Tövbe ve istiğfara muhtacız

Hâlime baktım, toplumun içinde bulunduğu vaziyeti düşündüm. Hemen aklıma Asrın İmamı’nın şu sözü geldi: “Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.”1

O zaman kendi kendime düşündüm ki, bir tevbe ve istiğfar kampanyasına ihtiyacım var. Yani, pişmanlık, nedamet, dönüş ve fenalıktan vazgeçiş hamlesi… Topyekûn millet olarak, aile olarak, fert olarak…
Öncelikle mânevî kirlerden arınmak gerek ki, ibadetlerimizden, amellerimizden, dualarımızdan, okumalarımızdan ve konuşmalarımızdan tam istifade etmiş ve üzerimizdeki hakkı yerine getirmiş olalım: “Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedâmettir”2

Tevbe veya tövbe; insan olmak dolayısıyla yaptığı kötülükten pişmanlık duymak, bir daha yapmamaya karar/söz vererek, Cenâb-ı Hak’tan affını dilemektir. Sadece günah işlemiş olanların değil, bütün mü’minlerin her zaman günahlardan arınarak mânen temizlenmeleri, ancak tövbe etmekle mümkün olur. Tövbe, aynı zamanda bir kulluk görevidir ve her zaman yapılması gereken bir ibadet şeklidir. “Kim ki tövbe etmezse, işte onlar zalimlerdir.”3

İstiğfar; insanın içine düştüğü bir hatanın pişmanlığıyla kıvranarak Cenâb-ı Hak’tan kusurlarının affedilmesini ve günahlarının bağışlanmasını istemesi, afv ve mağfiret dilemesi demektir.
Tövbe ve istiğfar, İlâhî sevgiyi ve hoşnutluğu celbeder: “...Allah, çok tövbe edenleri sever...”4
“...Şüphesiz Allah tevbeleri çokça kabul edici ve kullarına merhamet edicidir.”5

Resûl-i Ekrem (asm) Efendimizin ifadeleriyle: “Ne mutlu o kimseye ki, defterinde çok istiğfar bulunur.”
İstiğfar, insanı kibir, gurur, şımarıklık ve her nimeti kendinden bilme gafletinden korur. Hiçliğimizi ve fakrımızı anladıkça insanlığımızın yükseleceği bir kemâl kapısı açar önümüze. Bizi günahlara karşı dirençli/duyarlı ve donanımlı kılar.

Tevbe, mü’minin sıfatıdır. Her mükellef olan insanın Tevvâb olan Allah Teâlâ’ya karşı tevbe etmesi farz-ı ayndır.
Her konuda ümmetine örnek ve rehber olan Allah Resûlü (asm) tevbe hususunda buyururlar ki: “Bir kimse istiğfarı dilinden düşürmezse, Allah ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.”6

O halde buyurunuz:
Gizli-aşikâr cümle kusur, günah ve hatalarımız için,
Yeniden doğmak olan tevbede istikrarı ve nasuh tevbeyi yakalayamadığımız için,
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gibi günde en az yetmiş kere istiğfar ile Rabbimizin rahmet kapısını çalamadığımız için,

En makbul ve seçkin seher vaktinde kalplerimizi yumuşatıp gözyaşı akıtamadığımız için,
Vazifemiz olan şükrü bırakıp fahre, tevâzu ve utanmayı/boyun bükmeyi bırakıp şöhrete meylettiğimiz için,
Amellerimizi güzel görüp gurura düştüğümüz için,
Enaniyeti bırakıp hayrı ve vücudu tevfîk-i İlâhiyeden istemediğimiz; şer, tahrip ve nefse itimaddan vazgeçmediğimiz ve Rabbimize tam kul olamadığımız, seyyiâtımızı iyiliklere çeviremediğimiz için,
Bir elimize duâyı verip ebedî saâdete uzatamadığımız, diğer elimize istiğfarı verip seyyiâttan ve lânetlenmiş Cehennem zakkumundan tam olarak çekemediğimiz için,

Şerre meyletmeyi kesen ve onun tecavüzâtını kıran tevbe ve istiğfarı tam yapamadığımız için,
Aczimizi bilip İlâhî rahmete tam itimad etmeyi, ihtiyaçlarımızı görüp Rabbânî zenginlikten yardım istemeyi, kusurumuzu anlayıp af dilemeyi başaramadığımız için,
Bütün hastalıklarımızda her derdimize devâ olan tevbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubudiyetle, kudsî tiryak olan hakikî imanın kudsî ilâçlarından duâ ve niyaz ile tam olarak istifade ve istimal edemediğimiz için,
Uhuvvet ve kardeşliğimizin gereğini, şahs-ı mânevî adına vazife ve sorumluluklarımızı tam olarak ifa edemediğimiz için,

Gıybet, dedikodu, kıskançlık, hırs ve rekabet damarıyla kardeşlerimizin haklarını tam olarak gözetemediğimiz için,
Kendimiz için isteyip uygun gördüklerimizi, kardeşlerimizden esirgediğimiz için,
Kur’ânî hizmetlerde bir nebze de olsa emeği geçenleri küçümseyip, sadece kendi yaptıklarımızı nazara vermek istediğimiz için,
Feragat ve fedakârlık mesleği olan hizmetimizde ecir ve mükâfatta öne atıldığımız, risk ve sıkıntı anlarında geri durduğumuz için,

“Biz” yerine “ben” dediğimiz, “ben”siz hizmetlerin yürüyemeyeceği zehabına kapıldığımız için,
Vazifemizin kudsî, hizmetimizin ulvî, her bir saatimizin bir gün ibadet hükmüne geçebilecek kıymette olduğunun idrakıyla elimizden kaçmaması adına gereken dikkati gösteremediğimiz için,
“Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur”7 hakikatına tam olarak teslim olamadığımız için…

Sana dehâlet ediyor, nedamet ve pişmanlıklarımızı arz ediyoruz yâ Erhame’r-Râhimîn.
Ya Rab, kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin!

Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İkinci Lem’a, Birinci Nükte
2- A.g.y, Sözler, onsekizinci söz, birinci nokta
3- Hucurat, 49/11
4- Bakara, 2/222
5- Tevbe, 9/118
6- Ebû Davud, Vitr :26
7- A.g.e, 13.Lem’a

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.