Ramazan BALCI
İmam Bediüzzaman ve siyasi partiler (II)
Bu kısa yazı içerisinde siyasi tarih yazmaktan çok yapılacak bazı değerlendirmelerin yerli yerine oturması kısa bazı bilgileri hatırlatma ihtiyacı doğmuştur.
HÜRRİYET VE İHTİLAF PARTİSİ
Buna göre 1911’de kurulan Hürriyet ve İhtilaf Partisi’nin ilk reisi Dâmâd Ferîd Paşa idi. İttihat ve Terrakki’nin uyguladığı şiddet politikasına bir tepki olarak kurulan partiye mecliste bulunan mûtedil Hürriyetçiler, küskün İttihatçılar, Ahâlî fırkalarına mensup mebuslar, Rum, Arnavut, Arap, Ermeni vekiller katılmış, parti seçimlere girmediği halde grup kurmayı başarmıştı. Önemli simalar arasında İsmâil Hakkı Paşa, Tokat mebusu Mustafa Sabri Efendi, Hama mebusu Abdülhamîd Zehrâvî, Piriştine mebusu Hasan Bey, Sinop mebûsu Dr. Rızâ Nur, Ayân meclisi âzâları Dâmâd Ferîd ve Müşir Fuâd Paşalar, Emekli Ferik Süleymân Paşa vardı.
Bünyesinde topladığı unsurların eğilimine göre, Osmanlıcılık, adem-i merkeziyetçilik ve teşebbüs-i şahsî (yerinden idâre ve hür teşebbüs), meşrûtiyetçilik, liberal ekonomi gibi fikirlerin savunuculuğunu yaptı. Mahmud Paşa suikastına kadar geçen dönemde Gâzi Ahmed Muhtâr Paşa ve Kâmil Paşa hükümetlerini dışarıdan destekledi. Ancak ideolojik birliğe ve sosyal bir sınıfa dayanmayışı, Avrupaî düşünceli gençlerle ilmiye sınıfından gelen mollalar arasında çıkan tartışmalar partiyi zayıflattı. Babıali baskını sonrasında siyasi etkisini yitirdi. Bir kısım üyelerinin Sadrâzam Mahmûd Şevket Paşa cinayeti ile irtibatlandırılması üzerine siyasi hayattan çekildi.
Hürriyet ve İtilaf Partisi Mütâreke sonrasında yeniden kuruldu. (14 Ocak 1919) Kurucular arasında Müşir Nûrî Paşa (Reis), Zeki Paşa, Abdülkâdir Efendi, Mustafa Sabri Efendi, Ali Kemâl Bey, Refik Hâlid (Karay), Rızâ Tevfik (Bölükbaşı) gibi isimler vardı. Dâmâd Ferîd Paşa kabînelerini dışardan destekleyen Hürriyet ve Îtilâf Fırkası, millî mücâdelenin başarıya ulaşması üzerine kendiliğinden kapanmış oldu.
Doğrudan hükümet kurmayan Hürriyet ve İtilaf Partisi, Kâmil Paşa hükümeti (29 Ekim 1912-23 Ocak 1913), ile Damat Ferit Paşa hükümetlerine (4 Mart-30 Eylül 1919) dışarıdan destek verdi. (Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yay. 1983, s. 205.vd.)
BEDİÜZZAMAN’IN PARTİLERE KARŞI DURUŞU
Bilindiği gibi Üstad Meşrutiyetin ilanından kısa bir süre önce İstanbul’a gelmişti. Ancak O’nun siyasete olan ilgisini bu tarihle başlatmak yanlış olur. Meşrutiyet’in ilanını şiddetle alkışlaması, Selanik törenlerinde kürsüye davet edilmesi, (bu köşede yayınlanan bir belgeye göre) daha önce Nusaybin ve Mardin’de konferanslara katılması O’nun Van hayatında İttihatçılarla tanıştığını göstermektedir.
Üstadın meşrutiyet dönemindeki faaliyetleri genel bir ifade ile, karşı durulmaz bir şekilde umumi bir cereyan halini alan hürriyetçi akımın meşru çizgilere çekilmesi, ya da “meşrutiyeti adab-ı islamiye ile tezyin etme” şeklinde özetlenebilir.
Ne varki İttihatçıların kısa zamanda hürriyeti askerî bir istibdada çevirmeleri karşısında Bediüzzaman, öteden beri takip ettiği istikamet çizgisini korumaya çalışır.
Bu dönemde Üstadın iki ayrı cemiyetle ilişkilerine değinmek gerekir. Bunlardan ilki Ahrar Fırkası’dır. Geçen yazıda bir parça temas edilen Ahrar Fırkası kurucuları arasında Üstad’ın yakın dostu bulunmamaktadır. Fikir düzeyindeki birliktelik ise sınırlıdır. Bilindiği gibi Ahrar fırkasının en önemli tezi olan “adem-i merkeziyet” fikrini zamansız ve ayrımcı bulur. Bu noktada O’nun fikirleri İttihatçılara daha yakındır.
Genel bir okuma ile Selahaddin Bey’in dile getirdiği sahsî teşebbüs, ferdlerin aktif bir şekilde toplum hayatına katılması, tevsi-i mezuniyet, Müslüman unsurların memuriyet ve askerliği bırakarak ticarete yönelmesi gibi fikirler dönemin aydınlarının ekseriyetle ilgilendiği fikirlerdir. Bu konulara Üstad da sık sık atıfta bulunur. Ahrar Fırkasına yakın olduğu bilinen Nesl-i Cedid kulübü bir kelime ile de olsa Üstad’a atfedilen ibareler içinde yer alır. Bu çağrışımların dışında Üstad’ın bu kulüple ilgilendiğini gösteren bir bilgiye şimdilik sahip değiliz.
9 aylık Meşrutiyet döneminde Üstad’ın dinî cemiyetlerle ilgilendiği, son birkaç ay içinde kuruluşunda siyasî bir gaye bulunan İttihad-ı Muhamedi Cemiyeti’ne dahil olduğu bilinmektedir. Ancak bu cemiyete dahil olması, cemiyetin siyasî bir hizip olmaktan kurtarma ve İttihad-ı Muhammedî ismini tahsis ve takyidden, belli bir hizbin siyasî malı olarak anlaşılmasının önüne geçme olduğu Volkan yazılarından anlaşılmaktadır.
Bir ara vurgu yapmak gerekirse Üstad’ın Ahrar Fırkası ile örtüşen bazı fikirlerinden söz edilebilir, ancak O’nun bu fırkaya mensup olduğunu ileri sürmek maksadını aşan bir ifade olur. Zaten 9 ay kadar süren II. Meşrutiyet döneminin son üç ayı İttihad-ı Muhammedi içinde geçmiştir. Üstad’ın kullandığı Ahrar kelimesi siyasî bir hizbi değil, belki devirlere göre değişmeyen ve süreklilik arz eden, İslam şeriatının insana sağladığı hürriyet fikridir. Sonraki referanslarında Ahrarları İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti mensupları olarak verecektir.
İTTİHATÇILAR VE BEDİÜZZAMAN
Meşrutiyet uygulamaları yüzünden İttihatçılar ile yolunu ayıran Bediüzzaman, 31 Mart isyanı sonrasında mürteci olduğu iddiasıyla Divan-ı Harp’te yargılanmış ve berat ettikten sonra memleketine dönmüştür.
Üstad’ın şahsî hesapları peşinde koşmayacak kadar âli bir ruh sahibi olduğu bu günlerde daha parlak bir şekilde ortaya çıkmıştır. Münazarat’ın bahislerinde görülebileceği gibi –kendisini irtica ile yargılayan- hürriyetçileri bütün kuvveti ile savunmaya devam etmiş, ortaya çıkan fenalıkları İttihatçılar içine girmiş küçük bir dinsiz ve mason hizbin işi olduğunu ısrarla vurgulamıştır.
Bu tarihten sonra ittihatçıları andığı her yerde bu ayırımı yapmış mason ve dinsiz komite ile milliyetçi Müslüman kanadı birbirinden ayrı tutmuştur.
Aşağıdaki alıntıları bu bağlamda okumak mümkündür.
“Vehim : "Sen Selanik'te İttihat ve Terakkî ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın?
İrşad: Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey, Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim; lakin bazıları bizden ayrıldılar, bataklık yoluna saptılar. Hamiyetlerinde şüphem yoktur, fakat mukabillerinde garaz hissettiler; onlar da, tabiî, garaza ittiba ettiler.” (İçtimaî Reçeteler II, s. 289)
Burada dönemin yazarları tarafından ekseriyetle görmezden gelinen bir hakikata Üstad yine şahitlik yapmaktadır. Muhalefet İttihatçılara karşı aşırı şekilde tahrik edici davranır, sonun daiş çığırından çıkmıştır.
Sual: "Neden meşrûtî hükûmete ve dinsiz olmayan Jön Türklere mümkün olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?"
Cevap: Mümkün olduğu derecede sû-i zan ettiğiniz için, ben hüsn-ü zan ederim. Eğer öyle ise, zaten iyi. Yoksa, ta öyle olsunlar; yol gösteriyorum.
Sual: "İttihat ve Terakkî hakkında reyin nedir?"
Cevap: Kıymetlerini takdir ile beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete mûterizim. Me'mûldür ki, o şiddet nedamete ve şefkate inkılap etsin. Lâkin onların iktisadî ve maarifî olan -bâhusus şarkî vilâyetlerdeki- şubelerini bir derece istihsan ve tebrik ederim. (Münazarat, s. 135)
Tabiatıyla İttihatçılara kırgın olması gereken bir dönemde yazılan bu ifadeler ilgi çekicidir. Bu satırlarda Üstadın fikrî bağımsızlığını her zaman koruduğu ama –varsa – düşmanı için de olsa hakperestlikten vaz geçmediği açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Kronolojik olarak devam edersek Üstad’ın Rumeli seyahati, Medresetü’z- Zehra projesi, Cihan harbine Enver Paşa ile aynı cephede ordu vaizi olarak katılması, bu dönmede İttihatçı çevrelere karşı açık bir muhalefet içinde olmadığını gösterir. İttihatçıların en fazla suçlandıkları harbe giriş konusundaki sual ve cevap ayrıca dikkate değer:
Denildi: "Mağlûbiyet mâlûmdu, biz bilirdik. Bilerek bizi belâya attılar."
Dedim: "Acaba Hindenburg gibi dehşetli insanlar nazarına nazarî kalmış olan gaye-i harp, sizin gibi acemîlere nasıl malûm ve bedihî olabilir? Acaba fikir dediğiniz şey (el'iyazü billâh) arzu olmasın? Bazan zâlimane intikam-ı şahsî, arzuya fikir suretini giydirir. (Sünuhat | Rü'yada Bir Hitabe s. 70)
Bu değerlendirme orijinal olduğu kadar, aynı ölçüde bir hakperestlik ifadesidir.
Harp dönüşü kendisine ilmiyeden mahreç payesinin verilmesi ve ordu adayı olarak Darulhikmet’e tayin edilmesi elbette siyasî iradenin O’nun hakperest duruşuna karşı kayıtsız kalmadığı ya da diğer bir ifadeyle İttihatçıların milliyetçi ve ittihad-ı İslamcı kanadının O’nunla yakın teması sürdürdüğünü gösterir.
Üstad İttihatçılar hakkındaki son onurlu duruşunu, hemen herkesin İttihatçılara küfrederek makam kapma yarışı yaptığı günlerde gösterir:
"İttihada şedit bir muarızdın. Neden şimdi sükût ediyorsun?"
Dedim: "Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan. Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan ferağatıdır.
"Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver'e, Venizelos ile beraber Said Halim'e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir."( Sünuhat , Rü'yada Bir Hitabe, s. 67)
İttihatçı reisler İngilizlerin İslamiyet aleyhinde uygulamak istedikleri rejimi kabul etmedikleri için yurdu terk etmek zorunda kaldılar. Şayet kabul etselerdi sokaklarda şimdi Enver Paşa’nın heykelleri bulunacaktı.
Aynı zamanda bir vefa imamı olan Üstad, resmi tarihin tamamen unuttuğu Enver Paşa’yı sık sık mahkeme salonlarında anar:
“Harb-i umumide gönüllü alay kumandanı olarak iki sene çalıştım, çarpıştım. Ordu kumandanı ve Enver Paşa takdiratı altında, kıymettar talebelerimi, dostlarımı feda ettim. ( Mektubat, s.76)
“Şimdi müsadere edilen İşaratü'l-i'caz, o zamanın başkumandanı olan Enver Paşa’ya o derece kıymettar görünmüş ki, kimseye yapmadığı bir hürmetle istikbaline koştuğu o yadigar-ı harp…” (Şualar ,s . 393)
Bu referanslar bir vefa örneğidir. Yoksa o dönemde Enver Paşa, adı kerametle anılan biri değildir. (Kaderin ortak bir cilvesi her iki isim resmi tarih yazımından çıkarılacaktır.)
Fazla uzatmadan toparlarsak Bediüzzaman, bulunduğu her yerde dava sahibi bir imam olarak bulunmuş, kendi davasını anlatacak ve hayata geçirecek projeler üzerinde çalışmış, memleket meselelerine doğrudan müdahale etmekten kaçınmamıştır.
İtihatçı yönetimi memleket için faydalı gördüğü konularda desteklemiş, ancak onların uyguladığı istibdadı, mason kısmının fenalıklarını ve Avrupa-perest okumuş cahil inkarcıları, milliyetçi ve İslamcı kanadı saf dışı ederek kurdukları istibdat idaresini ömrünün sonuna kadar eleştirmiştir.
TAVZİH İHTİYACI
Haftaya bu yazı devam edecektir. Ancak söz buraya gelmişken uzun süredir beni meşgul eden bir noktaya temas etmeden geçemeyeceğim: Üstad’ın Ahrar Fırkası’nı desteklediğini ileri süren Beyanat ve Tenvirler isimli derlemeye alınan aşağıdaki iki paragrafın acaba orjinali var mıdır?
“Yirmi sekiz senelik bütün cinayatıyla başkaların cinayatı ve ittihatçıların ve mason kısmının seyyiatları da o partiye yükletildiği halde, demokratlara bir cihette galip hükmündedirler.” (Beyanat ve Tenvirler s. 232)
“İttihatçıların ve mason kısmının” ibaresi, Üstadın çok yerde tekrar ettiği gibi “İttihatçıların mason kısmının” olmalı diye düşünüyorum. İlave edilen (ve) bağlacının anlamı üzerinde durmak uzun sürer.
“Şiddetli bir me'yusiyetim içinde, hürriyet başında bizimle, yani İttihad-ı Muhammedi (a.s.m.) Cemiyeti ile, İttihadçıların bir kısmındaki gizli farmasonlara muarız ve manen bizimle, yani İttihad-ı Muhammedi ile müttefik olan Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı. (Beyanat ve Tenvirler s. 204)
Yukarıdaki alıntıda geçen “yani İttihad-ı Muhammedi ile müttefik olan Ahrar Fırkası”nın Üstad’ın üslubu içerisinde bir benzeri var mı diye düşünüyorum, bir cevap bulamıyorum!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.