
Habibi Nacar YILMAZ
Ağzı Bozuklar Ne Yapmak İstiyor?
(Çeşitli yerlerden, özellikle Karadeniz Bölgesi'nden tanıdık arkadaşların suallerine cevap olarak yazılan bir yazıdır.)
1997 sonu olduğunu hatırlıyorum. Trabzon'da o zamanki Zafer Çarşısı'nın ikinci katında bulunan Yeni Asya Bürosunda dört beş arkadaşla oturuyorduk. Bir misafirimiz, bu fakiri ziyarete geldi. Gelen kişi, Trabzon Çaykaralı olan, kadim dostum ve bu fakirin de nurlarda yol almasında katkısı olan, ilahiyatçı Mehmet Ferşadoğlu idi.
1974-77 arasında biz Rize Öğretmen Okulunda okurken o da Rize İmam Hatip Lisesi'ni bitirmiş, Rize'nin yakın bir köyünde imamlık yapıyordu. Ara sıra evine bizi götürürdü ve sohbet ederdik. Çeşitli suallerimiz olurdu, cevaplamaya çalışırdı. Mesela suallerimizin birisi: "Okulda, Risale-i Nur'u tanıdığımızdan dolayı, sağdan ve soldan birtakım tazyiklerle karşı karşıyaydık. Bunlara nasıl cevap vermeliydik, tavrımız nasıl olmalı idi?" şeklindeydi. Sualimize daha çok "Habib kardeş, ihlasa sarılalım" cümlesiyle başlayan cevaplar verirdi. Biz de ihlasa nasıl sarılacağımızı düşünerek yanından ayrılırdık.
Mehmet abinin evinde, fetö'nün bolca kaseti vardı ve ilk defa fetönün ismini ondan duymuş ve o zaman İzmir'de verdiği meşhur bir konferansı, bu arkadaşın evinde dinlemiştim. Bu, çok önemli. Çünkü Mehmet Ferşadoğlu, bu aralar önüne geleni fetö aparatı olmakla suçlayan bir yapının içinde bulunuyor.
Mehmet abiye her zaman saygı duyar ve samimiyetle karşılarım. Biz bu ziyaretinde de öyle yaptık ve hasret giderdik. Mehmet abi, Samsun İlâhiyatı bitirmişti ve çeşitli, özellikle kız sağlık meslek liselerinde öğretmenlik yapmıştı. Çeşitli sıkıntıları olduğunu biliyorduk ama onlara hiç girmedik. Mehmet abi sohbetin devamında baklayı ağzından çıkardı ve önemli bir husus diyerek anlatmaya başladı. Mealen şunları anlatıyordu.
"Üstad vefat ettikten sonra, onun vekâletini ve varisliğini, bir nevi postnişinliğini Elazığlı ve üstadın birinci talebem dediği emekli Albay Hulusi Yahyagil üstlenmişti. Hulusi abi 1986'da vefat edince de bu vekâletle varislik, bir mollaya geçmiştir. Onu dinlemek ve tanımak gereklidir."
Mehmet Ferşadoğlu bunları anlatınca, doğrusu onun bu durumuna önce çok şaşırdım ve çok da üzüldüm. Bir şaka mı yapıyor bize, diye az da afallamadım değil. Bu gayr-i ciddi, nurların ruhuna, Risale-i Nur'un tarzına, Nur mesleğinin şerafet ve nezaketine, ondan aldığım derse tam ters bu beyanla biraz da dalga geçmek için "Mehmet abi, yanlış biliyorsun, Hulusi abiden sonra bu fakir temsilci oldu. Yani post bize geçti. Haberin yok mu?" dedim. O da ciddi ciddi, sen olamazsın, dedi. Niçin olamıyorum, ne eksiğim var, deyince de bu sefer, sen ilahiyatçı değilsin, vekil ve varis olmak için, ilâhiyatçı olmak gerekir, demesin mi? Peki, dedim. Hulusi abi de ilahiyatçı değil. O, nasıl üstadın vekili olmuştu? Senin davan başlamadan bitti o zaman, başlangıcı çürük bir kere.
Bu sefer ciddileştim ve ona "Senin bu anlattığın tarz Risale-i Nurun neresinde yazıyor? Bu tarz, tarikatlarda olur, Risale-i Nur tarzı ve üstadın meslek ve meşrebi bir tarikat değil ki onun vefatından sonra tarikatlarda olduğu gibi, benzer şekilde bir vekillik kavgası ve iddiası olabilsin. Lütfen, bu anlattıkların aramızda ve burada kalsın ve kimseye anlatma. Hem kendine hem de muhatabına yazık etme." dedim. Mehmet abinin birçok maharet ve cazibesi de vardı. Sonra Trabzon ve Rize'de o yapının varlığını deruhte etti, diye duyduk ve kısmen de şahit olduk. Şimdiki hâlini tam bilemiyorum.
Bu hatırayı yazmama, hem gelen sualler hem de geçmişte uzun yıllar birlikte yürüdüğümüz, bir yazarın girdiği gayr-i ahlâkî ve vicdanları sızlatan bazı beyanları sebep oldu. İsmiyle bu sayfayı kirletmek istemediğim bu zavallının haya damarı çatlamış olacak ki utanmadan, sıkılmadan bu hilaf-i vaki beyanlarını İslam'a ve Hz. Peygamber'e (asm) ve üstada ve Kur'an hizmetine düşmanlığı ile meşhur bir gazetede yayımladı. Kendi şahsî meseleni, dedikodularını çıkarımlarını, hezeyanlarını böyle bir yerde yayımlayabilirsin ama birtakım nezih insanların isim ve resimlerini kirletmeyi hangi vicdan ne hakla yapabilirsin? Ölmüş, hatıraları zihinlerden daha silinmemiş, üstada ve onun meslek ve meşrebine sadakatten ayrılmadan hizmetini bitirmiş insanları ve mümeyyiz bazı nur talebelerini karalamak, onlar hakkında olmadık su-i zan ve yorumlarla algılar oluşturmak, aleyhlerinde konuşmak normal bir karakterin yapacağı iş midir? Hele bu aymazlık, sözde vazifeli gördükleri bir meczubun hatırı için ise, daha vahim. Bunlara vakit ayırmak zorunda kaldığımız için de üzgünüm. Ama vicdanım da sessiz kalmayı uygun görmedi. Yoksa, bunlarla uğraşmaya vaktimiz olamaz. Bizim hedefimizde her zaman dinsizlik ve densizlik olmuştur.
Bu arkadaşımız ve kimse ekibi, bunların güya Risale-i Nurlardan bazı kısımların şerhleri diye yayımladıklarına da göz gezdirmiştim zamanında. Haza hayal ve nurlarla ilgisi olmayan bazı şahsî çıkarım ve tahmini şeylerini risalelerin şerhi diye sattıklarını görmüştüm. Sonra, kendi ifadeleriyle 'Allah'ın bizzat görevlendirdiği' kişi diye tanımladıkları bu adamın Risale-i Nurun şerhi diye yayımladıkları kısımlara göz gezdirdim. Evet, bu zât bir şeyler yazmış, cümleleri sıralamış, kendi ilmini aktarmış. Buna bir şey demeyiz. Ama bunların şerh diye ortaya konulması tam bir maskaralık. Çünkü risalelerin şerhi diye ortaya konulan ifadelerin şerhi dedikleri kısımlarla alakası yok. Hem de mevzuyu yansıtmada yeterli değil. Herkes ilmini satabilir, yayabilir ve kitap olarak da neşredebilir. Ona bir bir başkası söz edemez. Ama bunu Risale-i Nur'un şerhi diye satınca, ona bir nur talebesi hem de ömrünü bu iman hizmetine adamış birileri olarak itiraz ederiz. Sen, "ben hizmet için bunu yapıyorum" deme hakkına sahipsin de hayatında düz ve iddiasız birisi olarak nur talebelerinin de itiraz ve bazı konuları tavzih etme hakları yok mu, olamaz mı?
Şimdi, bu aymazlıkta dibe vurmuş, ağzı bozuk, kerameti kendinden menkul şahısların; bir zamandan beri, bu fakirin uluslararası istihbarat ve tethiş örgütü olarak görüp nitelendirdiği ve hiçbir zaman fikriyatlarına sıcak bakmadığı bir yapılanmayı bahane ederek bazı abilere ve nezih nur talebelerine çamur atmakla meşgul olduğunu görüyoruz. Müflis tüccar, eski defterleri karıştırır derler ya. Eskiden söylenen ve o zamana mahsus bazı sözleri bahane ederek bu hizmette sebat etmiş insanları töhmet altında bırakmak istiyorlar. "Risale-i Nurlar tahrif edildi." gibi, defalarca cevabı verilmiş yalanını da yaymaya çalışıyorlar.
Eğer kötülemek ve damgalamakta, fetöyü ölçü alacaksak; zamanında fetöye bulaşmış, bir şekilde takip etmiş ve takdir etmiş biri olarak işe Mehmet Ferşadoğlu'ndan başlamak gerekmez mi? Çünkü onlarca kasetini saklayıp gelene dinletmeyi, 1975'te biz onda görmüştük. Yine bu bir ölçü olacaksa, zamanında ve suretâ bir hizmet sahası olarak göründüğünde onlara methiyeler düzmüş; fakat sonrasında, kararlı duruşuyla fetöyü bitiren Reisten de başlamak gerekir. Çünkü insanlar, gaybı ve istikbali bilemez ve tavrını suretâ göre belirlerler. Böyle bir ölçü olur mu? Ki hedefe koyup birtakım yakıştırmalarla iftirada bulundukları, hizmette ve üstada yakınlıkta sebkat etmiş insanların fetö denen yapının içinde bulundukları vaki değil. Bulunmadıkları gibi, mesele anlaşılınca başta TRT, diğer kanalları gezerek bu meş'um yapının nurlarla ve dahi hizmetle bir ilgisinin olmadığını genişçe anlattılar. O nezih insanları suçlamak için buldukları şeyler, dedikodudan veya iyi niyetli bir muaşeret ifadelerini serrişte edip yanlış yorumlamaktan başka bir şey değil.
Güya Risale-i Nurlar üstada yakın talebeleri ve üstadın hizmetçileri tarafından tahrif edilmiş; ilaveler, çıkarımlar yapılmış. Tamamı neşredilmemiş. Biz üstadın maddi mirasçısı olmadığımız gibi, en yakınında bulunan ve nurların neşir seyiine şahit olmuş insanlardan da değiliz. Bu, molla ve takipçilerine de hiç düşmez. Onların kendilerinin bir meşrep ve meslekleri, güya vazifeli gördükleri kişileri var. Nurların neşrini yapan yayınevleri tüm külliyatın Osmanlıca asıllarını kendi arşivlerinde bulundurduğu gibi; bu tip iddialara da bu işin uzmanı olmuş abiler cevaplarını vermişlerdi. Yine de verirler.
Bu fakir, 70'li yılların ortalarında daha Nurları tam okumamıştım ki bu imtihanla karşılaştım. Hatırladığım kadarıyla, rahmetli Kadir Mısıroğlu, "nurcular risaleleri tahrif etmiş" diye yaygaralı yayınlar yapıyordu. Tahrif dediği de latinize edilerek basılmış Münazarat'ın "Dine zarar olmasın, ne olursa olsun." cümlesiyle başlamasıydı. Bunun öncesi var, niçin basılmamış? Bu, bir tahriftir diye velvele çıkarıyordu. Fakat Kadir Bey ve bu şebeke bilmiyorlar ki tahrif bir ifadenin veya cümlenin manasını değiştirmek şeklinde bir müdahaleye denilir. Buradaysa bir tahrif yok. Ne var peki? Osmanlıcası zaten var olan bir eserin baş tarafından veya ortasından birkısım yerleri latinceye çevirmemek var.
Üstad, 1952'de Münazarat'ı yeniden neşrederken belli bir kısım yerlere işaretler koyarak buraların neşredilmemesini istiyor. 1957'de de diğer eserler başta Lem'alar ve Mektubat'ta da birkısım mektup veya kısımlar ya zamanı değil veya başka bir mülahaza ile bu harflerle neşrine müsaade etmiyor. Mesela 18. Lem'a. Bu Lem'a, Osmanlı baskılarda var. Latininize Lem'alar'da yok, diye buna bir tahrif diyebilir misiniz? Zaten bunun aslı orada var. Oradan kaldırılmadı ki. Osmanlıca basılıyor zaten. Şimdi o kısımları latinize ederek neşreden yayınevleri de var. Ama zannediyorum üstada hürmeten, bildiğim kadarıyla Sözler ve Envar Neşriyat bu kısımların neşretmiyor. Bazılarını da küçük risale olarak neşrediyor. Bazı hususî mektupları da neşreden yayınevleri olduğu gibi, onları neşretmeyenler de var. Ama asıl olan, gerek üstadın talebelerine gerek de talebelerin üstada yazdığı tüm mektuplar Risale-i Nur arşivinde bulunmaktadır. Hepsi Osmanlıcasında mevcuttur. Bazı yayınevleri de bunları latinize ederek yayımlamaktadırlar. Bunu olduğundan farklı göstermek veya mübalağa ile anlatmak, değil Müslüman, normal bir insana yakışır mı?
Evet dostlar, ağzı bozuk ve girdikleri çoğu yerlerde fesat şebekesi olmuş bu yapının elemanları; çeşitli ve çelişkili ifadelerinden ve "Dünyada Kur'an'ı müdafaa eden benden başka yoktur." gibi konuşmalarından meczup olduğu anlaşılan birini öne çıkarmak için, kendilerine engel olabilecekleri, tenkis ve tenkit ile gözden düşürmek istiyorlar. Hedeflerine de bu hizmetin sütunu, rüknü olmuş, has dairede bulunmuş, başta Zübeyir abi ve üstadın lahikalarda isimleriyle övdüğü bazı abiler ve hayatta bazı müstakim nur talebelerini koymuşlar. Onlara göre, "Hulusi abi, hariç bunlardan." Niye hariç? Güya o abimiz vekalet vermiş bu meczuba. Hayret mi hayret! Risale-i Nur'u okuduğunu iddia eden müsamere çocuğu bile, böyle bir iddiada bulunamaz. Evet, üstadı ve onun meslek, meşrep, usul ve hizmet tarzını ve önemli uygulamalarını verasetle bizlere kadar getiren, uygulamaya çalışan abiler vefat ettiler. Ama çok şükür ki bu usul ve asla aşkla bağlı, fedakâr ve müstakim nur talebeleri var. Bu nur talebeleri, bu tiplerin milletin gayretini yağmalamasına müsaade etmeyecek ve meydanı onlara bırakmayacaktır.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Eski Türkiyenin derin devleti içindeki menhus ruh Risale-i Nur'un birinci talebesi Hulusi abinin yanına adamlar yerleştiriyor. Müslüm Gündüz mesela. Hulusi abinin sağlığında ses çıkarmıyor. 28 Şubat sürecinin aktörleri değnekli bir gurup elemanı devreye sokuyor. İçinde muvazzaf astsubaylar da yer alıyor. Onun işi bitiyor çöp oluyor. Sonra yazıda bahsi geçen meczup da ortaya çıkıyor. Verilen rolü vazifeyi yerine getirme adına cıngar çıkarıyorlar. Nur talebeleri bune benzer filimleri çok gördüğü için kale almıyor. Kamuoyuna ortak beyanat vermek lzaım kanaatim görüşüm
Yanıtla (0) (0)AĞZI BOZUKLAR KİM?
Yanıtla (1) (1)Efendim…
Öncelikle herkes yerine otursun.
Çayını, kahvesini alsın.
Oturdu mu?
Tamam. Şimdi başlayalım.
Habibi Nacar Yılmaz isimli zat-ı muhterem çıkmış, “Ağzı Bozuklar Ne Yapmak İstiyor?” diye bir yazı kaleme almış.
Merak ettik.
Kim bu ağzı bozuklar?
Kim bu edepsizler?
Kim bu memleketin iffet timsali, edep yumağı zat-ı muhteremi rahatsız eden kişiler?
Bir bakalım dedik…
Meğer mesele şuymuş:
Birileri kalkmış, Risale-i Nur’un temsilciliği gibi bir iddiada bulunuyormuş.
Habibi Nacar Yılmaz da “Yok öyle bir şey!” diyerek parmak sallıyormuş.
Yani anlayacağınız…
Ortalık karışmış!
Şimdi, durumu bir masaya yatıralım.
Yazar beyefendiye göre bazıları Risale-i Nur’un temsilciliğini sahiplenmeye kalkıyor ve bu, İslam’a, edebe, ilme sığmıyor.
Yazar beyefendiye göre bazıları kendilerini ‘yetkili ağız’ ilan etmiş, ‘vekilliğe’ soyunmuş, ‘bu işin tek sahibi biziz’ diyormuş.
Yazar beyefendiye göre bazıları bozuk ağızlarıyla, yanlış düşünceleriyle ortalığı
Yazıyı okumadın arkadaş.Yazıda dile getirilen hususlara bir şey diyemeyenler, böyle beylik laflarla farfara yapmaya devam ediyor demek ki.Esassız iddialarınıza cevaplar verdik, başka bir iddiada bulunmadık, yanlış ve eksik ithamlariniz sizi bağlar
Yanıtla (1) (0)Işıd da en iyi benim diyor. İsrail le değil, Ehli sünnetle uğraşıyor.
Yanıtla (1) (0)Tebrik ederim, maşallah, Hak’kın hatırı âlidir. Hiç bir şeye feda edlemez.
Yanıtla (1) (1)Şuna çok üzülüyorum ve esefleniyorum, bu adamları bize köşe yazarı diye yıllarca okuttular, en hafif tabiriyle yazıklar olsun
Masallah hocam bu tepit ve yaziniz cok istifade medar olur insaallah.Allah cc yar ve yardimcimiz olsun insaallah.Selam ve dua ile...
Yanıtla (3) (0)