Faruk ÇAKIR
Zâlimleri sevmeyenleri biz sevelim!
Son günlerde yeniden gündeme gelen mahalle baskısına bir örnek de merhum Mehmed Âkif Ersoyun hayatıdır. Tabiî bu baskıyı mahalle baskısı gibi kimden geldiği belli olmayan, hayalî bir baskı olarak değil, devletin millete baskısına örnek olarak görmek lâzım.
Aslında merhum Mehmed Âkifin hayatı millete yaşatılan, dayatılan çelişkinin de özeti sayılabilir. Elbette bu çelişki sadece Akifin hayatıyla değil, onun gibi onlarca, belki de yüzlerce âlim ve fazıl insanın hayatıyla yaşatılmıştır.
Hani, Yakın tarih doğru olarak anlatılmıyor. Türkiyede iki farklı tarih anlayışı var; biri resmî tarih diğeri de milletin inandığı gerçek tarih deyince rahatsız olanlar var ya. Onlara sormak lâzım: Hâl-i hazırda okunmaya devam eden İstiklâl Marşımızın yazarı olan merhum Mehmed Âkif, niçin ülkesini terk etmeye mecbur edilmiştir? Ömrünün son yıllarında Türkiyeye gelebilen ümit şairinin vefatından sonra cenazesine sahip çıkılmasından bile rahatsız olunmamış mıdır?
Bu soruların cevapları okullarımızda okutulan tarih ya da edebiyat ders kitaplarında var mıdır? Yok ise niçin? Bugün itibarıyla İstiklâl şairimize sahip çıkılıyor olunması, geçmişte yapılan yanlışları ortadan kaldırır mı?
Âkifin edebî yönü zaten şimdiye kadar çeşitli yönleriyle tahlil edilmiştir. Ama onun millet nezdinde rahmetle yâd edilmesindeki asıl sebeplerden biri de onun bir ümit şairi olmasındadır. Aynı zamanda gelenin keyfi için geçmişe sövmemesi ve bunu en yüksek perdeden ilân etmesi çok manidardır. Çünkü devrin yöneticilerinin milletten istediği en birinci vazife, gelenin keyfi için geçmişe sövülmesidir. Zaten böyle bir talep olmasa Âkif, Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem. / Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. / Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım... / -Boğamazsın ki! -Hiç olmazsa yanımdan koğarım der miydi? (Safahat, Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, YAN, s. 358)
Mehmed Âkif Ersoy merhumun çok önemli bir özelliği de, İslâmın doğru anlaşılması gerektiği hususundaki ısrarıdır. Hemen herkesin hatırlayacağı üzere Safahatın bir yerinde de şöyle diyor merhum Akif: Doğrudan doğruya Kurândan alıp ilhamı, / Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâmı. (...) Ölüler dîni değil, sen de bilirsin ki bu din, / Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin. (Agg, s. 378)
Zulmü alkışlamama ve zalimi sevmeme noktasında, muasırı Üstad Bediüzzamanla aynı noktada ittifak ettiği gibi; Doğru İslâm ve İslâmiyete lâyık doğruluk noktasında da aynı düşünceleri paylaşmışlardır. Ne yazık ki; baskı noktasında da benzer baskılara maruz kalmışlardır!
Her vefat yıldönümünde mezarı başında ya da İstiklâl Marşını yazdığı Ankaradaki Taceddin Dergâhında tören düzenlemiş olmakla merhum Mehmed Âkif gençlere tanıtılmış oluyor mu? O da yapılsın, ama gerçek tanıtma ancak onun yaşadıklarının dosdoğru olarak gençlere anlatılmasıyla mümkün olur. Tabiî kimlerden ve niçin baskılara maruz kaldığı da anlatılmalıdır.
Zulmü alkışlamayıp, zalimleri de sevmeyenleri biz de hem sevelim, hem de rahmetle analım.
Yeni Asya
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.