Selahattin GEZER

Selahattin GEZER

Derin hatıralar (2): Sungur abi

Büyük davanın büyük ruhlu mensupları olur. Bediüzzaman’ın her talebesinin harika halleri Kur-an davası yolundaki samimi gayretleri onları tanıyanların gönül dünyasında öyle izler bırakmışlar ki bu bile Üstadın nasıl bir dava adamı olduğunu ortaya koymaktadır. Her birinin azmi, samimane muhabbeti, sütun oldukları iman hizmetini dimdik ayakta tutmuştur. Sevgili Üstadımız arkada iman hakikatlerini ve bu kahraman ağabeyleri bıraktığı için ne kadar şanslıyız.

Sungur Ağabey yorulmayan savaşçı. Her fırtınadan, kasırgadan gemiyi sağ salim nurların limanına demirlemiş usta bir kaptan. Üstada hizmet etmiş bütün talebelere derin şefkat ve saygı besleyen tevazulu yürek. Güvercin mahzunluğunda, kartal ruhlu insan. Hizmete zarar gelmesin diye her daim taşıdığı ihtiyat. Hasta iken bile hizmetin tüm detayıyla ilgilenen, vakıfların gönlünde ateşi diri tutan kumandan.  Dünyevi meselelerde bir güvercin sakinliğinde ve içi şefkat dolu, yüzü hep güleç. Mesele hizmet oldu mu, ya da hizmete zarar gelecek konularda tavizsiz kartal kesilip, keskin nazarıyla aksaklığı görüp gereken önlemi müdahaleyi alan bertaraf eden dava adamı, nur askeri. Bazen kabaran bir deniz, Kur-an hizmetiyle alakalı olmayan mevzularda sütliman bir ruh hali ve kadere tam teslimiyet. Onun hassasiyeti yalnız ve yalnız iman hakikatlerinin çorak gönüllere ulaşması, fazladan bir kişi bile olsa iman dairesine girmesi onun gönlünde baharlar ve üstadına gönderdiği demetlerle çiçek gibiydi.

Tek gayesi, Bediüzzaman’dan gördüğü hizmet metoduyla hareket edilmesiydi. Üstadın hizmet düsturlarını, tarzı hayatına anayasa edinmiş büyük bir evliya, orijinal nur talebesi. Kendine bile tavizi olmayan, nöbet yerinde çakı gibi, her daim dipdiri hizmet aşkı olan nur sevdalısı. Hüve Nüktesi dersini her okuyuşunda yaşadığı hayranlık, şaşkınlık, üstada iman hakikatleri için delice duyduğu minnet, Tahiyyat bahsini okurken, daha girişte kendinden geçer اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ tane tene üzerinde durarak yercesine lezzetini çıkararak okuması, her fırsatta Üstada hayranlığını sanki ilk kez dile getiriyormuş gibi “ Maşallah” demesi, ağabeylikten ziyade talebelikten büyük keyif alan dava adamı, örnek insan.
          
80’li yıllardı, Beyoğlu Cihangir dershanesinde kalırken, dershanede hizmet ehli ağabeyler, ilk aklıma gelen, dostluğu yorulmayan, Enver Yorulmaz Ağabey ve arkadaşlığıyla önder olan, Enis Önder kardeşim vardı. Perşembe günleri Sungur Ağabey derse gelirdi. Perşembeler haftanın en keyifli en heyecanlı günüydü bizim için; Perşembeyi heyecanla beklerdik. Yine Sungur Ağabeyli ve sıcak bir Temmuz akşamıydı. Açık pencerelerden yakınlardaki eğlence yerlerinden gelen müziğin sesine, Sungur Ağabeyden tepki beklerken, yüzünde beliren acıma ile: “Allah, Allah ne tuhaf şey. Kardeşlerim sanki bataklıkta gül yetiştiriyorsunuz. Dua edelim, şükredelim burada değil de başka yerlerde olabilirdik.”

Tepki yerine acıması, imanlarına dua etmesi bizi şaşırmış,  gözümüzde Cihangir dershanesinin önemini arttırmıştı. Kendileri dışarıya son derece şefkatli, içeri ise azami hassasiyet sahibiydi. Tüm ağabeyler gibi, hizmetin ne sıkıntılı günlerden bugüne geldiğini gördüğü için, haklı hassasiyeti vardı. Beyninin hızına, dili hız göstererek kavuşmaya çalışıyordu. Bazen de kelimeleri ipliğe dizilen tespih taneleri gibi tane, tane idi.

Her gelişinde kitap dağıtıp, sırayla okuturdu. Bu metodu nur talebelerine özgüven vermiştir. Nur talebeleri bu tarzın verdiği güvenle gittikleri yerde rahatça kalabalıklara sesli ve hakkını vererek okumayı becermişlerdir. Sungur ağabey, her nur talebesinin rahatça kendini ifade etmesinden keyif alan bir yapıya sahipti. Dershanelerde risale-i nurlara gereken önemi ve namaz hassasiyetinin olmasını her fırsatta dile getirirdi.
          
Yine başka bir zaman, 1981 senesinde Bahçelievler dershanesinde kalırken Sungur Ağabey, Bayram Ağabey ve tüm Ağabeyler devamlı dershaneye gelirler ve kaldıkları olurdu. Onlara hizmet etme imkânı bulduğum için sevinçten yerimde duramazdım.  Ders olmadığı ve misafir olmadığı bir gündü ve yalnızdım. Mutfağa girdim, makarnadan başka bir şey yoktu. Kaynattığım suya makarnayı boşaltırken birden canım et çekmişti. Kendime kızdım makarnayı pişirdim. Yemek için hazırlanırken kapının zili çaldı. Kapıyı açtığımda gelen Sungur Ağabeydi. Neşeli ve gülümseyerek:
“Selahattin kardeş ne pişirdin?” Onun neşeli halinden cesaret alıp, muzipçe:
“Gariban işi makarna yaptım” demiştim. Elini cebine sokup, o zamanın en büyük kağıt parasını çıkarıp uzattı:
“Git et al, ne istiyorsan başka şeylerde al gel, güzelce pişir yiyelim.”

Sungur Ağabey iman hakikatlerinden uzak olanlara büyük bir şefkat taşırdı. Anadolu’da bir insanın nurlarla tanışmasına gösterdiği heyecanı ülke dışındaki her dünya vatandaşına da gösteriyordu. Nurların çelebisi seyyahıydı. Dünyanın uzak yerlerinde gelen hizmet haberlerine en hastalıklı hallerinde bile sevinç göstermiş, keyif almış büyük ağabey. Allah makamın cennet etsin; geride kalan ağabeylere de sağlıklı huzurlu uzun ömürler versin.

Hepinize tüm Nur talebelerine, yüreğimizdeki sevgi içinde Allah’a sonsuz şükür olsun.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum