Sivil bir duruş

Özünde tarafgirliği barındıran siyaset kurumu, devlet aygıtını, toplumsal talepler doğrultusunda şekillendirmek için vardır. Bu özelliğinin yanında siyaset, tarafgirliklerin, zulümlerin, haksızlıkların boy gösterdiği bir arenaya dönüşmüştür. Böyle bir arenada, her hangi bir siyasi partiyi, ideal parti olarak lanse etmek kolay değildir.

İdeal anlamda bir siyasi görüşü desteklemek, bir fikir olarak savunulmamalıdır. Kendilerini, ‘…Ümmet-i Muhammedi, sahil-i selamete çıkaran bir geminin hademeleri’ olarak görenler, bu dünyanın imarını kendisine vazife olarak gören siyasetten ve siyasilerden uzak durmalıdır. Bu yüzen yapılması gereken, siyasetin uzağında ve dışında, tercihini ‘ehven-üş şer’ olarak yapmaktır. ‘Ehven-üş şer’in nerede olduğu, herkese göre farklı olabilir. Bu yüzden herkesin, ‘ehven-üş şer’i uygulaması mutlak ‘a’zam-üş şer’ olarak telakki edecek düşüncelerden uzak durması elzemdir. Kendi görüşünü, asıl görüş olarak dayatmak ve bir tür siyasi gurup gibi davranmak, ‘ehven-üş şer’in mantığına uymamaktadır.

Siyaseti ve siyasi tercihleri bu şekilde tartışmasız kabul edenler, yukarıda sözünü ettiğimiz gaddar siyasetin bir oyuncağı olmaktan öteye gitmeyeceklerdir.
Bu tarafgirlik siyasetinden dolayı Türkiye toplumu, bazen dinin siyasete, bazen de dinsizliğin siyasete alet edilmesine şahitlik etmektedir. Dinsizliğin siyasete alet edilmesinin, dini siyasete alet edilmesini kışkırttığı görülmektedir. Bu durumda, dindar bir kimlikle siyasette olanların çokça dikkat etmesi gerekmekte ve dinin en ufak bir meselesinin siyasi malzeme haline gelmemesine özen göstermelidirler.  Zira, dinin en küçük bir meselesinin, dünyanın en büyük meselelerinden daha önemli olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Son zamanlarda kutuplaşmalara daha yatkın hale gelen Türkiye toplumunda, dinin de bir kutuplaşma vesilesine dönüşme istidadını taşıdığına dikkat çekmek istiyorum. Bu durum, hem siyasiler için hem de siyasilere destek verenler için önem arz etmektedir. Özellikle laikçi çevrelerin, ‘ötekileştirme’ çabalarına katkı sağlayacak söz ve eylemlerden uzak durulması gerekir. Dini ve dindarı, siyasi arenaya çeken çirkin siyasete ve onun takipçilerine karşı hassasiyetlerimizi kaybetmeden, sivil bir duruş sergilemeliyiz.

Siyasetin ve iktidarın dönüştürücü olduğu bir ortamda, her görüşün, siyaset arenasında, temelleri erozyona uğramaktadır. Aynı şekilde, iktidara geldikten sonra da herhangi bir görüşün temelleri sarsılmakta ve koltuk kurbanı olmaktadır. Bu durumun bilincinde olanlar, siyaseti ve siyasetçiyi idealize eden her tutumun, kendi oligarşik yapısını oluşturduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bunun bir siyasi parti içinde olması ile bir cemaat ortamında olması arasındaki fark giderek kapanmaktadır. Siyasete endekslenmiş bütün yapılar, kendi asli fonksiyonlarını yitirmektedirler. Özellikle cemaat yapılarının, kendilerini bir siyasi partiye angaje etmeleri, onları önce küçültecek sonra da etkinliklerini kaybetmelerine yol açacaktır.

Geçen asrın, ikili siyasi parti anlayışında, demokrat bir misyonu sürdüren bir siyasi anlayış, Türkiye siyasetine yön vermiş olabilir. Ancak hızlı değişimlerin olduğu yirmi birinci asırda, bu anlayış, yerini çoklu partili ancak birbirine çok yakın siyasi hayata bırakmıştır. Haddi zatında, sayısı ne kadar çoğalırsa çoğalsın, siyasi partiler arasındaki temel farklılıklar, azalma istidadı göstermiştir.

Bu yüzden, geçtiğimiz yüzyılda, demokrat misyonun devletçi elitten nisbeten uzak durması, onlara iktidar şansı doğurmuş olabilir. Ancak, günümüzde, bu misyonun, devletçi elitin rengine boyanması, devletçi elitin yanında yer alması, onları asli fonksiyonundan uzaklaştırmıştır. Ve Türkiye toplumu giderek, ayrışmaktadır. Ya devletçi ve ulusalcı olacaksınız yada liberal ve toplumun yanında yer alacaksınız.

Bu gün için, bütün siyasi partilerin açmazı budur. Bu yüzden, eski sağcılarla eski solcular birlikte olabiliyor, eski milliyetçilerle eski solcular, ulusalcılıkta birleşebiliyor. Bu durumda, siyasi kriterleri belirleyen faktörler yerinden oynamıştır. Başka bir deyişle paradigmalar yerinden oynamıştır. Dolayısıyle, yirminci yüzyılın soğuk savaş psikolojisinin hakim siyasi bakışı olan iki partili sistem yada anlayış, yerini çoğul ve kaotik partili hayata bırakmıştır. Artık, kimin sağda kaldığı, kimin solda kaldığı pek belli değildir ve önemsizdir. Bizim için geçerli olan ise, ilkesel davranmaktır. İlkesel davranmazsak, konjonktürel  hesaplarının kurbanı olacağız.

Özellikle 90’lı yılların hakim ideolojik baskısından bu yana, gerek Türkiye solu, gerekse demokrat kesim, bu hakim ideolojinin bütün ilkelerini kabul etmiş gibi görünüyor. Bu baskının sonucu olarak, çoğu siyasi parti, hakim anlayışın başka bir versiyonu olarak ortaya çıkmıştır. Böylelikle, ne demokrasi kalmış ne de ‘demokrat misyon’ kalmıştır. Şimdi artık, liberal demokrat misyon ve ulusalcı misyon vardır. Eskiden var olan, ‘bu vatanda 4 parti vardır’ şeklindeki 4 eğilim, ulusalcı ve liberal demokrat misyon olarak 2 farklı eğilime dönüşmüştür. Ulusalcı misyon, farklı partilerde yer alsa bile tek parti gibi davranmaktadır. Yeni paradigma dediğim durumun, temel değişkenler budur.

Siyasi arena böyle olmasına rağmen, Risale-i Nurlardan beslenen bazı cemaatlerin, siyasetin bu gerçeklerini göz ardı etmesi anlaşılır gibi değildir. Siyasetin son on yıllardır değişime uğramasına rağmen, yeni siyaset paradigmalarını görmekten ve anlamaktan uzak durmakta ısrar etmektedirler. Bu grup ya da kişilerin, ısrarlarında dayanak olarak gösterdikleri en önemli gerekçeleri hatırlayalım.
1-Demokrat olma, ya da istibdada karşı olma,
2-Kitle partisi olma,
3-Halkçılara muhalefet etme,
4-İktidara gelme istidadı olması,
5-Toplum çoğunluğunu teşkil etmesi ve
6-Ehven-üş şer.

Bu kriterlerden bazıları, Risale-i Nurlarda yer almamakla birlikte, geçmişte bazı arkadaşların, kriterleri arasında yer almıştır. Son kriter de Risale-i Nurlarda yer almasına rağmen, bu gün demokrat misyonu efsaneleştirenlerin pek de müracaat etmediği bir kavram haline gelmiştir. Ayrıca, demokrat olma ya da istibdada karşı olma hususu, artık kendilerine demokrat misyon rolü biçenlerin tekelinde değildir. Hatta eskiden kendilerine ‘demokrat’ denilenler, bu gün artık derin devlet güçleri ile işbirliği içinde olabiliyor, laikçi istibdada karşı pek de sesini çıkarmayabiliyor. Demokrat misyon, kendisini demokrasi sınavında ifade etmezse ve demokratik bir cumhurbaşkanlığı seçiminde de demokrasiden yana tavır koyamazsa, artık bu misyonun varlığından söz edilebilir mi?

12 Eylül 1980 öncesi milliyetçilik hareketi, ulusalcılıkta karar kıldı. Halkçı bürokratik ve askeri elit, Cumhuriyet Halk Partisi’nde karar kıldı. Cumhuriyet Halk Partisi de kendisine uygun olan sol misyon yerine ulusalcılıkta karar kıldı. Eski Milli Nizam çizgisinin bir kısmı, eski demokratların bir kısmı ile birlikte demokrat misyonda karar kıldı. Siyasetten uzak olan grup ise, önce bütün partilere aynı mesafede olmaya dönüştü, sonra da bir partinin hakim rengi olmaya dönüştü. Şimdilerde ise siyasileşmenin bedellerini ödemeye başladı ve siyaset arenasının canavarları arasındaki yerini aldı ve kendisi de ayrı bir canavar oldu.

Ahrar olma ya da demokratlık, genetik bir şey değil ki, nesilden nesile devam etsin, babadan oğula geçsin. Zaman, hükmünü icra ederse, itiraz olunmaz. Önemli olan, demokratik olmayan bir olay karşısındaki duruşunuzdur. Eğer duruşunuz, demokrat değilse, bunun bir siyasi ortam olması ile cemaat ortamı olması arasında pek fark yoktur. Türkiye toplumundaki cemaat ve siyasi partiler, giderek birbirine benziyorsa, giderek daha homojenleşiyorsa, burada ciddi bir demokratik kültür sorunundan söz edebiliriz.
Farklı görüşler, kendilerini her türlü ortamda ifade edebiliyorsa, hiçbir baskı ve şantaja uğramıyorsa, o zaman demokrasinin varlığından söz edilebilir. Farklılığa tahammül etmeyen, cemaat ve siyasi yapılarda kendi görüşünün dışındaki görüşleri bastıran, engelleyen yok sayan, partiyi veya cemaati, tek tip insanların bir muhassalası olarak inşa eden, farklı görüşleri ve bu görüşlere sahip olan insanları dışlayanlar, demokrat olamazlar. Olsa olsa ismen demokrat olabilirler. Hakikatte ise, müstebittirler.

Kendisinden önceki siyasi duruşlara muhalefetten neş’et eden bu günkü iktidar da yukarıdaki ölçülere göre değerlendirilebilir. Demokratik kuralları inşa ediyorsa, kendi içinde demokrat ise buna katkı vermek elzemdir. Ama, ‘mutlak iktidar, mutlak bozar’ fehvasınca, iktidar bozulursa, yanlışa itiraz hakkımız saklı olmalıdır. Her iki halde de, fikrimizi söylemek, bizi tarafgirliğe itmemelidir ya da itirazımız, muhalefet üslubu ile olmamalıdır. Doğru işlere destek, yanlış işlere tenkid hakkımız vardır.

Görüntüde demokrat, gerçekte ise, cemaatin selameti için her şeyi feda eden yapılar ne derece demokrat olabilir? Görüntüde demokrat, gerçekte ise, demokrasiyi katleden derin ilişkilerin ağında bulunanlar demokrasiye ne kadar katkı yapabilir?
Özetle, tarafgirane bir siyasi duruş yerine, daha ilkesel sivil bir duruş sergilemeliyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.