Metin KARABAŞOĞLU

Metin KARABAŞOĞLU

İffeti böyle bilir miydik?

Kadim hikmetin insan tarif ve tasvirinde, üç ‘kuvve’ öne çıkar. İnsanın bütün hayatını, davranışlarını ve düşüncelerini etkileyen bu üç kuvve, İslâmî mirasın kavramlaştırması içinde ‘kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye’ diye ifade edilir. Bu üç kuvveden ikisi, bakılsa, sadece insanda değil, bütün canlılarda vardır. Her canlı, hayatının ve de neslinin devamı için lâzım gelen şeyleri almak, edinmek; hayatının ve neslinin devamına kasteden şeylerden ise uzak durmak, onları savmak, onlara karşı kendini savunmak durumundadır. İşte kuvve-i şeheviye, hayatını ve neslini devam ettirmek için gerekli olana yönelik cezbe ve iştihanın; kuvve-i gadabiye ise, hayatına ve neslinin devamına mani olacak şeylerden korunmak için gerekli tedbirleri almanın, gerekli çabayı göstermenin ifadesidir. Bu iki kuvveden mahrum olan, ne hayatını ne de neslini devam ettirebilir. Ama bu iki kuvvenin hadden aşması ise, ihtiyacı olmayana da iştiha duyup kendisi için tehdit olmayana da saldırma gibi bir arızayı netice verir.

Hadden aşma, hayvanlar için pek sözkonusu değildir. Onlar, ihtiyaçları kadarıyla yetinir, ötesini pek umursamazlar. Karnı iyice tok bir aslanın keyif için veya et stoklama kasdıyla bir ceylana saldırdığı görülmemiştir meselâ. Büyük balıklar küçük balıkları yese de, büyük balıklar ile küçük balıkların milyonlarca yıldan beri denizlerde beraberce var olabilmesi de bu sebepledir.

Ama iş insana gelince, insanda her iki duygu da hadsizdir. İnsanda bu duygulara had ve sınır konulmamıştır. O yüzden insan sadece ihtiyacı olanı edinmekle yetinmez, ihtirasını da tatmine girişir, iştiha duyduğu herşeyi elde etmek ister. İnsan soyundan nicesinin hadisin bildirdiği üzere ‘yiyen ama doymayan adam’ misali olması, nicesinin yine hadisin tarifiyle ‘abdü’d-dinâr ve’d-dirhem,’ yani altın ve gümüşün, dinar ve dirhemin kulu, yani paranın kölesi olarak yaşaması bu sebepledir. Onlardan bazısının dünyayı da yutsa tok olmaz bir iştihaya sahip olması da... Aynı şekilde, kuvve-i gadabiyesi sınır tanımadığında, herşeyi ve herkesi tehdit olarak algılayıp herşeye ve herkese hâkim olmak ister insan; dünyalar hâkimi olmak ister, bu uğurda zulme sapmaktan da çekinmez.

Hayvanlardan ayrı olarak insana kuvve-i akliyenin de verilmiş olması, işte bununla da ilgilidir. Âlemler Rabbinin bütün isimlerine bütün tecellileriyle şahit ve müşahit olma istidadıyla kuvvelerine had konulmayan insanın, bütün bu kuvvelerini hadden aşmayıp istikamet üzere kullanması için ona kuvve-i akliye verilmiş; kuvve-i akliyenin istikameti için ise ilâhî kitaplar ve peygamberler gönderilmiştir.

Neticede insan aklını istikamet üzere kullanır, yani kendisine verilmiş en büyük nimet olan o akılla hikmet üretir ise, diğer iki kuvvesini de istikamet üzere kullanır. Kuvve-i gadabiyenin istikamet hali şecaat, kuvve-i şeheviyenin istikameti de iffet olarak ifade edilmiştir. Adalet dediğimiz şey de, insanlarda ve toplumlarda bu üç kuvvenin istikamet üzere olmasından; yani hikmet, iffet ve şecaatin kişilerde ve toplumlarda buluşmasından hâsıl olan bir değerdir.

Bu çerçeveden bakıldığında, insan ancak bu üç kuvve ve onlara bağlı bu dört değer ile gerçekten insan olur.

Gelin görün ki, insanın nefsine uyup bu değerleri hepten unutması mümkün olduğu gibi; bu değerleri ‘kısmen’ unuttuğunda, nefsin hatırlama noktasında vicdanın uyarıcılığını bertaraf etmek için bu değerlerin kapsama alanını daraltma gibi taktikler ürettiği de görülür.

Daha önceki bir yazımızda vurguladığımız üzere, ‘indirgenmiş dindarlık’ diye bir olgu ortaya çıkıyorsa, işte böyle ortaya çıkar meselâ. Yahut, adaleti emreden Mâide âyetinin takvâyı adaletli olma şartına bağladığı apaçık ortada iken adaletten mahrum bir takvâ tarifi ortalıkta kol gezebiliyorsa, bu da böyle mümkün olur.

Birkaç haftadır, bir âyet zihnimde tekrarlanıp duruyor. Bu indirgenmiş dindarlığın bir boyutunun, bu anlam daralmasının, bu anlam daralması içerisinden hayatlarımıza ve zihinlerimize giriveren arızaların bir boyutunun ‘iffet’le alâkalı olduğunu bana düşündüren bir âyet.

Nisâ sûresi, âyet 6.

Halihazırda yerleşik kullanımlarıyla iştiha dediğimizde yemekler de akla gelirken, ‘şehvet’ kelimesi sadece cinselliği çağrıştırıyor. Bunun otomatik bir sonucu olarak, kuvve-i şeheviyenin istikamet hali olan iffeti de sadece cinselliğe indirgenmiş şekilde düşünüyor zihinlerimiz. Dolayısıyla, meselâ yeme-içmede iffetten, meselâ harcamada iffetten söz etmediğimiz gibi, başkasının malına göz dikmeyi de iffetsizlik olarak tanımlamak asla aklımıza gelmiyor.

Oysa Kur’ân-ı Hakîm, cinsel istekler karşısında ölçülü olmayı ve haddi aşmamayı iffetle tanımladığı kadar (bk. Nûr, 24: 33, 60), yetim malına göz dikmemeyi de iffetle tanımlıyor ilgili Nisâ âyetinde: “Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin. Onların akılca olgunlaştıklarını görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyecekler de mallarına sahip olacaklar endişesiyle onları israf ederek, tez elden yemeyin. Zengin olan, onların malını yemekten çekinsin. Fakir olan ise, meşrû sûrette yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, bunu şahitler karşısında yapın. Hesap görücü olarak Allah yeter.” (Nisâ, 4:6)

Mealini bu şekilde gördüğümüz âyette yetim malını haksız yere yemekten çekinmeyi, yetim malına göz dikmemeyi ‘iffet’le tarif ediyor Rabbimiz: fe’l-yesta’fif. Yetimin vasîsi, zengin bir kimse ise, iffetli olsun, yetimin malına göz dikmesin, onu yemekten çekinsin.

Âyetin ise bu ifadesi, haftalardır zihnimde tekrarlanıp duruyor.

Çünkü bu ifade, iffeti ne kadar da daralttığımızı, kapsamında olan nice şeyi nasıl da gözardı ettiğimizi bana hatırlatıyor.

Âyetin verdiği dersle bakarsak, iffet sadece cinsellikle ilgili bir husus değil. Nur sûresinin bildirdiği üzere, elbette belini ve gözünü haramdan korumak elbette iffetin bir gereği olmakla birlikte, iffet sadece ondan ibaret değil. Bilakis, Nisâ sûresinin bu âyetinin bildirdiği üzere, yetim malına göz dikmemek de iffet. Buradaki mânâyı açarsak; hak edilmeyen kazanç, haksız yoldan elde edilmiş imkân, usulsüzce ve yolsuzlukla elde edinmiş gelir, haram mal edinme, bütün bunlar da bir iffetsizlik haline işaret ediyor.

Sözün kısası; nasıl başkasının mahremine göz dikmek iffetsizlik anlamına geliyorsa, helâl yoldan edinilmemiş bir kazanç da iffetsizlik anlamını taşıyor.

Dolayısıyla, iffet sınavından geçebilmenin yolu, sadece elden, belden veya gözden geçiyor değil. İffetten hakkıyla söz edebilmek için, cebe giren para ile ağza alınan lokmanın da helâl bir şekilde edinilmiş olması gerekiyor.

Kur’ân’ın ifade ettiği bu geniş anlamıyla bakıldığında ise, iffetin eleği inceliyor; ve geçemeyenler ne yazık ki epeyce çoğalıyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum