Sekiz emir ve üç hakikat

Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemat adlı şâheserinde şeriat-ı garra’nın galebe-i mutlak ve istila-i tâmmına mani olan sekiz emir ve bunları zir-ü zeber eden üç hakikati zikreder. Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi veyahut saykalü’l- İslamiyet olan Bediüzzaman’ın Muhâkemat eseri, hastalıkları tesbit ve teşhis eder ve reçetelerini yazar.

Bu reçete her ne vakit kullanılır, hayata geçirilir ise o hastalıklar o vakit inşallah iyileşmeye başlar ve İslamiyet parlar desek yeridir.

Bediüzzaman, Muhakemat eserinin başında fevkalade mühim tesbitlerde bulunur, ne yapılması gerektiği üzerinde durur ve istikbale yönelik müjdeler verir. Sekiz emir ve üç hakikate geçmeden evvel bunlara çok kısa değinelim.

İslamiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemediğimizden İslamiyet bizden nefret ederek tesettür etti diyen Bediüzzaman bu ifadelerinin tedenni-i milletten ciğeri yanmış olan kendisinin feryadı olduğunu söylüyor.

Kıymetini taktir edemediğimiz İslamiyet, bizi te’dib için zillet ve sefalette bıraktı tesbitinde bulunan Bediüzzaman, bizim ona tarziye vermemiz gerektiğini ihtar ediyor.

İstikbale yönelik bir müjde olarak da “hak neşv-ü nema bulacaktır” söylüyor.

Geçmiş, an ve geleceği bağlayan yapısı ile Muhakemât fevkalade bir eserdir. Umulur ki ilim erbabı bu esere gereken kıymet ve ehemmiyeti verirler de böylelikle gelecek müjdelerin gelmek zamanının yaklaşmasına vesile olurlar inşallah.

Şimdi şeriat-ı garrâ’nın galebe-i mutlak ve istila-i tâmmına sed ve mâni olan sekiz emre ve o sekiz emri zir-ü zeber eden üç hakikate bakalım.

Bu sekiz emir bizim ve ecnebilerin içinde bulunduğumuz hâldir, tesbiti önemlidir elbette. Bunları bertaraf edecek olan üç hakikat ise zihnimizde yer etmesi daha mühim olduğundan onları hem başta hem sonra zikredelim. İşte ilmin nuru ve fenlerin gayreti ile kuvvet bulan üç hakikat bunlardır:
1-Meyl-i taharri-i hâkikat
2-Muhabbet- i insaniyet
3-
Meyl-i insaf

Bu üç hakikatin, güzel ahlakın da umdeleri olduğunu söylesek yeridir elbette. Zira ne zaman ki bunlar inkişaf eder o zaman şeriat-ı garra mutlak hâkim olur. İçtimai hayat için bu böyle olduğu gibi küçük bir âlem olan bir tek insan ferdi için de bu geçerlidir. Bu üç hakikati kendi iç âleminde yerleştiren bir insan kendine ve insanlara faydalı olabilir.

Şimdi de bu vakte kadar şeriat-ı garrâ’nın neşv-ü nemasına mâni olan sekiz emre bakalım. Bu sekiz emrin dördü ecnebilerde (yabancılarda), üçü bizde ve bir tanesi de hem ecnebilerde hem bizdedir.

Ecnebilerdeki mâniler:
1-Taklit

2-Cehalet

3-Taassub
4-Kıssislerin riyaseti

Bizdeki mâniler:
1-
İstibdâd
-ı mütenevvi
2-
Ahkalsızlık
3-
Yeis (müşevveşiyet-i ahval ve atâleti netice veren yeis)

Bizimle ecnebilerde ortak olan mani ise budur ki Bediüzzaman bu mâni için en birinci mâni ve bela birini kullanıyor:

Biz ile ecnebiler; bazı zevahir-i İslâmiyet ve bazı mesâil-i fünun ortasında hayal-i bâtıl (!) ile tevehhüm eylediğimiz müsademet ve münakazattır.

Demek biz de ecnebiler de İslamın bâzı zahir meselelerinin fennin meseleleri ile birbirini nakzedip yanlışladığını, zıt düştüğünü zannetmek hatasına düştük. Bu hatayı “hayal-i bâtıl” ile tabir etmesi de bedîdir Bediüzzaman’ın.

Bediüzzaman, bizde ve ecnebilerde müştereken bulunan bu mâninin bizi dünya rahatından, ecnebileri de âhiret saadetinden mahrum ettiği tesbitini yapıyor. Eğer biz bu tesbitleri geçmişte yapılmış tesbitler gibi ve reçeteleri de geçmişe ait reçetelermiş gibi gibi algılamak hatasına düşersek uyanacağımız günü bir müddet daha tehir etmiş olacağız. İnşallah böyle bir hatalı nazar ile Muhakematı tetkik etmiyoruzdur. Elbette bu da hatıra geliyor ki; eğer Muhakemât bizlerin nazarında hak ettiği yerde olsa idi, Allah-u a’lem, bu halde olmayacaktık. Bu noktada kendimizi “elimizde müessir bir makam ve mevki yok, inisiyatif sahibi değiliz” diyerek kenara çekemeyiz. Zira kendi iç âlemimizin, nazarımızın idaresi ve inisiyatifi bizdedir ve biz bu ölçüleri şahsî hayatımızda temel kriter yapmamıza tenbellik ve vurdumduymazlığımızdan ve “herkes benim gibi” aldatmacasına kapılmışlığımızdan başka bir sebeb yoktur belki de…

Sadede dönelim. Bizdeki ve ecnebilerdeki bu mâniler meyl-i taharri-i hakikat ve muhabbet-i insaniyet ve meyl-i insaf ile ortadan kalkacak inşallah.

Hatta Bediüzzaman; meyl-i taharri-i hakikat, muhabbet-i insaniyet ve meyl-i insaf olan bu üç hakikat için o mânileri zir-ü zeber etmiş ve ediyor demektedir.

Muhâkemat eserinin Sekinzinci Mukaddemesinde de Bediüzzaman, geçmişte hisler hâkim olmasına bedel gelecekte fikirlerin ve dolayısıyla delil de bürhanın hâkim olduğuna ve olacağına vurgu yapıyor. Geçmiş ve gelecekten kastının ise; beşinci asırdan on ikinci asra kadarki vakte mâzi tâbir ederim, ondan sonrasına istikbal derim diyor.

Yine Sekizinci Mukaddeme’de Bediüzzaman meyl-i taharri-i hakikatin yanında; aşk-ı hak ve menfaat-i umumiyeyi menfaat-i şahsiyyeye tercih etmek ve meyl-i insaniyetkaraneyi netice veren berahin-i katıa’yı da zikrediyor. Bunların artık tevellüd etmeye başladığı müjdesini veriyor.

Akıllı Sıddıklara ve muhakkikin-i İslam’a yardım maksadı ile Bediüüzaaman’ın kaleme aldığı Muhakemat eseri elbette derin ve geniş tetkikat istiyor. Ciddi mesai gerektiriyor.

Akıllı Sıddıklara yardımla beraber Bediüzzaman bu eserinde din düşmanlarının ve sâdık ahmakların dine verdiği zararı da bertaraf etmeyi amaçlıyor.

Bediüzzaman, Âkıl sıddıkların ve muhakkikin-i İslam’ın kemal-i ümid-i zafer ile çalıştıklarını ve bu eseri ile onlara kuvvet vermek arzusunda olduğunu da bildiriyor.

Muhâkemat eserinin tesbit ve teşhislerinden istifade etmek ve reçetelerini hayata geçirmeye hep beraber ciddi gayret etmek temennisi ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum