi düzenli bir şekilde yayarak entropinin artışını yavaşlattı.[23]
Yıldızların birleşimiyle galaksiler yaratıldı ve kâinat düzenli bir yapı kazandı.[24]
Eğer bu noktada bir müdahale olmasaydı (yıldızlar ve galaksileri yaratmak gibi), enerji maddeye dönüşmeye devam edecek ve tüm enerji düzensizleşerek (entropi) kullanılmaz hale gelecekti. Ancak entropiyi yavaşlatmak için bu “aktif varlıklar” yaratıldı: yıldızlar ve galaksiler...
8. Yıldızların Görevi ve Elementlerin Çoğalması
“ORGANLARIN DETAYLI GELİŞİMİ VE FONKSİYON KAZANMASI.”
Bebeğin organlarının artık tam işlevsel hâle geldiği ve daha karmaşık görevleri yerine getirdiği dönemdir. Bu süreçte her organ, gelecekteki görevlerine hazırlanır.
İlk yıldızlar, çekirdeklerinde karbon, oksijen ve demir gibi daha ağır elementler üretti.[25] Büyük yıldızlar öldüğünde, süpernova patlamaları gerçekleşti. Bu patlamalar ağır elementleri uzaya yayarak yeni yıldızların ve gezegenlerin yaratılması için malzeme sağladı.[26] Böylece kâinatta oluşmakta olan entropinin yavaşlamasına devam edildi (Fakat durdurulamayacağı da bilinmeli).
9. Güneş Sistemi ve Dünya’nın Yaratılışı
“BEBEĞİN ÇEVRESİNİN OLUŞUMU.”
Bu dönem, bebeğin çevresindeki amniyotik sıvı ve plasentanın tamamen işlevsel olduğu, bebeği besleyen ve koruyan sistemlerin oluşturulduğu süreçtir.
YARATILIŞIN 4,6 MİLYARINCI YILI: Yaklaşık 4,6 milyar yıl sonra, Güneş çevresindeki gaz ve toz bulutlarının kütleçekimiyle sıkışması sonucu yaratıldı.[27]
Güneş Sistemi'nin yaratılışının ilk 100 milyon yılındaki sürecinde, güneşin etrafında dönen disklerden gezegenler şekillendi. Dünya, bu süreçte yaratıldı ve çevresi yaşamın gelişmesi için uygun koşullarla donatıldı.[28]
GÜNEŞ SİSTEMİ'NİN YARATILIŞI (kabaca şu aşamalardan geçmiştir): Güneş Sistemi, başlangıçta Güneş Bulutsusu adı verilen dönen bir gaz ve toz bulutuydu. Bu bulutsu, kütleçekim etkisiyle çökmeye başladı. Çökme sırasında, bulutsu daha hızlı dönmeye ve düzleşmeye başladı. Bulutsunun merkezinde, madde yoğunlaşarak proto-Güneş'i yaratıldı. Proto-Güneş, nükleer füzyon başlayıncaya kadar ısınmaya ve sıkışmaya devam etti.[29] Güneş'in etrafında dönen diskte, toz ve gaz parçacıkları bir araya getirilerek planetesimaller yaratıldı. Planetesimaller, kütleçekim etkisiyle birbirleriyle çarpışarak büyüdü ve “gezegenler” yaratıldı.[30]
DÜNYA'NIN YARATILIŞI: Dünya, Güneş'in etrafındaki diskte oluşan kayaç bir gezegendir. Dünya'nın ilk dönemlerinde, yoğun volkanik aktivite ve meteor bombardımanı yaşanmıştır. Zamanla, Dünya soğudu ve su buharı yoğunlaşarak okyanuslar yaratıldı. Dünya'nın atmosferi ve manyetik alanı da bu süreçte şekillendirildi.[31]
10. İlk Yaşam: Dünya’daki Mucize
“DOĞUM VE İLK NEFES.”
Bebeğin dünyaya geldiği ve ilk nefesini aldığı andır. Hayatın ilk belirtileri görünür hâle gelir ve yeni bir başlangıç yapılır.
YARATILIŞIN 3,6 MİLYARINCI YILI: Yaklaşık 3,6 milyar yıl geçtikten sonra, Dünya’daki kimyasal reaksiyonlarla ilk organik moleküller (örneğin RNA) yaratılmaya başlandı. Bu moleküllerden mikroorganizmalar oluşturuldu ve yaşam başlatıldı.[32]
Dünya, yaşamın gelişmesi için bir dizi uygun koşularla (Su, Atmosfer, Manyetik Alan, Güneş'ten Uzaklık) yaratıldı:
- Su: Su, yaşam için temel bir çözücüdür. Dünya, yüzeyinde bol miktarda sıvı suya sahip tek gezegendir.[33]
- Atmosfer: Dünya'nın atmosferi, zararlı güneş radyasyonunu engeller ve sıcaklığı düzenler.[34]
- Manyetik Alan: Dünya'nın manyetik alanı, zararlı güneş rüzgarlarından korur.[35]
- Güneş'ten Uzaklık: Dünya, Güneş'e yaşanabilir bölge olarak adlandırılan bir mesafede bulunur. Bu bölge, suyun sıvı halde kalabileceği sıcaklık aralığına sahiptir.[36]
Gördüğünüz gibi, kâinatın yaratılışına ve işleyişine baktığımızda, bir Yaratıcı’nın varlığını ve müdahalesini her an görmek mümkün. Yaratıcı kâinatta her an mucizeler yaratmış, her an mükemmel bir sanat eseri ortaya koymuş ve devam ettirmekte. Kâinat, başından sonuna kadar bir düzen, plan ve sanat eseri olarak tasarlanmış ve sürekli işleyen bir yapıya sahiptir.
Bu süreçte, başlangıçta belirli ve sabit bir enerjiyle kâinat yaratıldı ve bu enerji, tüm madde ve süreçlerin temelini oluşturdu. Ancak, enerjinin varlığı tek başına yeterli değildir; çünkü enerji, entropi yasasına uygun olarak zamanla daha düzensiz bir hâle gelir ve iş göremez bir forma dönüşür. Eğer yalnızca başlangıçtaki enerjiye bağlı kalsaydı, kâinatta yaşam daha kısa sürede sona ererdi.
Bu nedenle Yaratıcı, yalnızca başlangıçta bir plan kurmakla kalmamış, kâinatın işleyişini devam ettirmek için yıldızlar, galaksiler gibi aktif varlıkları yaratmıştır. Bu aktif varlıklar, enerjiyi düzenli bir şekilde işlevsel hâle getirerek entropinin etkisini yavaşlatır. Ancak bu varlıklar da zamanla tükenir ve enerjileri düzensiz forma dönüşür. İşte tam da bu noktada, Yaratıcı’nın müdahalesi bir kez daha ortaya çıkar: Yeni yıldızlar ve galaksiler yaratılır, düzeni devam ettirecek süreçler yeniden başlatılır. Böylece kâinatın yaratılışında “her an” yeni bir düzen, yeni bir yaratılış sergilenir.
Bu sürekli müdahaleler, kâinatın hiçbir zaman kendi hâline bırakılmadığını, aksine “her an” yeni yaratılışların var olduğunu gösterir.
Bununla beraber kâinatın yaratılışını incelediğimizde, her an ayrı ve başka bir yaratılışın sergilendiğini görmekteyiz. Yani “her an” bir işleyiş, “her an” bir aktif olma vardır. Bu dahi, yaratıcının kâinatı kendi haline bırakmadığını, “her an yeni yaratışlar” yaptığını göstermektedir. Ayrıca kâinatta sürekli yeni yaratılışlar olması, kâinatın yaratılışının henüz bitmediğini ve yaratıcının kâinatı kendi haline bırakmadığını gösterir.
Ancak elbette hem bilimsel hem de ilahi kaynakların işaret ettiği gibi, nihai sona (kıyâmet), yani bilimsel ifade ile "ısı ölümüne" doğru ilerlenmektedir. Bu kaçınılmaz son, kâinatın enerjisinin tamamen düzensiz bir forma ulaşacağı noktadır.
Kâinatın yaratılışına dair bu büyük hikâye hem başlangıçtaki muazzam planı hem de bu planın “her an” devam eden yaratılışlarla desteklendiğini açıkça göstermektedir. Bu gerçeklik, Yaratıcı’nın kâinatı asla kendi hâline bırakmadığını ve sürekli olarak yaratma sanatını sergilediğini gözler önüne sermektedir. Kâinatın her köşesinde ve her anında görülen bu yaratılışlar, Yaratıcı’nın her an bir işleyişte olduğunu ve kâinatın işleyişinin asla rastlantıya bırakılmadığını ispat etmektedir.
Sonuç olarak, açıkça görülmektedir ki, "tabiat" diye adlandırıp bir tür “ilahlık” atfettiğiniz bu düzen, aslında her an yenilenmeye ve dış müdahalelere muhtaçtır. Yıldızlar, galaksiler gibi aktif varlıklar yaratılarak bu yenilenme sağlanmaktadır. Ancak bu müdahalelere rağmen, tabiat dediğiniz bu düzen bile nihai sondan, yani "ısı ölümü"nden kaçamayacaktır.
Tabiat kanunlarının mükemmelliği, “onların sürekli bir yaratıcı tarafından gözetilmesiyle” mümkün olur.
Eğer “tabiatın” tüm bu düzeni ve işleyişi kendi başına yaptığına inanıyorsanız, ona “güç”, “kuvvet”, “irade”, “bilgi”, “akıl”, “şuur”, “hâkimiyet” ve “tasarruf” sahibi bir varlık gibi bakıyorsunuz demektir. Peki, bu durumda sormak gerekir: “Güç” ve “kuvveti” nerede? “İradesi”, “bilgisi”, “aklı” ve “şuuru” nerededir? “Hâkimiyeti” ve “tasarrufu” nerededir? Kendini bile kurtaramayan, düzensizliğe ve sona doğru sürüklenen bir düzeni “ilah” gibi görmek, hangi aklın tasdikidir, anlaşılmaz. Vicdan bunu reddetmez mi? Bilimsellik bunun neresinde? Mantığın iflas ettiği bir an değil midir? Bu, kâinatın kendi başına var olamayacağını ve düzenin, ancak “üstün bir irade” tarafından sürdürülebileceğini bir kez daha ispatlamaktadır.
Eğer bu gücü reddetmek için bir sebep varsa, bunu söyleyin. Ama bu kadar açık bir düzen ve süreklilik varken, gözlerimizi bu gerçeğe kapatmak, hakikate olan borcumuzu reddetmek olmaz mı?
İnançlı Kişi bir an durakladı, ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve odadakilere teker teker baktı. Gözlerindeki kararlılık ve ifadelerindeki açıklık, söylediklerinin derin bir inanç ve bilgiye dayandığını hissettiriyordu.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, inşallah…
[1] Örneğin:
1. Fiziksel Mekanizmalar
- Yerçekimi (Gravitasyon): Cisimleri birbirine çeken temel kuvvet.
- Isı Transferi: İletim, taşınım ve ışınım yoluyla enerji transferi.
- Suyun Döngüsü: Buharlaşma, yoğuşma, yağış ve akış süreçleri.
- Erozyon: Rüzgâr, su ve buzulların yeryüzü şekillerini aşındırması.
- Manyetik Alanlar: Dünya'nın çekirdek hareketlerinden kaynaklanan koruyucu manyetik alan.
2. Kimyasal Mekanizmalar
- Fotosentez: Bitkilerin güneş ışığını kullanarak besin ve oksijen üretiminde iş görmesi.
- Solunum: Canlıların enerji üretimi için oksijen ve glikoz kullanması.
- Kimyasal Denge: Maddelerin kimyasal tepkimelerle dengeye ulaşması.
- Çözünme: Katı maddelerin sıvılarda çözülmesi (ör. tuzun suda çözünmesi).
3. Biyolojik Mekanizmalar
- Adaptasyon: Canlıların çevrelerine uyum sağlaması.
- Dolaşım Sistemi: Kanın vücutta taşınması.
- Sinir Sistemi: Bilgi iletimi ve reflekslerin çalışması.
- Genetik Mekanizmalar: DNA replikasyonu, genetik mutasyonlar ve gen aktarımı.
4. Ekosistem Mekanizmaları
- Besin Zinciri: Enerji akışını sağlayan yeme-yenilme ilişkileri.
- Madde Döngüleri: Karbon, azot ve fosfor gibi elementlerin doğadaki hareketi.
- Simbiyotik İlişkiler: Türler arası karşılıklı fayda ilişkileri (ör. arılar ve çiçekler).
5. Jeolojik Mekanizmalar
- Tektonik Plaka Hareketleri: Deprem, volkanik patlamalar ve dağ oluşumu.
- Mineral Döngüsü: Minerallerin yeryüzündeki hareketi ve dönüşümü.
- Yeraltı Sularının Dolaşımı: Yeraltında suyun hareketi ve çıkış mekanizmaları.
6. Klimatolojik ve Meteorolojik Mekanizmalar
- Rüzgâr Oluşumu: Basınç farklarından kaynaklanan hava hareketleri.
- İklim Döngüleri: Mevsimler, El Nino, buz devri gibi olaylar.
- Bulutların Oluşumu: Su buharının yoğuşarak bulutlara dönüşmesi
7. Kozmolojik Mekanizmalar
- Büyük Patlama (Big Bang): Kâinatın başlangıcını ve genişlemesini açıklayan temel olay.
- Kozmik Mikrodalga Arka Plan Işıması: Büyük Patlama'dan sonra kalan düşük enerjili radyasyonun kâinattaki varlığı.
- Kâinatın Genişlemesi: Galaksilerin birbirinden uzaklaşmasını sağlayan uzayın genişlemesi.
- Karadelik Mekanizmaları: Süper yoğun bölgelerin çevresindeki maddeyi çekmesi ve enerjiyi yayması.
- Yıldızların Oluşumu: Gaz ve toz bulutlarının yerçekimiyle sıkışarak yıldız haline gelmesi.
- Süpernova Patlamaları: Büyük kütleli yıldızların yaşamlarının sonunda patlayarak elementleri uzaya yayması.
- Karanlık Madde ve Karanlık Enerji: Galaksi hareketlerini ve kâinatın hızlanan genişlemesini açıklayan mekanizmalar.
- Gezegen ve Uyduların Oluşumu: Protoplanet disklerinden gezegen ve uyduların meydana gelmesi.
8. Astrofiziksel Mekanizmalar
- Güneş'in Enerji Üretimi (Nükleer Füzyon): Hidrojen atomlarının helyuma dönüşerek enerji açığa çıkarması.
- Yıldızlararası Toz ve Gaz Döngüsü: Galaksilerdeki gaz ve tozun yıldızlar tarafından işlenmesi ve yeniden dağılması.
- Manyetosferler: Gezegenlerin manyetik alanlarının güneş rüzgarıyla etkileşimi sonucu koruyucu kalkan oluşturması.
- Gama Işını Patlamaları: Kâinatın erken dönemlerinde veya büyük yıldızların ölümü sırasında ortaya çıkan yüksek enerjili patlamalar.
9. Galaksiler Arası Mekanizmalar
- Çarpışan Galaksiler: İki galaksinin birleşerek yeni bir galaksi oluşturması.
- Gravitasyonel Merceklenme: Büyük kütleli gökcisimlerinin uzayı bükerek ışığı sapıtması.
- Kümelenme: Galaksilerin yerçekimi ile büyük ölçekli yapıların (örneğin galaksi kümeleri) oluşması.
[2] Hawking, S. W., & Mlodinow, L. (2010). The Grand Design. Bantam Books.
[3] Weinberg, S. (1977). The First Three Minutes: A Modern View of the Origin of the Universe. Basic Books.
[4] Singh, S. (2004). Big Bang: The Origin of the Universe. Fourth Estate.
[5] Krauss, L. M. (2012). A Universe from Nothing: Why There Is Something Rather than Nothing. Free Press.
[6] Cahill, K. (2013). New dates for the eras of the universe from the Planck data. arXiv preprint arXiv:1308.6001.
Unnikrishnan, C. S., Gillies, G. T., & Ritter, R. C. (2001). An origin of the Universe determined by quantum physics and relativistic gravity. arXiv preprint arXiv:gr-qc/0109089.
[7] Greene, B. (2011). Kâinatın Zarafeti: Süpersicimler, Gizli Boyutlar ve Nihai Kuramın Peşinde (Çev. Murat Alev). TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları. (Orijinal eser 1999 yılında yayımlanmıştır).
[8] Hawking, S. W., & Mlodinow, L. (2010). Büyük Tasarım (Çev. Nezihe Bahar). Alfa Yayınları. (Orijinal eser 2010 yılında yayımlanmıştır).
[9] Kaku, M. (2006). Paralel Dünyalar: Kâinatın Yaratılışı, Yüksek Boyutlar ve Geleceğin Kozmolojisi (Çev. Murat Alev). ODTÜ Yayıncılık. (Orijinal eser 2004 yılında yayımlanmıştır)
[10] Penrose, R. (2016). Moda, İnanç ve Fantazi Kâinatın Yeni Fiziğinde (Çev. Umur Daybelge). Alfa Yayınları. (Orijinal eser 2016 yılında yayımlanmıştır).
[11] Rees, M. (2001). Kâinatımizden Önce: Kozmolojideki Son Gelişmeler (Çev. Gürol Koca). TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları. (Orijinal eser 1997 yılında yayımlanmıştır).
[12] Liddle, A. R. (2015). An Introduction to Modern Cosmology (3rd ed.). Wiley.
Baumann, D. (2022). Cosmology. Cambridge University Press.
[13] Weinberg, S. (2015). İlk Üç Dakika: Kâinatın Kökenine Modern Bir Bakış. (Çev. Zekeriya Aydın). Alfa Yayınları. (Orijinal eser 1977 yılında yayımlanmıştır)
[14] Liddle, A. (2015). Kâinatın İlk Üç Dakikası. (Çev. Barış Gönülşen). Tubitak Popüler Bilim Kitapları. (Orijinal eser 2003 yılında yayımlanmıştır)
[15] Guth, A. H. (1997). The Inflationary Universe: The Quest for a New Theory of Cosmic Origins. Basic Books.
[16] Rafelski, J., Birrell, J., Steinmetz, A., & Yang, C. T. (2023). A short survey of matter-antimatter evolution in the primordial universe. arXiv preprint arXiv:2305.09055.
Nayak, G. C. (2019). Matter-Antimatter Asymmetry Of The Universe and Baryon Formation From Non-Equilibrium Quarks and Gluons. arXiv preprint arXiv:1909.05640.
[17] Singh, S. (2010). Büyük Patlama. (Çev. Murat Alev). Doğan Kitap. (Orijinal eser 2004 yılında yayımlanmıştır)
[18] Penrose, R. (2016). Moda, İnanç ve Fantazi Kâinatın Yeni Fiziğinde. (Çev. Umur Daybelge). Alfa Yayınları. (Orijinal eser 2016 yılında yayımlanmıştır)
[19] Liddle, A. (2015). Kâinatın İlk Üç Dakikası. (Çev. Barış Gönülşen). Tubitak Popüler Bilim Kitapları. (Orijinal eser 2003 yılında yayımlanmıştır)
[20] Weinberg, S. (2015). İlk Üç Dakika: Kâinatın Kökenine Modern Bir Bakış. (Çev. Zekeriya Aydın). Alfa Yayınları. (Orijinal eser 1977 yılında yayımlanmıştır)
Liddle, A. (2015). Kâinatın İlk Üç Dakikası. (Çev. Barış Gönülşen). Tubitak Popüler Bilim Kitapları. (Orijinal eser 2003 yılında yayımlanmıştır)
Steigman, G. (2007). Primordial Nucleosynthesis in the Precision Cosmology Era. Annual Review of Nuclear and Particle Science, 57(1), 463–491. https://doi.org/10.1146/annurev.nucl.56.080805.140437
[21] Planck Collaboration. (2016). Planck 2015 results. XIII. Cosmological parameters. Astronomy & Astrophysics, 594, A13. https://doi.org/10.1051/0004-6361/201525830
Dodelson, S. (2003). Modern cosmology. Academic Press.
[22] Planck Collaboration. (2016). Planck 2015 results. XIII. Cosmological parameters. Astronomy & Astrophysics, 594, A13. https://doi.org/10.1051/0004-6361/201525830
[23] Bromm, V., & Larson, R. B. (2004). The First Stars. Annual Review of Astronomy and Astrophysics, 42(1), 79–118. https://doi.org/10.1146/annurev.astro.42.053102.134017
[24] Mo, H., van den Bosch, F. C., & White, S. (2010). Galaxy Formation and Evolution. Cambridge University Press.
[25] Bromm, V., & Larson, R. B. (2004). The First Stars. Annual Review of Astronomy and Astrophysics, 42(1), 79–118. https://doi.org/10.1146/annurev.astro.42.053102.134017
[26] Hillebrandt, W., & Niemeyer, J. C. (2000). Type IA Supernova Explosion Models. Annual Review 1 of Astronomy and Astrophysics, 38(1), 191–230. https://doi.org/10.1146/annurev.astro.38.1.191
[27] Bouvier, A., & Wadhwa, M. (2010). The age of the solar system redefined by the oldest Pb-Pb age of a meteoritic inclusion. Nature Geoscience, 3(9), 637–641.
R., Daverio, D., Durrer, R., & Kunz, M. (2013). General relativity and cosmic structure formation. Nature Physics, 9(5), 345–349. https://doi.org/10.1038/nphys2605
[28] Montmerle, T., Augereau, J.-C., Chaussidon, M., Gounelle, M., Marty, B., & Morbidelli, A. (2006). Solar System Formation and Early Evolution: The First 100 Million Years. Earth, Moon, and Planets, 98(1-4), 39–95. https://doi.org/10.1007/s11038-006-9087-5
[29] Armitage, P. J. (2010). Astrophysics of Planet Formation. Cambridge University Press.
[30] Raymond, S. N., Quinn, T., & Lunine, J. I. (2007). High-resolution simulations of the final assembly of Earth-like planets 2: Water delivery and planetary habitability. Astrobiology, 7(6), 66–84. https://doi.org/10.1089/ast.2006.06-0126
[31] Canup, R. M., & Asphaug, E. (2001). Origin of the Moon in a giant impact near the end of the Earth's formation. Nature, 412(6848), 708–712. https://doi.org/10.1038/35089010
[32] Nutman, A. P., Bennett, V. C., Friend, C. R. L., Van Kranendonk, M. J., & Chivas, A. R. (2016). Rapid emergence of life shown by discovery of 3,700-million-year-old microbial structures. Nature, 537(7621), 535–538. https://doi.org/10.1038/nature19355
Allwood, A. C., Walter, M. R., Kamber, B. S., Marshall, C. P., & Burch, I. W. (2006). Stromatolite reef from the Early Archaean era of Australia. Nature, 441(7094), 714–718. https://doi.org/10.1038/nature04764
[33] Kasting, J. F., Whitmire, D. P., & Reynolds, R. T. (1993). Habitable Zones around Main Sequence Stars. Icarus, 101(1), 108–128. https://doi.org/10.1006/icar.1993.1010
[34] Catling, D. C., & Kasting, J. F. (2017). Atmospheric Evolution on Inhabited and Lifeless Worlds. Cambridge University Press.
[35] Glatzmaier, G. A., & Roberts, P. H. (1995). A three-dimensional self-consistent computer simulation of a geomagnetic field reversal. Nature, 377(6546), 203–209. https://doi.org/10.1038/377203a0
[36] Kopparapu, R. K., Ramirez, R., Kasting, J. F., Eymet, V., Robinson, T. D., Mahadevan, S., ... & Terrien, R. C. (2013). Habitable Zones Around Main-Sequence Stars: New Estimates. The Astrophysical Journal, 765(2), 131. https://doi.org/10.1088/0004-637X/765/2/131
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.