Selahattin GEZER
Taşları vurmak…
İnternette izlediğim bir videoda ‘Bennu’ isimli bir göktaşı 101 bin km. hızla dünyamıza yaklaşıyormuş... Dışarı çıktığımda, yol kenarında rastladığım birkaç küçük taşı elime alıp, düşünmeye başladım… Taşları ve tüm masnuatı İlahiyeyi işitmemek, seslerine kulak vermemek, vicdanın kulağını inadına sağır etmek değil de nedir?
Allah’ın iradesi karşısında, pamuk gibi olan taşların itaati anlaşılmayınca, meteor olarak gelmesi insanlığı ürkütüyor. Asıl ürpertici olanı; mermiden ürküp, tetiği çekenden korkmamak. İnsanın kafasına düşen bir inkâr, meteordan daha büyük tahribat yapabilir. Evet, göktaşı büyük bir hızla yaklaşıyor ama biz taşlara yaklaşabiliyor muyuz? Hakikat konferansı veren taşlara karşı kulaklarımız taş gibi değil mi? Ne zaman taşlara hayat dolu bakabildik ki? Çiçek, yaprak, daldaki meyve, çimen dikkatimizi çekmiştir, oysa taşlarda birer çiçektir ama varlık âleminin ezik çiçekleridir, çünkü taşları derlemeyi ihmal etmişiz…
Sağlam memurlar olan taşların Allah’ın emri ile “balmumu” gibi olmasına, ota–filize yol vermesine dikkatle bakmak bile bizi imanda yeni boyutlara taşıyabilir. Evet, Bediüzzaman taşlar için; balmumu diyor. “Belki o taşlar, toprak üstünde bulunan bütün zevilhayata, âb-ı hayatla beraber sair medâr-ı hayatlarına öyle bir hazinedarlık ediyor ve öyle bir adaletle taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki, Hakîm-i Zülcelâlin dest-i kudretinde, balmumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir ve azamet-i kudretine karşı secdededir.” Daima secdede olan taşlar, Allah’ın azamet-i kudreti karşısında sertliğini benliğini bırakmasıyla toprak oluyor, suların dünya bedeninde dolaşımına vesile oluyor; adeta toprağa damar oluyor ağız dolusu rahmeti akıtmakla beraber ağız dolusu hakikat konuşuyor…
Efendimiz (sav)’in elinde zikir kelimeleri ile çiçek açan taşları dinlemek lazım! Toprağın bulutları olan taşları hayranlıkla izlemek lazım… Korunağımız olan, ana gibi kollarıyla saran, köprü olan, kale – burç olan, düşmana karşı silah olan, Peygamber eliyle dizilerek, inanan insanların, sırf Allah’ın emriyle etrafında pervane olarak döndüğü Kâbe olan, omuz omuza vererek kubbe olan, kanaviçe gibi işlenen taşların ardındaki sonsuz Merhameti tanımak, kelamını dinlemek lazım… Taşların anlattıkları, kulaklarımızda takırtı – tıkırtı olarak kalınca, yüklendiği manalar anlaşılmıyor... Oysa taşlar öyle sağlam konuşur ki… Ve Taşların hakikat konuşması ve asker gibi nöbet tutması çok güven vericidir. Taşları yüreği kaskatı olanlar işitemezler ve şuurları taş olanlar heykele çevirirler ve taşlar o yüksek kulluk makamından alaşağı edilirler…
Taşlarda bütün varlık âlemi gibi konferanslar verir; Allah’ı tanıtırlar, bize sonsuz kudreti sağlam kelimeler ile zikrederler… Taşlar İsmi Kayyûm’a güzel bir ayna olur; her şeyi sıkı sıkıya tutar. Hayata, seyyarelere ve dünyaya temel olur. Çiçeklerden geri kalmayacak güzelliğe sahiptir, yüzü soğuk olsa da varlığı sıcaktır. Tefekkürle hafızada yer vermeyince taşları vuruyoruz ta orta yerinden…
Sadece değerli taşlar ilgi gördü, hedef oldu, para oldu. Ya normal taşlar? Aslında en değerli taşlar; normal taşlardır. Toprağın iskeleti, hayatın dayanağı… Taşlar dünyanın avucu, elinde tutar hayatı ve kap olur… Taş mermiyi sektirir ama tefekkürü asla sektirmez… Taş, semaya kulak vermeye çalışan şeytanlara mancınıktan fırlayan gülleler olur… Toprağa sımsıkı yorgan ve sulara yol olur... Taşların sesini bize işittirmeye çalışan oymacılara, kanaviçe gibi işleyenlere de selam olsun…
Ağızları dolusu hakikatleri konuşan taşları dinlemek dileği ile son sözü taşlardaki tefekküre çok güzel kulak vermiş Bediüzzaman’a bırakıyorum: “Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı Zülcelâl tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi beyan etmek, ancak Kur'ân'a yakışır. İşte, birinci vazifesi: Toprağın, kudret-i Rabbâniye ile nebâtâta analık edip yetiştirdiği gibi, kudret-i İlâhiye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor. İkinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntazam cevelânına hizmetidir. Üçüncü vazife-i fıtriyesi: Çeşmelerin ve ırmakların, uyûn ve enhârın muntazam bir mizanla zuhur ve devamlarına hazinedarlık etmektir. Evet, taşlar, bütün kuvvetiyle ve ağızlarının dolusuyla akıttıkları âb-ı hayat suretinde delâil-i vahdâniyeti zemin yüzüne yazıp serpiyor.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.