Serdar BİLGİN
İman ile aklın imtizacı
Üstadın “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder.” ifadesi bu yazıya vesile olmuştur. Üzerine kitaplar yazılacak kadar ifadenin derinliğinin farkındayım; ancak ifadeyi gücümün, dilimin elverdiğince izah etmeye çalışacağım.
İslâmiyetin menşei ilim; esası akıldır. Kur'ân ise hakîmdir. Hakîm ise, akıl kabul etmeyen şeyleri akla tahmil etmez. O nedenle İslâmiyet; akıl, hikmet ve mantık üzerine müessestir. İslâmiyeti her bir akl-ı selimin kabul etmesi, İslâmiyetin şânındandır.
Varlığın temelinde nizam ve tedricilik vardır. Akıl; nizamı ve tedriciliği kavrama ve varlığın temeline ulaşmada tek değil ama önemli bir araçtır. Akıl; hayata dair “Neden geldik? Nereye gidiyoruz? Niçin buradayız?” sorularına kavramsal bir dil geliştirir, anlam vermeye, tanımlamaya ve anlamaya çalışır. Tanımlama ve anlama süreci aklın kendi doğası (fıtri) içinde gerçekleşir. Akıl; zaman ve mekân çerçevesinde, duyular yolu ile algılayabildiği önermeleri tanımlar ve bu önermelere anlam verir. Aklın sınırlarını zaman, mekân ve duyular çizer. Akıl; bu sınırlar içinde olan ilmi alır, bu sınırların dışında olan irfanı dışarıda bırakır. Aklı; Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'iç ve muacciz bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. Aklı; insanın en kıymettar cihazı, kâinattaki nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açan tılsımlı bir anahtar yapan imandır. İman hakikati, varlığın anlamına yönelik bir akıl yürütmedir, tefekkürdür. O halde hakikat, iman ile aklın imtizacı ile tecelli eder.
Sosyoloji Bölümü öğrencisi olmam hasebiyle incelediğim Paul Tillich’in “Systematic Theology” adlı kitabındaki akıl ile ilgili çalışması dikkatimi çekti. Şu an üzerinde durduğum konu ile de alakalı olunca paylaşmak istedim. Aşağıdaki şemada da (Şema:1) gösterildiği üzere Paul Tillich’e göre aklın “rasyonel, duygusal, kavrayıcı ve şekillendirici” olmak üzere dört işlevi var. Bir ilahiyatçı olarak Paul Tillich’in ilahi akıl çerçevesinde ortaya koyduğu kurgu önemli; Paul Tillich’in hakikate ulaşma noktasında, akıl üzerine temellendirdiği bu kurguyu Risale-i Nur Külliyatı çerçevesinde yeniden kurgulamak (Şema:2) istedim.
Sonuç olarak insanı eşref-i mahlukat yapan akıldır. Eşref-i mahlukat; aklın işlevselleştirildiği yani bireydeki ahlakî vasıfları ortaya çıkarttığı ve fıtrattaki iyi huyları yönlendirdiği bir süreci ifade eder. Bu süreci “şuur” olarak ifade edebiliriz. “Bütün insanlarda akıl vardır ancak bütün insanlar şuurlu değildir” dersek yanlış olmaz. Şuur, vahyi ve ilahi bilgiyi birleştirerek hayata dair “Neden geldik? Nereye gidiyoruz? Niçin buradayız?” sorularına cevap bulmuş, içinde bulunduğu kâinatı tanımlamış ve anlamlandırmış insanı ifade eder. Şuurlu insanın aklını vahiy destekler, vahiy akla kılavuz olur; aklın yönünü-yolunu gösterir, yoksa akıl; dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa, âciz kalır, taklide mecbur olur. Akıl, varlık ile anlam kazanır; varlık ise akıl ve vahiy ile anlam kazanır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.