İsmail BERK
Vicdani ret üzerine-1
Vicdan, fıtratımızdır. Vicdani olan insanidir. İnsani olan vicdanidir. Bir başka deyişle, vicdani olmak, yaratılış kodları ile beşeriyet ruhunu korumayı ve kabul aralığında kalmayı sağlar.
Vicdan, kalite kontrol sistemimizdir. Duyarlılık/hassasiyet alanımızın en belirginleşen safiyet ve samimiyet testidir.
Vicdani olan her şey, insana dair bir tercihin dikkate alınması gereken yüksek seviyedir. Vicdani olanı dikkate alan bir yönetim/sistem/rejim/hükümet daha insani zemine yaklaşır.
Vicdani olan siyasi olmaktan ziyade ahlaki ve fikridir. Düşünce ve inanç açısından kişinin aidiyet bilincinin ortaya koyduğu bir tarz ve tutumdur.
Vicdani olan her hareket bir başkasınca kabullenilmeyi ve saygıyı hak eder. Vicdan, objektif bir normu ifade eder. Standardı “yasalar/kasalar/masalar” ile sınırlandırılamaz.
Devlet/hükümet/rejim/topluluk/baskı grupları ile tanımlanmış normlar vicdani olsa da, vicdanın temsil değeri bizzat kendisidir.
Kurum ve kuruluşlar vicdanın sesi olabilir ama vicdanın kendisi değildir.
Vicdanın standardı, kalbi sevginin, akli tercihin ve ruhi şefkatin ortaya koyduğu insan kimyasının bileşenlerinden üretilen bir hal ve tavırdır.
Vicdan, her zaman kabul veya ret barındırır. Bunu her insan kendi içinde bizzat yaşar.
Vicdanı kendi içinde yaşayan insandır. İnsani vasıfları ve duyarlılıkları olan insandan bahsediyoruz. İnsan olan insanın vicdanı olur. Vicdanın ise tercihi olur.
Vicdanımız ile cüzdanımız karşı karşıya geldiğinde hangisini tercih edeceğimiz, vicdanla ilgili bir parametrenin varlığını veya yokluğunu ortaya koyar.
Vicdanımız ile çevremiz çatıştığında, bu dar geçitte, çevrelenmiş alışkanlıklar zincirinde ve bağımlılık yapan davranışlarımızın mengenesinde yaptığımız zor ve ağır tercih, ibreyi vicdandan yana koyup risk alıyorsa, yine vicdan denen iksirin sabır yumağında öğütülüyoruz demektir. Kolayı ise, uydum kalabalığa deyip vicdanı paslandırmaktır.
Makamla vicdan kavgaya giriştiğinde ya da karşı karşıya geldiğinde, biz hangi saftayız, neredeyiz? Tepebiliyor muyuz o büyülü fener olan makamı? Yoksa mazeretler yığınından yangına dönen içimize yeni odunlar mı taşıyoruz? Ateş alan vicdanımızı mı yakıyoruz? Ne dersiniz?
Dar bir kadro, “saygı” duyduğunuz zevat, bağlandığınız bir yapı, oturduğunuz mahalle, gözünüz önündeki olaylar ve müşahedeleriniz, yanlış ve ilkesiz tutumlara şahitlik ediyorsa, vicdani çıkışınız/duruşunuz siz ele verir. Ona/o gördüğünüze itiraz etme vicdaniliği mi, yoksa “örtki ölem” içinde “kolu kırıp yen içinde saklamanın” suç ortaklığı ile “kol kırılır yen içinde kalır” savrulması ile faili malumu meçhul hale getirmek mi?
Kötünün, yanlışın, yalanın, bölmenin, kendini koruma ve kollamanın vicdanla çatışan, sui istimal ve emanetlere hıyanet barındıran, temsile gölge düşüren tutum ve davranışlar karşısında kendinize nasıl seslenirsiniz?
“Mütekellim vahde” olduğunda, yani kendi adına ifade ve karar vermede fedakarlık yapmanın faziletini taşıyıp vicdanla yaşamak için ne kadar hazırız ve ne derece pratiğimiz var?
“Mütekellim maal gayr” olduğunda, yani bir başkası veya topluluk ve temsil adına, temsil ettiklerinin ruhuna ve fikrine zıt bir ısrar ve tasarrufta bulunmanın “ihanet”i halinde, şahsında yapmadığı fedakarlığı kurum adına yapıp “fazilet” diye yutturma karşısında, sessiz vicdanların sesi olup bir bedel ödemek gerektiğinde, vicdanımızla bu yüke talip olur muyuz?
Kendi adımıza fedakarlık fazilettir. Başkası adına/rağmına fedakarlık ise ihanettir. Buna göre, “‘Ben’ veya ‘siz’ ne fark eder, hepimiz kardeşiz” deyip kardeşine bile ihanet edercesine hakkını ve hukukunu gasp etmek, acaba “şecaat” mı, yoksa “merd-i Kıpti” mi? Tercihe göre, vicdani ibrenin çalışıp çalışmadığı ortaya çıkar.
Vicdan, böylesine yaralı bir süreçte sesini çıkarmazsa, nereye düşer? Nerede arayalım?
Vicdan, maruz kalınan olaylar karşısında bir kükreyiştir. Bir küsmektir. Bir kaçıştır. Bir ret etmektir. Bir duruştur. Bir tavırdır. Bir risk almak ve taraf olmaktır. Gerektiğinde idare/riyaset, siyaset/nüfuz ve ticaret/menfaat ile karşı karşıya gelmektir. Riyaset sahipleri ile nüfuz ticaretini yapan ve manevi baskı kullanan “büyük”lerle karşı karşıya gelmektir. Peşinen, kayıp hanesine işlenip “ayıp” hanesinden kurtulmaktır.
Vicdan, bir kabul veya itiraz damarıdır. Kabul; teslimiyet, suçu örtmek, gıybete ortak olmak, yanlışa susmak, yalana katlanmak, beğenmediğine dayanmak gibi insan kumaşının kalitesini eskiten bir hal değildir.
Bu suskunluk ve yutkunma içindeki sessizlik ve kabulsüzlük, vicdani bir aygıtla masum ve mağdurları sahiplenmeyi engelliyorsa, durum vahimdir. “Akıllı davranmak”, üç günlük dünya hayatında bazı fırsatlara, geçici geçimlere/seçimlere ve tamahlık geçişlere göz yummakla yürüyen ve yürütülen bir “tezgah”sa, işte vicdan burada haykırır, oyunu bozar, ya da izzetle mesafe koyar.
Vicdan, vicdan-ı umuminin bir hülasasıdır. Cumhur-u ulemanın pusulasıyla yürür. Vicdan; akılla, iz’anla, şefkatle ve rahmani tezahürlerle kendini bulur ve yaşar. Yoksa vicdan, çekilip gider bu vadide.
Ve artık her şey tevilin kıskacında, tarafgirliğin pençesinde, güçlünün hırsında, iktidarların/muktedirlerin tahakkümünde, propagandanın şartlanmışlığında, mazlumun ahında, mağrurun daha da hırçınlaşan “vah”ında batağa saplanır. Böylece vicdan sürgüne gider o ülkede/meydanda.
Siyasi tarihimizin ittihatçılarla başlayan çete üretme sistemleri ve kan/kin/husumet kokan, ihtilal sıtması ile beslenen bütün ufunetleri ve onun yörüngesinde kendine mecra bulmuş uygulamaların her mahalleye sirayet eden tezahürleri, vicdanla icracıların kavgasını zorunlu kılmıştır. İtiraz hakkının her türlüsüne meşru zeminde kalmak şartıyla bir asalet katmıştır.
Bediüzzaman’ın “Fıtrat-ı zişuur olan vicdan” tarifi, o kadar muhteşem ve manidar ki, idrakin ahlakını, iz’anın irfanını ve adaletin aklını temsil eder.
(Devam edecek)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.