Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
Yavuz Bahadıroğlu (Niyazi abi)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
21 Ocak 2021'de, Türkiye'nin iman, İslam, nur, cihad göğünden bir yıldız daha kaydı sonsuzluk rahmetine!
Ülker yıldızına benzer bu yıldızdan sonra şafak ne zaman sökecek beraberce göreceğiz..
Akit'teki son yazısı 2 kasım 2020.
Vefat tarihi 21 Ocak 2021.
Tastamam 80 gün hasta yattı.
Allah biliyor ki, bu zaman içinde hergün saymadığım kadar rahmetli Bahadıroğlu, Fırıncı Abi, Hüsnü Abi, M.Kutlular Abi, Çantacı Necmi Abi, Hasan Kaplan Abi başta olarak hasta bildiğim nurlu büyüklere ve tüm hasta müminlere dua ettim ve ediyorum.
76 yaşında Hakkın rahmetine kavuştu.
1945 Rize/ Pazar/ Hisarlı Köyünde doğdu.
76 yaşında İstanbul'da bu hayata gözlerini yumdu.
22 ocak 2021'de, Eyüp Sultan avlusunda gençlerin çoğunlukta olduğu cenaze namazını Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş kıldırdı, Eyüp Camii haziresine/ mezarlığına yerlendi.
Evli ve üç çocuk babasıydı. Cenaze namazında oğulları; Mücahit ve Abdurrahman Şeref, eşi Fatma Birinci ve kızı Ayşenur Birinci Taktak bulundular.
Allah rahmet etsin ve cennette buluşsunlar inşaallah.
Cenaze namazında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da vardı.
***
Akit'teki son yazısı 2 kasım 2020
"Osmanlı'da Ev Hayatı"
“Osmanlı insanı” dediğimiz zaman hem bir şefkat manzumesini hatırlamalıyız, hem de bir cesaret âbidesini... Onların hepsini olmasa bile, birçoğunu “yürek adam” olarak tanımlamak mümkündür!
.........
Bu evlerde ve ortamlarda yetişen isimleri hatırlarsak, mekânın ve ortamın, çocuk yetiştirmede ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. İnsan “tesadüfen” yetişmez!"
İnsan “tesadüfen” yetişmez! Son cümlesi bu.
Nerden biliyor ki?
Bence kendinden.
***
"Camiye Gidenin Dişlerini Sökerim"
Çocukluğum kafes kuşu tadında geçti. Anneciğimin kırklı yaşlarında, tam beş kız kardeşin üzerine "erkek kimliği" ile gelmem, "mucize çocuk" muamelesi görmeme yol açtı. Bu imtiyazı idrake başladığımda, galiba şımarmaya da başladım; ama küçükken yapılması gereken şeyler vardı:
Öncelikle Kur’an öğrenmeliydim. Ezanın ürke ürke okunduğu bir dönemde, pek tabii Kur’an korka korka öğrenilir. Arada bir jandarmalar geliyor, camiye giriyor, ne okuduğumuza bakıyor, Oflu Hoca’ya sert sert bir şeyler söylüyorlar ve söylene söylene gidiyorlardı. Başöğretmen Hikmet Bey (o tarihte ilkokulları müdür yerine başöğretmenler yönetirdi) her cumartesi öğle vakti tüm öğrencileri okulun bahçesinde sıraya dizer, parmağını mavzer tüfeği namlusu gibi suratımıza sallayarak, "Pazar günü camiye gidenin dişlerini sökerim!" derdi. Öylesine diş sökme meraklısıydı ki, dişçi olması gerekirken, yanlışlıkla öğretmen olduğunu düşünmekten kendimi alamazdım.
Kitaplarım Benim Sığınağımdır
"Dünya" denilen şu ormanda, kitaplarım benim sığınaklarım. Onlarla yalnızlıktan kurtulurum. Kendimi hâlâ satırlarda çözmeye çalışır, geçmişimin en görkemli hikâyesini sayfalarda ararım. Yani her kitabımda bir bakıma kayıp özgeçmişimi arar, her kitabıma yitik özgeçmişimin notunu düşerim: "Bir varmış, bir yokmuş.”
Yirmili yaşların son kertesine doğru gazeteciliğe başladım. Yeni Asya Gazetesi. (Temmuz 1971). Önümde büyük hedefler, yüreğimde heyecanlı çırpıntılarla yıllar boyu yazdım. Gecem gündüzüm bir birine girdi. Uykuda bile yaşadım. Benim için yazmak, sevmek ve yaşamaktır.
Bana Okumayı Sevdiren Adam
Beni okumaya yönlendiren bir kaç öğretmen ve bir kaç isim sayabilirim.
Bunlardan bir tanesi de rahmetli babamdır.
Daha ortaokul ikinci sınıfa gidiyorum. Elinde Safahat'ın tıpkıbasımıyla ders çalıştığım odama girdi. "Al, İstiklal Marşı'nı Akif'in el yazısından oku bakalım bana” dedi. "Ben bunu okuyamam” deyince de, "Sen Akif'i sevmiyor musun?” dedi. "Seviyorum, hatta İstiklal Marşı'nın on kıtasını ezbere biliyorum” dedim. "Sen Akif'i seviyorsun ve el yazısını okuyamıyorsun, bu nasıl bir sevgidir, çok üzülmüştür şimdi, aslında ben de üzüldüm” deyip kitabı da masamda bıraktı ve odamdan çıktı.
Babam gemi kaptanıydı, ayda yılda bir eve uğrardı. Uğradığı zamanlarda da böyle hinlikler yapardı. Ben de odama kapandım ve on iki günde Osmanlıca okumayı öğrendim. Çünkü 15 gün sonra babam gemisiyle yine gidecek, 3 ay sonra dönecekti. Giderken atladım, "Al, ben bunu okuyabiliyorum” dedim. Ve okudum.
O da "Aferin, Akif şimdi seni çok seviyor” dedi ve gözlerimin içine baktı, gülümsedi ve "Baban da seni çok seviyor” dedi.
Babam çok gülümseyen bir adam değildi. Karadeniz'in sert rüzgârları gibi, fırtınalı bir adamdı. İlk defa bana "Seni seviyorum” demişti yüzüme karşı ve son defa..."
[Niyazi Birinci bir çok kitapta ve anlatttığı hatırasında; Küçük Risaleleri yazıp Üstada gönderdiğini, Üstad Bediüzzaman'ın kitabın sonuna; "Allah kalemini mübarek kılsın" diye dua yazdığını belirtir. "Said nursi' nin fikirleri, maddeci felsefeyi ezerek geçen mana tankıdır."]
(Said Nursi ve Nurculuk Hakkında Aydınlar Konuşuyor. Necmettin Şahiner Yeni Asya Yayınları 1979.)
Biz Seni Bunun İçin Mi Okuttuk?
"1972 sonlarıydı, ilk kitabım Sunguroğlu çıktı ve önce ona (babama) gönderdim.
Sert bir mektup yazdı. “Böyle hikâyeyle, masalla insanlara hizmet mi edeceksin evlat, biz seni bunun için mi okuttuk?” diyordu mektubunda.
Çok sarsıldım tabi, yüreğimin üzerinden tank geçmiş gibi oldu. Benim kalemim durdu... Aradan bir zaman geçti. Hastalanmış babam. Sonra kendisi anlattı. Müthiş bir grip olmuş.
Nekahet döneminde de, “Bakalım bizim oğlan ne yazmış” diyerek kitabımı okumuş. Okuduktan sonra bana;
"Ciğer köşem oğlum” diye başlayan bir mektup yazdı. Bu mektupta, bununla insanlara hizmet etmenin mümkün olduğunu, Kur'an'da da kıssaların yer aldığını, kıssaların (ibretli hikâyeler) anlamayı kolaylaştırdığını ve benim yaptığım işin aslında bu olduğunu yazmıştı.
Daha sonra, yüz yüze geldiğimizde, “Niye önce sert, sonradan da böyle bir mektup yazdın?” diye sormuştum. “Okumadan yazmıştım, aşk-meşk romanlarından biri zannetmiştim” demişti. “Zanla olur mu baba, sen araştırıcı bir adamsın, bana haksızlık ettin” dedim. Bana bir takım elbise aldı, öylece ödeşmiş olduk.
Tarihe Seyahatim Babamın Getirdiği Kitapla Başladı
Sefer dönüşü bir armağan getirdi babam. Yine Osmanlıca bir kitaptı: Tarih-i Nâima. Tarihe seyahatim bu kitapla başladı.
Ardından yazma merakı hafif hafif yüreğimi dürtükledi. Şiirler ve halk hikâyeleri türünden bir şeyler karalamaya yöneldim. Yazdıklarımı okuduğum herkes bayılıyor, ama ben bir türlü beğenemiyordum. Sürekli okuyup yazmaya devam ettim. Tabii bütün bunların uzunca hikâyeleri var.
Roman olarak ilk okuduğum kitap Sefiller.
Hatta onun da bir hikâyesi var. Hayat zaten yaşanmış hikâyeler bütünüdür. Çocukluğumda Amerikan çizgi romanları ortalığı kasıp kavuruyordu. Tabiatıyla biz de Amerikalı uyduruk kahramanlara özeniyorduk. Aklım ermeye başladığında tepki doldum, ancak tepkiyi aktif hale getirmeliydim. Yerimde oturup söylenerek bir şey halledemezdim. Başta babamın armağanı Naima Tarihi olmak üzere okuduğum tarih kitaplarındaki kahramanlıkları düşünmeye başladım.
Zaman içinde bir karar verdim: Osman Gazi, Fatih, Yavuz ve diğerleri kendi kahramanlarımı yazacaktım. Bismillah; dedim ve Sunguroğlu’nu yazdım. (1972)
Bence çok da iyi ettim!
Benim kızım da aynı romanın genç kız kahramanı Nilüfer’den öylesine etkilenmiş ki, ilk torunuma Nilüfer ismini verdi. Dahası, konferans için gittiğim yerlerde bu tür şeylerle çokça karşılaşıyorum. Ya benim adımı veriyorlar çocuğa, ya da roman kahramanlarımın. İnsanın yüreği sevinçle vuruyor o zaman. Yazarın ödülü bu olsa gerek diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Ömür, Yazarda Esere Dönüşür!
1974 yılıydı. Zor günler geçiriyordum.
Eşim hastalanmıştı. Önce en küçük oğlumu uyutuyor, sonra okul çağındaki iki çocuğumu okula hazırlıyor, karlı havalarda biri bir omzumda, öteki diğer omzumda okula götürüyor, hızla eve dönüp eşime kahvaltı veriyor, ilaçlarını içiriyor, sonra da masanın başına oturup; "Buhara Yanıyor"u yazıyordum.
Bu hengâme içinde bir de ayrı imzalarla iki köşe yazısı kaleme alıyordum. Bazıları "Bu kadar eser nasıl yazılır?" diye soruyor. İşte böyle yazılır. Başkalarının kahvehanelerde, meyhanelerde tükettikleri zamanı değerlendirirseniz, ömür biriktirmiş olursunuz. Ömür, yazarda esere dönüşür."
Tarihi Romanlaştıracağım!..
"Yirmili yaşlardaydım. Müthiş bir tarihin içinden geldiğimiz halde kudretli romanlarımızın olmayışı beni tedirgin etmeye başladı. "Tarihi roman" adına yazılanlar tarihi arka plân olarak kullanıyor, hatta tahrif ediyorlardı. Dahası, "insan"sız romanlardı. Silik bir sürü kukla yatak odaları arasında mekik dokuyordu.
Osmanlı ceddimin yaşam biçimine girdikçe, onları kadını, erkeği, çocuğu ve en önemlisi devlet yapısıyla tanıdıkça fark ettim ki yazılanlar gerçek dışı. İftira! Önce üzülüp hüzünlendiğimi, ardından kızıp köpürdüğümü, en sonunda bağırıp çağırdığımı, nihayet durulup bir karar verdiğimi hatırlıyorum: Tarihi romanlaştıracağım!
Romanın etkisini biliyordum. Tarih bilincinin ancak hikâyeleştirilmiş tarihle sağlanacağına inanıyordum. Onu yapmaya çalıştım. Ceddim beni peşine takıp götürdü, anlayacağınız. Bazen rüyalarıma girip beni yönettiler. Bazen çalışma odamda doluşup daha hızlı yazmaya teşvik ettiler beni. Hayat boyu acele edişimin sebebi hem bu, hem de yazmak istediklerimi yazamadan göçme telâşıdır.
Yine yazamadıklarım yazdıklarımdan daima fazla olacaktır. Bunu biliyorum. Bu yüzden hâlâ acele ediyorum.
Yavuz Bahadıroğlu dışında Şeref Baysal, Bahadır Alp, Veysel Akpınar, Selçuk Kuleli, Nurcan Sevinç imzalarını kullandım.
Haber yapıyor, fotoğraf çekiyor, köşe yazısı yazıyordum. Bütün bunlara tek imza atmak garip oluyordu. Roman yazdığımda da hukuk müşavirimiz rahmetli Bekir Berk abi, “Bu böyle olmaz, gel sana başka isim bulalım. Senin ismin Yavuz Serdaroğlu olsun!' dedi. Ben Yavuz ismini beğendim, ancak Serdaroğlu yerine, kendi soyumuzdan gelen Bahadıroğlu ismini daha sempatik buldum"
Niyazi Birinci Hisarlı Köyü'nde yazıyor!- 1967
(Kaynak ; https://www.rizedeyiz.com/Haber/Cay-Eksperi-Niyazi-Birinciden-Yazar-Yavuz-Bahadirogluna-96536.html Çay Eksperi Niyazi Birinciden Yazar Yavuz Bahadıroğluna)
***
Asıl çıkışını Yavuz Bahadıroğlu ismiyle yazdığı romanlarla yaptı. İlk romanı Sunguroğlu ve ardından yazdığı Buhara Yanıyor romanı ülkenin en çok satan romanlarından oldu.
1972 - Sunguroğlu I - 1985 - Sunguroğlu Kaybolan Elçiler 10
Uzun yıllar Can Kardeş dergisi genel yayın yönetmeni olarak çalışmalarını sürdüren Niyazi Birinci, yurt içinde ve yurt dışında çeşitli konularda konferanslar verdi, çeşitli kurum ve kuruluşlardan ödüller aldı.
Şahsımın Yavuz Bahadıroğlu'su
Yavuz Bahadıroğlu' nun köşe yazılarını; 1972/ 73 yıllarında ara ara, 1974'ten itibaren de hergün coşkuyla sürurla göğsü kabararak alıp okumaya başladım.
Hasanoğlan Yatılı Öğretmen Okulu içindeki gazete bayiinde gazete kuyruğu oluşurdu. Çok değerli arkadaşlarla beraber biz de; Birr Yeni Asya! derdik.
Her çeşit dergi bayide vardı ve gazetesini satıcıdan istiyen her öğrenci, çok kararlı ve kasılarak:" Birr.." derdi.
1975'te M.Nezihi Polat Armağan Yarışmasında; hikaye yarışmasında ilk 5'e girince gazete bizim hem aşkımız hem silahımız oldu!
Gerçekten aşık olamadık, olsak ta gizledik amma hizmete, davaya aşkımız bitmedi devam ediyor.
1978'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni kazanınca; rahmetli Yavuz Abi'yle tanışma bahtiyarlığına erdik.
İstanbul'da ona artık Niyazi Abi diyorduk.
İlkin İGT (İstanbul Gençlik Teşkilatı/ Fatih) seminerlerinden hatırlar gibiyim. O seminerlere Isparta Yurdu'ndan kıymetli hemşerim en kıdemli arkadaşım Mustafa Öztürk'le yayan giderdik; Kızılelma Caddesi'nden, Oğuzhan Caddesi, Akdeniz Caddesi ve Fevzi Paşa Caddesi'ne. Sonra İGT'nin anma geceleri.
İstanbul Tepebaşı Gazinosu'nda Çemberlitaş ve Aksaray'da gerçekleştirilen; İstanbul'un Fethi, Çanakkale Şehitleri vb. anma programları.
Tepebeşı'nda Niyazi Abi'nin yazıp arkadaşlarla canlandırdığımız Fatih piyesini sanki bugün gibi hatırlıyorum. Sahnenin arkadında boydan boya ve en iri harflerle: "FATİH'İN TORUNLARI HOŞ GELDİNİZ" yazıyordu.
Rahmetli Yıldırım Gürses bu kutlamalara layık muhteşem bir sanatçıydı.
Niyazi Abi'nin Hekimoğlu İsmail'le birlikte; bugün eli kalem tutan konuşan her nur talebesi ve müslim mümin yazarda payı ve hakkı olduğunu düşünüyorum.
Yavuz Bahadıroğlu deyince; yaşıklı, levent endamlı, burma bıyıklı, Yavuz çehreli, tok sesli, güleç, içten... Aklıma ve gözönüme geliyor.
Hele 1970 şartlarında belki de Türkiye'nin çok yazan çok okunan yazarı olduğunu düşünmemiz, bize tarifsiz şevk, çoşku ve iftihar veriyordu.
Genç bir üniversitelinin duyacağı sevinç, övünç ve kıvancı, Bahadıroğlu'nu okuyup yüzyüze sohbet edince hissediyorduk.
O zayıflık, kısmen eziklik zamanımızda arkamızdaki genç ve yeşil bir dağ gibiydi.
İnanarak diyorum ki, gerçekten benim için öyleydi.
İlk yüzyüze tanışmamız; Kazım İ.Gürkan Caddesi'ndeki gazetenin son katındaydı.
Araştırma merkeziydi burası. Ümit Şimşek, Mehmed Paksu ordan aklımda kalanlar.
Sonra 1980 sonbaharı olmalı; başta İslam Yaşar abi olmak üzere; Edebiyat Fakülteliler, Taksim AKM'de rahmetli Necip Fazıl'a verilen Sultanışşuara ödül törenine katıldık beraberce.
Yolda bize Necip Fazıl'ı anlattı. Rahmetli Kısakürek' in çekim bittikten sonra kameramanı azarlamasını unutamıyorum.
"Beni şöhret mi yapacaksın" diye kızdığı aklımda kalmış!
Bir de Çöle İnen Nur'u yeni okumuştum. Ödül salonunda "Çöle İnen Nur'un yazarı..!" diye haykırmaktan kendimi zor alıkoymuştum.
Yavuz Bahadıroğlu'nun, nur talebelerinin çok ihlaslı yıllarının en görkemli ve meyveli çınarı olduğuna inanıyorum.
O yıllar Nurcular cemaatler değil cemaatti.
Bir, vahid, mücahid, dayanışmacı, muhlis, mübarek cemaatin en görkemli, gösterişli ve bereketli kerameti Yavuz Bahadıroğlu'nda tecessüm ve tecessüd etti diye düşünürüm.
"Okudum okudum okudum ve yazdım" sözünü unutamıyorum.
O deyince; Üstadı, babası, Hakkı dayısı, Birinci abisi, Fırıncı, Kutlular ve Bekir Abisi..
Osmanlı, çınar, Sunguroğlu, Buhara Yanıyor, Semerkand, Timur, Cengiz, Fatih, Yıldırım hele de Yavuz geliyor aklıma.
Sanırım kendini Yavuz'a benzetirdi.
Yan yana portrelerinin altına; 'biri tarih yaptı, biri de tarih yazdı' görüntüsünü net hatırlıyorum.
"Tarihi sevdiren adam" sıfatını çok seviyordu.
Hakkaten hakketmişti bu sıfatı.
Bütün edebi alanlarda yazan ilk kişi; Ahmet Mithat Efendi denir.
Bence 360 dereceye yakın, edebiyat türünde yazan son adam Yavuz Bahadıroğlu.
İstiyen araştırsın ve görsün!
1983 yılında öğretmen olduktan sonra mektuplaşmalarımız ve Risale-i Nur Sempozyumları'nda, kitap ve imza günlerinde görüşmelerimiz devam etti.
Kısaca rahmetli Niyazi Abi, hem kendimin hem aile ve çocuklarımın yetişmesinde, öncelikle çocuklarımın Can Kardeş çocuk dergisiyle eğitiminde, özellikle yapabildiğim hizmetlerde; manevi desteği roman, gazete, dergi ve tüm yaptıklarıyla büyük ve etkili paya sahip.
O nesillerin romancı ve eğitimcisiydi.
Mehter marşıyla karşılanasın koca yürekli, akıl küpü yiğit yakışıklı, adam gibi adam Yavuz Bahadıroğlu!
Mektuplarında; sorduğum edebi sorulara cevap veriyor, bazı dahildeki kıskançlıklardan dertleniyordu.
Kendimce teselli edici şeyler yazıyordum.
Şimdi tahakkuk etti ki en çok şikayet ettiği ve rahatsız olduğu kişi şu anda tüm nurcuları rahatsız ediyor!
1988'de öğrencilerimle beraber Yeni Bosna'da gazetedeki odasında ziyaret edip sohbet ettik ve kitap imzalattık.
1988'de Antalya İHL öğrencileri Yavuz Bahadıroğlu'nun çalışma odasında.
Niyazi Abi o kadar yoğun çalışma arasında özenle ve uzunca yazdığı mektuplardan.
Kitap Hesap ve Sıkıntı
1980 sonrası galiba gençlik dergisi Köprü'de; önce kitap sonra hesap yazısının üstünde; bir mahkeme duruşmasından fotoğrafı vardı.
Altında ise, "önce kitap sonra hesap" yazıyordu.
12 Eylül yıllarındaki bu fotoğraf ve yazı bende; haklıyız ve güçlüyüz duygusu uyandırmıştı.
"Haklıyız ki, 12 Eylül cunta yönetiminde doğruyu yazıyor ve bedelini ödeyecek güç ve cesarete sahibiz. Rahat günlerin iddia ve davacısı değiliz!.."
Öğrenciyken bir vesileyle Bahçelievler'deki evine gittim.
Kapıyı çaldım açtı ve tam karşı daireye girdik.
Baktım tüm daire kitaplık mübalağa yok. Eserlerini bu dairede yazıyordu.
Sanırım çok çeşitli alanda yazıp, çok satınca iki daire kirasını ödeyebiliyordu.
Sıkıntılar Bitmez!
Gazete Duvar'ın 17 Mayıs 2017'deki haberine göre;
TV Net'teki Derin Tarih/ 2017, adlı programda Süleyman Yeşilyurt, Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan hakkında “Afet İnan hiçbir zaman manevi evlat değildir. Çankaya’nın nikahsız First Lady’sidir” demişti.
Yavuz Bahadıroğlu’nun İnan’la ilgili olarak “Güzel miydi?” sorusunu sorması üzerine, Mustafa Armağan ise “Gençliğinde güzeldi ancak sonradan şişmanlıyor” şeklinde cevap vermişti.
Atatürk'ün hatırasına hakaret soruşturması'nda tutuklu sanık Süleyman Yeşilyurt ile sanık Hasan Akar'ın 2.5 ile 7.5 buçuk yıl arasında hapis cezasına çarptırılmaları istenmiş; Mustafa Armağan ve Yavuz Bahadıroğlu hakkında takipsizlik kararı verilmişti.
"Tutuklanmamı çok isteyen çevrelere..." başlıklı Akit' teki yazısında olaya değinerek, "Bunun için özür dileyecek değilim. Oh olmuş!" ifadesini kullandı.
"Hayret ettiğim şu ki, beni bilen, fırsat buldukça kitaplarımla büyüdüklerini söyleyen, hak etmediğim halde bazı vesilelerle bendenize övgüler düzen kimi bakanlar, milletvekilleri ve belediye başkanları bile veryansın edenler kervanına katıldı.
Hatta Meclis Başkanı ile Başbakan, devam etmekte olan bir soruşturma hakkında çok ağır konuştular. AK Parti çevrelerinden tek “geçmiş olsun” telefonu almadım.
Bazı belediyeler önceden kararlaştırılmış konferans programlarımı iptal etmekte âdeta yarıştılar. Umurumda değil. Ama böylesine derin bir ürkeklikle siyaset yapılamaz. Değil şehir, insan kendi kendisini bile yönetemez!
“Peki, sana kimse sahip çıkmadı mı?” diye soracak olursanız, iftiharla söyleyeyim ki, her kesimden gençler sahip çıktılar, halkım sahip çıktı; korkmadan, çekinmeden destek verdiler.
Kulaklarına karsuyu kaçanlar da duysun diye yazayım: Savcılık “takipsizlik” kararı verdi. Şükür ki, Türkiye’de hâlâ delillere göre hareket eden hukukçular var.
Şimdi hak arama sırası bende. Kimler tarafından yönetildiğini çok iyi bildiğimiz sosyal medya saldırganları ile medya ve siyaset şuursuzları adalet önünde hesap vermeye hazır olsunlar.
“Eski dost”larla da elbette Mahkeme-i Kübra’da hesaplaşacağız." (Mayıs 2017)
***
Hürriyet'ten Gülseven Özkan'ın haberine göre, Çorum Belediyesi tarafından okullarda açılacak Z- kütüphaneler için ildeki bazı okullara kitap listesi çıkarılarak gönderildi. Gönderilen kitaplar arasında Yavuz Bahadıroğlu’nun "Kemalist Yalanlar", "Sunguroğlu II", "Zikir Fikir Şükür kitapları yer aldı.
Yavuz Bahadıroğlu'nun Kitapları Okullara Dağıtıldı!
Atatürk’e hakaret ettikleri için haklarında soruşturma açılan Yavuz Bahadıroğlu kitaplarının Çorum’da açılacak kütüphaneler için okullara dağıtıldığı ortaya çıktı. Okullara dağıtılan kitaplar arasında "Kemalist Yalanlar" ve "Lozan Zafer Mi? Hezimet mi?" adlı kitaplar da var.
Ayrıca bu isimlerin kitapları dışında farklı yazarlara ait "Başörtümle Çok Mutluyum", "Temel Dini Bilgiler Rehberim- İbadet", "Sahabelerle Değerler Eğitimi", "Minik Mümin", "Benim Haccım" isimli çocuk kitaplarının okullara gönderildiği belirtildi.
Bahadıroğlu'nun Kitapları Toplatılıyor! ( Ocak 2018)
"Bir-iki okul kaldı onlar da bugün (4 Ocak) toplatılacak. Küçük yaş grubundaki çocuk kitapları ile ilgili henüz bilgi ulaşmadı. Onlarda da bu yazarlar varsa toplatılacak. O kitapların dağıtılıp dağıtılmadığını şu an bilmiyorum ama Diyanet İşleri Başkanlığı gibi resmi kurumların kitaplarını toplatmayız. Diğer kitaplar toplatılıyor.”
Mert ve cesur adamın ölümünü, "karanlık oda" böyle haber yapar!..
***
Yavuz Bahadıroğlu: "Bekir Berk Abi, Fatih' teki bir klinikte hasta yatarken, Ahmed Tanyel bir defter uzattı kanatini yazar mısın diye.
'Ağabey sağlığında bana hizmeti sevdirmiştin, ölürken de ölümü sevdirdin' yazdım deftere." (Hayatını Davasına Adayan Adam/ Bekir Berk, Nesil)
Yavuz Bahadıroğlu’nun ölümünü oğlu Mücahit Birinci sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla duyurdu.
“Yolumu aydınlatan, mücadelesi ile bana ilham veren, bir neslin doğru yetişmesine vesile olan babamız Niyazi Birinci (Yavuz Bahadıroğlu) Allah'ın rahmetine yürüdü."
Rahman ve Rahim olan Allah, ona şefkati ile muamele etsin. Başımız sağolsun. El Fatiha...
Allah Cennet' teki makamını Firdevs yapsın Nur talebelerinin en verimli, bereketli, meyveli çınarı Yavuz Bahadıroğlu abimiz.
Ruhun şad olsun.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.