Zeki KAMİLZÂDE
Kemalist devrim 'don'a mı kaldı?
Efendim, malumunuz, kemalistler bu sıralar devrim heyecanlarını 'don' görmekten alıyorlar. Aaa! Şaşırdınız mı? Yapmayın lütfen. Daha Hâdise'nin Onuncu Yıl Marşını donla söyleyerek adını 'Donuncu Yıl Marşı'na çıkarmasından kaç gün geçti? Ondan evvel de Gülşen vardı zaten. Evet. Yani Zeki Kamilzade kardeşiniz birşey söylüyorsa ölçerek-biçerek söylüyor. O yüzden gönül rahatlığıyla tekrar edebilirsiniz: "Kemalistler devrim heyecanlarını don görmekten alırlar." Bir daha tekrar ediyoruz: "Kemalistler devrim heyecanlarını don görmekten alırlar." Bakınız, yeterince sık tekrar edersek, bu söylediğimize kemalistler bile inanabilirler. Zira 'Ne versen yer!' bir kitledirler. Hatta bir süre sonra Atatürk büstlerinin altında yazılı bile bulabilirsiniz. Nasıl ki twitterda tonla 'uydurmaca' geziyor. (Tonla gezen donla da gezebilir pekâlâ.) "Yağdı yağmur, çaktı şimşek..." kabilinden güzel uydurduğunu sanan her ulusalcı "Ulan Atatürk'e de ne yakışır ha!" deyip ismini altına döşeyiveriyor. O zaman bizim ihtimali de yabana atmamak lazım. Bu arada, rastladıklarımdan en ilginci, bir özel halk otobüsünde gördüğümdü. Şöyle yazıyordu: "Şoförü meşgul etmeyiniz. Mustafa Kemal Atatürk..." Fotoğrafını da paylaşmıştım.
Aslında doğru bir söz. Şoförü niye meşgul ediyorsun? Değil mi ama! Adam zaten o sırada telefonda kırk kişiyle sohbet ediyor. Bir de dönüp sana bilgi veremez. Önemli de olsa veremez. Yola dikkatini verip veremediği meçhul zaten. Hiiiç! Fakat, işte, Mustafa Kemal'in şoförlerle bu kadar ilgilenip ilgilenmediğini bilmiyoruz. Kanıtımız yok. Canım, boşverin, zaten bir kayıkçı hikâyesidir. Polat abimiz, Kurtlar Vadisi'nde, ta Çakır kardeşi sağken işin özünü söylemiştir: "Yapmasan da yaptı derler."
Mustafa Kemal'in de kemalistlerin elindeki durumu budur. Bir kayığa bindirilmiştir. Nasreddin Hoca'nın başına gelenin bin beteri başına gelmektedir. Adına uydurulanın bini bir paradır. Yakında 'Yunan ordusunu denize üfleyerek döktüğünü' duyarsanız da şaşırmayın. Zira kemalistlerin 'kahraman' algısını büyük oranda Marvel yönetiyor. Belki 'don' meselesi de oradan. Malum, Marvel karakterleri, donlarını mutlaka taytlarının üstüne giyerler. Mutlaka gösterirler. Don onlarda iççamaşırı değil dışçamaşırıdır. Superman reis şahidimizdir. Gerçi son filminde galiba donu içine giymeyi öğrenmişti. Eh, evet, öğrenmenin yaşı yok. Hiçbirşey için geç değil. O yüzden Gülşen adına karamsar olmayalım.
Don meselesine geri dönelim. Haybeye Don Kişotluk yapmayalım. 5816 yürürlükteyken bazı başlıkların etrafında fazla dolaşmaya gelmez. Önümüz kış. Silivri de soğuktur şimdi. Risk almaya gerek yok. O yüzden Zeki Kamilzade kardeşiniz hemen konuyu değiştiriveriyor. Neydi, neydi, neydi? Hah, hatırladım, tamam. Ben zaten asıl bu meseleyi dilime dolamak için başlamıştım yazıya! Unuttuk gitti.
Görmüşsünüzdür, geçenlerde, yine bir 'don devrimi' heyecanı yaşadı kemalist arkadaşlar. Mevzu? Mevzu, İran'da, psikolojik sıkıntıları olan bir kızcağızın donla dolaşması. Bizim kemalistlerin yüzünde güller açtı tabii hemencecik. Ağızları kulaklarına vardı. "Yaaa!" dediler. "Vay, vay!" çektiler. "Oy, oy, oy!" diye ünlediler. Bir kez daha Mustafa Kemal'in çok haklı olduğunu sonucuna vardılar. Zaten şüpheleri yoktu ya. Yine de tekrar inanmakta beis yok. İran'da donla dolaşan kim olsa kemalistlerde iman tazelemeye vesile olur. Derhal paylaşımların gözüne basıldı. Bazı twitlere, Türkiye'de donla gezen, ama psikolojik rahatsızlığı olmayan kişiler de eklendi. T.C. bunları tedaviye yollamıyordu. Cennet ülkemizde her insan donla dolaşabilirdi. Mustafa Kemal'in devrimleri işte bize bunu kazandırmıştı. Karnımızı doyuracak ekmek bulamasak bile donla gezebilirdik. Ve donla gezdiğimiz halde hiç azar işitmezdik. Yaşasın laiklik. Yaşasın Atatürk. Yaşasın halkların kardeşliği... Ah, aman, sonuncusu yok. Yanlış oldu. Başka devrimle karıştırdım birden. Demek ben de bir parça heyecanlandım.
'Şapkadan tavşan çıkarmak' zaten kullanageldiğimiz bir tabir de 'Donundan medeniyet çıkarmak' ancak ilerleyen yıllarda alışacağımız birşey herhalde. Muasır medeniyetler keşke böyle yapmasalardı. Kertenkele çukuruna girseler peşlerinden geleceğimizi bilselerdi. Varolsun kemalizm. Bizi buna da alıştıracak. Kızlarımız-erkeklerimiz donla dolaştıkça yükseleceğimize inanacağız. Neden olmasın? İstikbal göklerde değil midir? Göğe çıkmak için hafiflemek gerek. Ağırlıkları attık işte ne güzel. İHA'ya, SİHA'ya, Kaan'a falan gerek yok. Cık! Zaten CHP'liler bunları sevmez. Ne lazım yahu!
Hem belki yükselmeden önce dibe vurmak gerekiyordur ha? O halde yamyamın da yamyamı kabilelere neden benzemeyelim? Onlar dondan başka birşey giyiyorlar mı? Hayır. O halde? Yolun başına dönmek istiyoruz belki biz de. Donla başlayıp sonra üzerine birşeyler de alacağız. Zaten önümüz kış. İlla giymek gerekecek. Bahamalar değil ya burası. Bakmayın siz, Hâdise aslen Sivaslı olduğu için biraz dayanıyor, yoksa soğuk aklını alır adamın. Donla başlayan medeniyet başka bir donla biter. Bu ikinci don, giyilen birşey olmaz, üşüten birşey olur yani. Hava don yaparsa Don Kişotluk yapanları pişman eder.
Efendim, yeter, geyik yapmayı bırakalım. Biraz da hakikatin ağzından konuşalım. Nedir? Zeki Kamilzade kardeşinizin epeydir savunduğu tez var: "Tesettür hem kadını hem erkeği yüzeyselleşmekten kurtarır." Ne demek bu? Açayım: Tesettür alışkanlığı edinmemiş bir kadın etiyle-güzelliğiyle varolmaya yatkınlaşır. Çünkü yüzeyinin albenisi vardır. Kolay ilgi çekebilir. Bu kolay ilgi nedeniyle de daha zor olan yolu terkeder. Yani akıl, kalp, ruh ile ereceği kemalin yerine tercihini bedeniyle erişeceği ilgiye dönük yapar. Bu yüzden İslam'da kadının tesettürü erkeğinkinden daha kapsamlıdır. Zira kadın daha güzeldir. Yüzeyinde boğulmaya daha yatkındır. Güzelliğinde kendisi boğulduğu gibi başkalarını da boğar. O yüzden İslam tesettürü emrederek hem kadını hem erkeği korumuştur.
Hem boğulmaktan hem de boğmaktan korumuştur. Ona bedeni dışında öğelerle birşey olabilme yolunu açmıştır. Hatta o yola zorlamıştır. 'Teşhirle varolma' hürriyeti(!) elinden alınmış kadın mecburen başka yönleriyle varolmaya çalışır. Nasıl ki alt dalları budanan ağaç boyverir. Kadın da, tesettürle 'sûret' alanında budandığından, daha ulvî yanlarıyla boyverebilir. Tabii bunu yüzeyden başkasına imanı olmayanlara anlatmak zor. Onların dünyası maddeden ibaret. Gözümün nuru Bediüzzaman o yüzden diyor ki: "Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür."
O zaman daha yüzeysel misaller verelim. Mesela: Kore asıllı fakat Almanca yazan bir düşünür Byung-Chul Han (Takdimi uzattım ki onu da müslüman sanıp bahane etmesinler.) Şiddetin Topolojisi isimli eserinde diyor ki: "Zizek'e göre Batı'nın toplumsal sistemi, 'bizim liberal kadınlarımız'ı serbest cinsel ticaret pazarında rekabet güçlerini koruyabilmek için güzellik ameliyatlarına katlanmak, kozmetik emplantatlar koydurmak veya botoks iğneleri yaptırtmak için 'devasa bir baskı altına' almaktadır. Buna göre kadınların gönüllü olarak güzellik ameliyatı eziyetine katlandıkları Batılı toplumun, kadınları zorla acılı bir klitoris sünnetine maruz bırakan Afrika toplumundan ilke olarak farkı yoktur."
Demek ki, tesettür uygulamasında 'şiddet' bulanların, bir de 'tesettürsüzlükle yayılan şiddeti' gündemlerine almaları gerekiyor. (Yazar burada KADEM'e bir gönderme yaptı.) Evet. Aynen. Zira Batı'nın bu türden esareti kadınları tesettürsüzlüklerinden avlıyor. Onları sürekli bedenleri için kozmetik tüketen bir hale getiriyor. Meydan, dudağı bir adım önünden giden, alnı koç başına dönmüş, burnu suratının içine gömülmüş, artık mimikleri de doğru düzgün çalışmayan 'kadınımsıların' varlığıyla doluyor. Tüm kadınlar hızla birbirine benziyor. Zira ameliyatlarla suratlar aynı abukluğa kavuşuyorlar. AVM'lerde falan böyleleriyle karşılaştığımda Yüzüklerin Efendisi'nde orglara rastlamış Frodo gibi geriliyorum. "Valla bende yüzük yok abla!" diye yalvarasım geliyor. Neme lazım. Kapitalizm deccalinin tek gözlü dehası Sauron'un gözünden keskindir. Bir işaretiyle orgları saldırmaya başlayabilirler.
Ha bir de şu var: Pamela Anderson'la ilgili bir makaleye rastladım Malumatfuruş'ta. Makyaj yapmayı bırakmış. Makalenin konusu bu. Fakat tırnaklanan söyleşisinde başka şeyler de söylüyor. Bir kesitini araklayayım: “Bu özgürleştirici hissettirmiyor mu? Ben özgür hissediyorum. Bununla ilgili küçük bir yolculuğum oldu. Hepimiz kendimizin en kötü eleştirmenleriyiz. (...) Başımı sallayıp ‘Ben kimim?’ diye düşündüm. İşte o zaman eve, bahçeme gittim ve birşeyler ekmeye, doğaya karışmaya ve beni doğduğumdan beri tanıyan ağaçlara geri dönmeye başladım. Herşeyi geri almaya başladım. Sonra makyajsız dışarı çıkmaya başladım ve şunu fark ettim, ‘Ah, kendim olarak harika hissediyorum. (...) Hayatımın en güzel zamanı bu. Kendimi çok güçlü, çok özgür ve hayata karşı yeniden çok heyecanlı hissediyorum.”
Yani 'bir kemalist ütopyası' olan 'Donla Gezen Mutlu İnsanlar Medeniyeti' belki de artık Batı'nın bile inanmayı bıraktığı bir hayal... Bakınız, Pamela Anderson gibi bir kadın bile; ki çıplaklıkta Gülşenler, Hâdiseler vs. onunla asla boy ölçüşemezler; 'görünme odaklılığı' hayatından çıkarınca özgürleştiğini söylüyor. Evet. Bu iktibaslardan dolayı okurlarımdan özür diliyorum. Biz nurcuyuz. Bâtılı tasvir sevmeyiz. Yazı bir parça kirlendi. Onların böylelerden misal almaya ihtiyaçları yok elbette. Fakat, dedim ya, kemalist kitlenin hamurunda gavurperestlik vardır. Bunların Einstein'a imanları İmam-ı Âzam rahimehullahtan fazladır. Mustafa Kemal'i de Muhammed Mustafa aleyhissalatuvesselamdan daha kusursuz görürler. O yüzden onlara gavurlardan örnekler verdim. Don görünce devrim heyecanı yaşayan tiplerden çok üst şeyler beklememek lazım. Ve's-selam...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.