Mustafa H.KURT
‘Çocuk (h)aklı’ demek
Birbiri içinde alemler şeklinde kurulmuş şu koca kainatta, o alemlerin en latif ve en şirinlerinden birisi de, "çocuklar alemidir" elbette.. En umulmadık anlarda bile içimizi yaşama sevinci ile doldurabilen hayatımızın bu en canlı renkleri; Allah Resulü aleyhissalatü vesselam tarafından "Cennet kokusu" ve de "Gözümün nuru" diye yâd edilmiş bir alemin de üyeleridirler aynı zamanda. Onlar çocuklardır, evlatlarımızdır...
Çocukların kimi zaman unuttuğumuz bu önemi, kainat ağacının en değerli ve en yüce meyvesi olarak yaratılan insanın aslında ne kadar da temiz bir fıtratla var edildiğini ona hatırlatabilmesinden gelir biraz da.. Zira çocuklar bu 'yalın' halleriyle, kainatın o en alî meyvesi için hem "kendisini okutturmak isteyen bir mektup", hem de ona Rabbi'nin bildirdiklerine dair kendi içinden sunulan bir delil vazifesini pek güzel yerine getirirler.
Ve elbette ki böylesine yüce bir görevi üstlenmesi, yani insana Rabb’inden gönderilen bir „mektup“ ve hayatın tam içinden bir delil olması gibi vazifeleri yerine getirmesi de, çocukların, „yüce gönüllü insanlardan“ gördükleri derin şefkat, sevgi ve önem verici yaklaşımların nedenleri hakkında bize bazı önemli ipuçları sunar. Buna göre, o masum yavruların ehl-i hâlden gördükleri kıymet, insanın ancak çocukluk döneminde ‘özüne en yakın’ bir halde bulunmasından kaynaklanır biraz da. Zira insan gerçek anlamıyla rolsüz, riyasız, uzun emeller peşinde koşmayan ve hislerini en yalın haliyle sergileyen, üstelik de olduğundan farklı davranmayı 'henüz ustalıkla beceremeyen' o vaziyeti, hayatının başka hangi döneminde bu denli fıtrî yaşayabilir ki?..
Belki biraz da bundan olacak, Allah Resulü aleyhissalatü vesselam başta olmak üzere hakikat erlerinin hayatlarına baktığımızda; çocuklara çoğu zaman bizi şaşırtacak derecelerde sevgi ve şefkat gösterildiğine şahit oluruz.
Ancak, yine o hayat tablolarında bizi belki bundan daha çok şaşırtan 'ortak bir sahne' daha vardır. Ki, o da gerektiği zaman çocuklara karşı gösterilen ciddiyetli yaklaşım veya 'hesaba alma' diye tarif edebileceğimiz 'bir acip halin' ta kendisidir!.
Gerçekten de, çocukların ara sıra bir köşesinden gösterdikleri "hassas ve dikkatli dünyalarının" farkında olan hiç bir kimseden, 'sen bilemezsin, sus bakayım!' ya da 'sadece sana söyleneni yap' gibi, düşünce ve muhakeme özürlü bireylerin ortaya çıkmasını netice verecek dikkatsiz ya da telafisiz herhangi bir söz, davranış ya da tutum göremezsiniz!.
Bunun yerine o gönül erlerinin çocuklara karşı hakim olan yaklaşım şeklinde, „Ehadiyetin“ her insanın iç dünyasındaki tecellilerinden biri olan ‘eneye-benliğe-bireyliğe-ferdiyete’ gösterilen saygıyı okuyabiliriz. Bunun yanında, henüz ‘emekler’ haldeki o benliğin yakın bir gelecekte insaniyet ve islamiyet aleminin ‘yürüyen’ bireylerinden birisi olacağını ve böylelikle “Vahdaniyeti” tecellide de daha aktif bir hale geleceğinin hatırda tutulduğunu görürüz.
Çünkü “doğruluktan sapma” diyebileceğimiz hallere dair, bu ‘emekleyen‘ döneminde insanın görebileceği her olumsuzluk; malumdur ki, -belki çok kez kendimizde de gördüğümüz üzere-, ‘kendi başına yürüyebildiği‘ ileriki dönemlerinde hem kendi başına, hem de yaşadığı toplumunun (ve elbette insanlığın) başına ciddi sıkıntılar açılmasına neden olur.
İşte,"Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar ama anası-babası onu o hak üzere bulunduğu fıtrattan geri çevirir ve Hıristiyan, Yahudi vs. yapar“ mealindeki Nebevî fermanın -belki ileri safhasındaki sonucuyla- bize hatırlattığı bu hakikat; hem çocuklara yönelik davranışlardaki dürüstlük ve doğruluğun önemini, hem de çocukların ’soyut düşünebilme’ yeteneği açısından hiç de öyle sandığımız kadar geri ve yetersiz olmadıklarını ders vermesi bakımından oldukça düşündürücüdür.
Nitekim Allah Resulü aleyhissalatü vesselamdan nakledilen bir başka rivayette, „Kim bir çocuğa, ‚gel sana şunu vereceğim‘ der ve sonra da bu dediğini vermezse, bu bir yalandır!“ diye buyrulması da; çocukların yalana veya doğruya alışmaları ve bunları özümsemeleri noktasında, ummadığımız ölçülerde ‘derinlikli bir kavrayışa‘ ve tabiri yerindeyse, ‘ gayet keskin radarlara‘ sahip olduklarını bize gayet kesin haber vermektedir.
Bunlarla birlikte, yedi-sekiz yaşlarında bir çocuğun, „Ahirete vücudumuz da mı gidecek, yoksa tek ruhumuz mu?“ şeklindeki sorusuna muhatap olmuşken; hele yetişkinliğe atılacak adımları otuzlu-kırklı yaşlara kadar çıkarabilmiş ‘modern zaman neticeleri’ de ortadayken; çocukların soyut düşünebilme ve ayırt edebilme yeteneği bakımından hemen her yaşta ummadığımız kadar faal olduklarını unutmamalı diyorum. Biz yeter ki, çocuklardan beklediğimiz olgun davranışların biraz da çevrelerinde görebilecekleri olgunlukları yansıtabilmelerine bağlı olduğunu hatırdan çıkarmayalım.
Son söz: Çocuklar, sandığımız kadar çocuk değildirler aslında!..
Not: Tüm dost ve tanıdıkların, Risale Haber okuyucularının ve hususan tüm Alem-i İslam’ın Ramazan Bayramını tebrik ediyor ve hayırlara vesile kılınmasını niyaz ediyorum.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.