Nurettin HUYUT
Tahammül
Bizim ne anlattığımız önemli değil, asıl okuyanın ne anladığı önemlidir.
Menfi milliyet, müspet milliyet, ırkçılık üzerine birçok yazı kaleme aldım. Benim bunları yazmaktaki amacım okuyucuya nasihat etmek değildir. Böyle bir düşünce haddini aşmaktır.
Amacım: Risale-i Nurdan anladıklarımı herkes gibi burada ifade etmektir. Risale Haber’e de bunu yapmama imkân tanıdığı için minnettarım.
Ama bakıyorum ki, fikirlerimi ifade etmekte çok fazla başarılı değilim. Bazen yanlış anlaşılıyorum. Bazen yanlış anlaşılmaya neden olacak ifadeler kullanıyorum. Yani maksadını aşan ifadeler kullandığımı fark ediyorum. O yanlışları veya yanlış anlaşılmaya müsait yazıları doğru anlaşılsın diye de bir iki makale daha yazdığım oluyor.
İşte bu gün yazdığım bu yazı da daha önce yazdıklarımın doğru anlaşılması için kaleme alınmıştır.
Mesela bir önceki yazımda “O nedenledir ki, Üstad Bediüzzaman hazretleri kendi ırkı ile ilgili hiçbir çaba ve gayretin içine girmediğini görüyoruz” diye şahsi bir düşüncemi dile getirmişim. Hemen bazı okuyucular 1. Said dönemindeki mücadelesini nazara vererek “Aksine Üstadın Kürtler için çok büyük mücadele verdiğini bu yüzden tımarhaneye kadar atıldığını” söyleyerek ikaz da bulundular.
Acizane ben burada Üstad mücadele vermemiş demiyorum, benim söylediğim ırkçılık anlamında sadece Kürtler için sonuçlanacak bir çabanın içine girmediğidir. Yoksa elbette genel de tüm Müslümanlar için, özelde de Kürt halkı için büyük çaba sarf etmiştir.
Ayrıca bu iddiam 2. ve 3. Said dönemleri için geçerlidir. Bu şerhi koymayı da ihmal etmişim. Düzeltmiş olayım.
Bazen birbirine zıt iki yorumla da karşılaştığım oluyor. Biri yazımı yerden yere vurduğu halde diğer okuyucu fevkalade güzel bulduğunu ifade edebiliyor.
Özellikle menfi veya müspet milliyet ile ilgili yazılar ve konuşmalar her zaman yanlış anlaşılmaya müsait bir zemindir. Bu tarz yazılara her zaman zıt yorumlar gelebiliyor.
Müspet milliyet fikrini bir Kürt ırkçısına anlattığımda Türkçülükle itham edildiğimi acı bir şekilde yaşadığım gibi, bir Türk ırkçısına anlattığımda da bu sefer Kürtçülükle itham edildiğimi üzülerek seyretmişimdir.
O zaman anlıyorum ki, problem benim fikirlerimde değil problem ırkçılık anlayışında olan insanların tahammülsüzlüklerindedir.
Bir de tarafgirlik hissi -özellikle güncel siyasette- yanlış yaklaşımlara neden olabilmektedir.
Bu gün Türkiye, Güneydoğu bölgemizde bir sorun yaşamaktadır. Bu açıktır. Ama görüyoruz ki, bu sorunu Kürt Milliyetçileri “Kürt sorunu” olarak lanse etmeye çalışırken, Başbakan gibi düşünenler “Kürtlerin sorunu” şeklinde dile getiriyor.
Neden bu sorun farklı algılanıyor. Veya farklı şekilde ifade ediliyor?
Çünkü eğer olayı bir “Kürt sorunu” olarak kabul ederseniz. Bu demektir ki, Kürtler Türkiye’de bizzat kendileri sorundur. Bu sorunu çözmenin yolu da ayrılmaktan geçer. Yani, bu sorunu böyle ifade edenlerin amacı Kürtleri, Türklerden ayırmak olduğu anlaşılıyor.
Ama bu soruna “Kürt sorunu” değil de “Kürtlerin sorunu” olarak bakarsanız o zaman amaç değişir. Ayrılık istemiyorsunuz demektir. Ama Kürt halkının sorunları var ve bu sorunları demokratik sistem içinde çözmek istediğiniz anlaşılır.
Hakikaten ben de merak ediyorum bu konuda bizzat Kürtler ne düşünüyor. Kürtler Türkiye’de bir sorun mudur? Veya gerçekten Kürtler Türklerden ve Türkiye’den ayrılmak istiyorlar mı?
Benim şahsi kanaatim Kürtler şöyle düşünüyor. (Çoğunluk olarak) Bu ülkede Kürtler sorun değildir. Hiçbir zamanda sorun olmamıştır. Hem Kürtlerin kahir ekseriyeti Türklerden veya Türkiye’den ayrılmayı istemez diye biliyorum. O nedenle ben de Başbakan gibi düşünüyorum. Bu ülkede Kürtler sorun değildir. Ama gerçekten Kürtlerin sorunları var. Mesela ana dilde eğitim bu sorunun ilk maddesini teşkil ediyor. (Bu sorun mutlaka insan hakları çerçevesinde giderilmelidir. Ve bu hak verilmelidir.)
Öyleyse yapılması gereken iş bellidir. Hiçbir menfi harekete girmeden, demokratik kurallar içinde bu sorunları çözmektir. Kürtlerin, Arapların, Lazların hatta ve hatta Türklerin bir takım sorunları var, bu sorunları demokrasi içinde kalarak çözmektir.
Bunu yapabilmek için de mutlaka birbirimizi doğru anlamamamız gerekiyor. En azından tahammüllü olmamız gerekiyor.
Olabilir maksadımızı ifade ederken yanlış anlaşılabiliriz veya yanlış anlaşılacak ifadeler de kullanmış olabiliriz. Bunlar çok önemli değil, zira nas değil sonuçta bir düşüncenin ifadesidir. Yanlışsa her zaman yanlıştan dönülür. İnsanız yanılmışsak veya yanlış anlaşılmışsak düzeltiriz.
Üstad bile ahir ömründe Şanlıurfa’ya ölmeye giderken talebelerine “beni yanlış anladılar, beni siyasi zannettiler” demişse mesele bitmiştir. O yanlış anlaşılıyorsa biz neyiz ki…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.