Bediüzzaman’ın siyaset felsefesi ve ihtilaller

"Hakikat-i İslamiye bütün siyasetlerin fevkindedir" diyen Bediüzzaman, "dinin siyasete alet ve tabî yapılmasına" bütün hayatı boyunca karşı çıkmıştır. 1911 yılında neşrettiği Münâzarât adlı eserinde, Meşrûtiyetin güzelliklerini anlatırken, dinin siyasete alet edilmesi durumunda hasıl olan zararlı neticeleri de nazara vermiş, 1920’de neşrettiği Sünûhat adlı eserinde din adına tarafgirâne siyaset yapanların dine ne denli zarar verdiklerini anlatırken de, "İsabet de etse mes’uldür" tesbitini yapmıştır.

“Cumhuriyet Türkiye’sinin idarecilerini dine hizmet etmeye teşvik ederken yapılacak işlerin ve inkılapların meşrûiyet zemininde yapılması gerektiğini vurgulamış ve idarî maslahat için dahi olsa "an’ane-i İslamiyeye mürâat" edilmesi gerektiğini savunmuştur. Yirmi yedi yıllık CHP yönetimi esnasında bütün baskı ve zorlamalara, hapis ve sürgünlere rağmen, îman hizmetinden hasıl olan kuvvetini, Müslümanların ona olan bağlılığını asayiş ve emniyeti ihlal edecek tarzda kullanmaya asla teşebbüs etmediği gibi, çeşitli nedenlerle isyan ve ihtilal hazırlığı içinde olan nüfuzlu insanları da var gücü ile vazgeçirmeye çalışmıştır. Bu konuda en ufak bir şekilde dahi olsa, siyasî bir faaliyet içinde olmadığını çıkarıldığı mahkemelerde ve talebelerine yazdığı mektuplarda defalarca dile getirmiştir.“

Yukardaki cümleler Bediüzzaman’ın dinden, dini ve siyasi hareketlerden ne anladığı, ne tür bir yenileşmeden yana olduğunu beyan eder. Bediüzzaman kendisine bağlı olan grupları hiçbir zaman asayişi ihlal edecek tavırlara teşvik etmemiştir. Şeyh Said gibi haklı da olsa devlete bir avuç insanlar karşı çıkma yoluna gitmemiştir. Bir atımlık barut olmak bir takım insanlara yazık eder. Bu yüzden “şapkaya fetva verdim yoksa yirmi tane daha Şeyh Said çıkardı” diyor.

Cümlede dinin siyasete alet edilmesine de karşı çıkmıştır. Bediüzzaman’ı okumak başka onun hareket tarzını, mesleğini uygulamak başka. Çok yakınımızdaki bir harekete gösteriş, para ve debdebe yüzünden katılanlar hem onun meşrebini zayi etmiştir, hem toplumun bakış açısını şüphe ile bozmuşlar ve büyük zarar vermişlerdir.

Bediüzzaman toplumu tedavi ederken bazı insanlardaki ihtilal duygusunu eleştirir.

Bu bir psikanalitik tahlil ve ruhsal durumdur. İhtilal fikrinin kaynağı husumettir, olumsuz bazı davranışları büyüterek toplumu helakete atmaktır. Bu yüzden bazı insanlardaki ihtilal sıtmasına karşı çıkar, yani mizac bir ihtilal hastalığıdır. Bu ihtilal hastalığı tarihte bizde ve batıda büyük yıkımlara neden olmuş ama doğru sonuç alınmamıştır, masumlar belaya düşmüştür. Onun ilacı “adalet ve muhabettir.”

Bir takım siyasi günahlar ve idare zaafı yüzünden ihtilaller ortaya çıkmıştır. Balkanlardaki ülkelerin ve bazı adaların elimizden çıkması yüzünden Namık Kemal devleti felçli olarak gösterir. Mizacındaki ihtilal yüzünden bir ihtilal cemiyeti kurmuş ama bir sonuç alamamıştır. Bu yüzden hükümetin günahı ile güzelliklerini birlikte kıyas etmelidir. Günahı yüzünden yeni talepler peşinde olmak hatta yıkmak bir fayda vermez.

“Demek, nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccühüdür. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhal-i adidir. Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zîra, onlardan birisi, Allah etmesin, bin sene yaşayacak olsa, adeta mümkün hükûmetin hangi sûretini görse hülya ile yine razı olmayacak, şu hülyanın neticesi olan meylü’t-tahrip ile o sûreti bozmaya çalışacak. Şu halde, böylelerin fena zannettikleri Jön Türklerin nazarlarında dahi mel’un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. İstedikleri şey muhal olduğundan, neticesi ihtilal ve fesattır.”

Bediüzzaman Türk siyasi tarihinin iki yüz yıllık olaylarını tahlil eder. Jön Türkleri eleştirir, bu ileriye doğru da geçerli kaidelerdir. Bu insanlardaki tahrip meyli, ihtilal sıtması hep toplumsal yapının huzurunu bozar.

Bediüzzaman hep daha ideal olan maziyi nazara vererek siyasi niza çıkaranları eleştirir.

Maziyi yani eski hali geri getirmek muhaldir, bir ütopyadır, ütopya da bir beladır. Yakup Kadri Ankara romanının ikinci bölümünde Atatürk Türkiye’sini bir ütopya ile anlatır. Aksayan hiçbir şey yoktur, her şey yerli yerindedir. Batıda da ütopya çok insanı mahvetmiştir, toplumları yok etmiştir. Yakup Kadri, siyaseten ıslahtan vazgeçer hayali bir ütopya ile yetinir. Aşığın dediği gibi, “Hayaliyle tesellidir, gönül vasl-ı nigar etmez…”

Böyle adamlar ideallerinin romantik dünyasında gelir giderler. Dünya siyaseti bu ütopistlerle doludur.

“Sual: "Belki onlar eski hali istiyorlar?"

Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz. İşte: Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlal.

Sual: "Acaba daha Sultan Hamid gibi padişah tahta çıkmayacak mıdır? Eski hal olmayacak mıdır?"
 

31 Mart’ta mahkemede “Sen de mi şeriat istemişsin“ sözüne karşı;

“Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira Şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil" demiştir. Yani dinin terakkisi ihtilal ile sağlanmaz. 31 Mart’ta çok insan bu ütopyadan dolayı ölmüştür. Bediüzzaman ütopist değildir.

Bediüzzaman, İttihat Terakkiden ayrılma sualine karşı cevap verir:

"Sen Selanik’te İttihat ve Terakkî ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın?

Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey, Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim; lakin bazıları bizden ayrıldılar, bataklık yoluna saptılar. Hamiyetlerinde şüphem yoktur.“

Bediüzzaman, İttihad Terakki’yi tahlil eder, farklı unsurlardan oluştuğunu söyler ama aklıselim sahibi olanlarla birliktir. İhtilal fikri olanlara karşı çıkar. Onun siyaset ve istikrar felsefesi ne yazık ki bölük pörçük orada, burada kalmıştır. Siyaset yapanları akrabalık ilişkilerine bağlarsan cicim siyasiler meydana çıkar.

Bediüzzaman, ihtilale karşıdır, çünkü zulmü dağıtır ve genişletir fikrindedir. Baba ihtilalcidir ama bütün bir aile bu yüzden gadre uğrar. Olayı daha geniş boyutta ele alır.

Hususan ihtilale sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir. Cihad, dinî de olsa, kafirlerin çoluk-çocukla-rının vaziyetleri aynıdır. Ganimet olabilir; Müslümanlar, onları kendi mülküne dahil edebilir. Fakat İslam dairesinde birisi dinsiz olsa, çoluk çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez; hukukuna müdahale edilmez. Çünkü o masumlar, İslâmiyet rabıtasıyla dinsiz pederine değil, belki İslâmiyetle ve cemaat-ı İslamiye ile bağlıdır. Fakat, kafirin çocukları, gerçi ehl-i necattırlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tabi ve alakadar olmasından, cihad darbesinde o masumlar memlûk ve esir olabilirler.”

Eserleri de ihtilalleri engellemek içindir, ama etraflı okumak şartı ile.

“Risale-i Nur’un dersleri, dünyaya baktığı vakit bütün kuvvetleriyle asayişin temellerini muhafaza etmek, korumak ve fesat ve ihtilallerin önünü kesmektir.”

Bediüzzaman, 31 Mart olayına da karşı çıkmıştır. Mahkeme edilmiş beraat etmiştir. Bu olayı inceleyen Prof. Sina Akşin onun yatıştırıcı rol oynadığını söyler.

“Mart İhtilalinde isyan eden sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve çok zabitleri kurtaran…”

Bediüzzaman, Fransız ihtilalini de eleştirir, karihası oraları da tetebbu etmiştir.

Böyle bir ihtilalin ülkemizde tohumlarını ekmenin mahzurlarını anlatır.

“Memleketin menfaatine ve asayişine sarf edilecek o zayıf kuvvetle hakimiyetini-hatta istibdad ile de olsa-asayiş ve emniyet-i umumîyeyi muhafazaya kafi gelmediğinden, Fransız ihtilal-i kebîrinin tohumlarının bu mübarek memleket-i İslamiyeye ekilmesine yol vermektir.”

Bediüzzaman yine Fransız ihtilalinin bize örnek olamayacağını anlatır. O ihtilali Namık Kemal ve arkadaşları, daha sonraki yıllarda 60 ihtilali takib etmiştir. Fransız ihtilali öncesi o ülkedeki şartlar bir ihtilali doğurabilir ama doğru mu değil mi o başka. Çünkü ülkedeki bütün servet yüzde iki ve üçün üzerindedir, büyük bir sefalet ve zulüm vardır. Bunu Charles Dickens bir romanında anlatır.

“Zira; elif bâ okumayan çocuğa felsefe-i tabîiye dersi verilmez. Ve erkeğe tiyatrocu kan libâsı yakışmaz: Ve Avrupa’nın hissiyatı, İstanbul’da tatbik olunmaz. Akvâmın ihtilâfı, mekânların ve aktârın tehâlüfü, zamanların ve asırların ihtilâfı gibidir. Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez. Demek Fransız Büyük İhtilâli, bize tamamen hareket düsturu olamaz. Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve muktezâ-yı hali düşünmemekten çıkar.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum