Suriye Politikası–2

Bu konuda zaman zaman yazılar yazıyorum. Ama her seferinde de ciddi muhalefetle karşılaşıyorum. Şöyle ki;

Ben “dahilde silah çekilmez” hakikatini savunurken, acizane yine ben “müspet hareketi esas almalıyız. Dâhilde cihad başkadır, harice karşı cihad başkadır” hakikatlerini dile getirirken her seferinde bir kısım okuyucular da karşı atağa geçip sahabe döneminden, Üstad’ın bazı davranışlarından misaller getirerek bu hakikatin aksini söylemekten imtina etmediler. Silahla mukabele etmeyi uygun bulduklarını söylediler ve destek verilmesi “en azından dua edilmesi gerektiğini” ifade ettiler.

Mesela son yazıma bir okuyucu Hz. Hüseyin (ra)’ın zalim Yezid’e karşı savaşını misal veriyor. Yine bir başkası Üstad’ın menemen olayı ile ilgili düşüncelerinden hareketle “zaruretten” bahisle öyle bir durum olsa “yüz menemen” kadar patlak vereceği tespitinden hareketle sanki “cevaz” vermiş gibi gösteriyor.

Öncelikle; ne Hz. Hüseyin (ra)’ın yaşadığı örnek meselemize ışık tutabilir. Ne de Üstadın mahkemeye karşı yaptığı tespitinden bu meseleye cevaz verdiği anlamı çıkar.

Çünkü Hz. Hüseyin (ra) zamanında İslam orduları samimi dindar insanlardan oluşuyordu. Ve bir tek amaçları vardı o da din ne emrediyorsa onu yapmaktı. Şiddetli savaş anlarında bile namaz vakti girdiğinde her iki taraf savaşı bırakıp cemaat halinde namaz kılıyorlardı. Cemaati bile terk etmeyen bir dindarlık anlayışı vardı. Savaş kurallarına harfiyen uyuyorlardı.

Oysa gerek Suriye ordusunun, gerekse muhalif gurupların oluşturduğu milislerin çok az kısmı hariç büyük çoğunluğunun böyle bir gayesinin olmadığını hepimiz biliyoruz. Nerden biliyoruz? Derseniz… Türkiye’den biliyoruz. Bu gün Türkiye’de muhalefet eden gurupların kaçta kaçı din endişesiyle veya dinin emirlerine göre davranıyor.  

Bir kısmı, intikam peşinde, diğer bir kısmı, makam ve mevki peşinde, bir başkası servet peşinde vs. vs. Amaç din olsaydı Esed’in askerlerine aynı şekilde mukabele etmezlerdi. Sivilleri hedef almazlardı, çoluk çocuk ayırımı yaparlardı, kadına mala zarar vermezlerdi, sadece askere karşı bir eylem içine girer savaş kurallarına harfiyen uyarlardı. Oysa öyle mi? Hayır hiç de öyle değil, rastgele gönderilen bombalarla, bomba yüklü intihar saldırılarıyla kısacası Esed’e karşı aynı tarz saldırılarıyla dinin emrettiği savaş kurallarına hiç de riayet etmiyorlar.

Faraza bu kurallara uysalar, yine bu savaşı bir an önce bitirmenin yollarını ararlardı. Neye mal olursa olsun sulh yolunu tercih ederlerdi. Çünkü Esed’in bir askerini (ki, o da Müslüman’dır) öldürmelerine karşılık Esed yüz kişi öldürüyor. Dolayısıyla bu tarz saldırı ve akabinde ölümlere neden oluyorlar. Bu da hiç de mantıklı bir yöntem değil. Kolun kesilmesine bedel elin kesilmesine razı olmalı sulh yolunu tercih etmelidirler.

Bediüzzaman Hazretlerinin tespitine gelince;  “Zaruret olsa yüz menemen kadar patlak verecekti.” Tespitinden bu işe “cevaz” veriyor anlamı çıkmaz. Zira bunun bir örneği daha hayatta iken cereyan etmişti. Şeyh Said hareketine Üstad’ın karşı çıktığını, kendisi ile birlikte binlerce insanın sürgüne gönderildiği, asıldığı şartlarda bile kılını kıpırdatmadığını hepimiz biliyoruz. Türkiye’deki diktatörlüğün ve dinsizliğin onda biri Suriye’de yaşanmamıştır.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in İslam’ın ilk savaşında (Bedir Savaşında) müşriklere karşı sayıca gayet az iken (üçte bir de değilken) Medine Yahudilerinin yardımını kabul etmemiştir. “Bu bir din savaşıdır. Sizden bu savaşta bize yardım etmenizi isteyemem” diyerek geri çevirmiştir. Ayrıca savaşa gönderdiği askerlerine savaş kurallarına harfiyen uymalarını emretmiştir.

Oysa günümüzdeki savaşları öyle mi? Hiçbir kural tanımaz bir tazda götürüldüğüne hep birlikte -içimiz kan ağlayarak- şahit oluyoruz.

Bana göre bu savaşta her sadece bir tarafa destek olan dua eden ve maddi veya manevi yardım eden o tarafın zulmüne ortak olur o da zalim olur.

Ancak burada bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Dua derken, yardım derken elbette kayıtsız kalma anlamında demiyorum. Dua edeceğiz ama bir tarafın galip gelmesine değil bu savaşın hayırlı bir şekilde bitmesine, zarar gören insanlara, çaresiz kalmış vatandaşa Cenab-ı Hakkın yardımını dilemek tarzında dua etmeliyiz.

Her türlü yardımı da elbette sağlamalıyız. Aç ve açıkta kalmış masum insanlara Ülkemizin şefkat kucağını sonuna kadar açmasına destek olmalıyız.

Bir şey daha kaldı o da, bu zalim rejimlere karşı çıkmayalım mı? Seyirci mi kalalım? Diyenlere cevabın her zaman aynıdır. Ne olursa olsun tek yol vardır. Her türlü demokratik yollara başvurarak, tüm dünya devletlerini haklı mücadelede taraf yaparak, desteklerini sağlayacak bir şekilde  bu mücadele sürdürülmelidir. Bu konuda Filistin en güzel örnektir. İsrail’in her türlü zulmüne karşı direnen güçlerin silaha sarılmadıkları zamanlar çok daha hızlı mesafe aldıklarını söylemeye gerek yok sanırım.

Bunu yaparken elbette bazı insanlar sıkıntı çekecektir. Bir takım insanlar zulme de maruz kalacaktır. Diktatörlerin ülkesinde adalet beklemek abestir. Ancak dediğim gibi mücadeleyi Bediüzzaman gibi yapmalıyız. Pasif direniş şeklinde ve her halimizle böyle bir rejimi istemediğimizi belirterek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum