Kalb-i Huzuru Bulmak (Bir İkindi Vaktinin Düşündürdükleri)

Şehrin en kalabalık yerindeyim, bir ikindi ezanı okunuyor. Dünya meşgalesinin verdiği telaştan olacak ki bu ilahi daveti duyan pek azdı. İş, koşturmaca, günlük meşguliyetler… Oysaki huzuru bulmanın, telaşlardan kurtulmanın çağrısıydı bu ilahi davete icabet etmek. Dünyanın boğucu işleri arasından bir nebzede olsa dünyadan paydos edip ilahi huzurda nefes almak; evet, bir ikindi vakti, tıpkı mevsimlerin sonbaharını hatırlatır gibi, tıpkı insan ömrünün ihtiyarlık çağını anımsatır gibi, tıpkı gençlik baharının yerini ihtiyarlık güzüne bırakması gibi. Zamanın gelgitleri arasında gelip geçen bir ömrün sonbaharını yaşaması gibi. Güz rengi sarmış sanki her yeri, salınarak yere düşen bir yaprak misali, ömür ikindi vaktine doğru yol alıyor.

Heyya Alel Felaah” “Haydi kurtuluşa” sesi semayı doldururken, şehrin gürültülü hayatı arasında ve derdi maişet ile hayata sorgusuz sualsiz kendini kaptıranlar, bu sesi pek işitmiyor gibiydiler. Neyin kurtuluşuna çağrı yapıyordu bu ses, neye davet ediyordu bu ilahi çağrı. Evet, kurtuluş; dünyanın bütün sıkıntılarından kurtulmak, bir tekbir ile dünya adına ne varsa hepsini geride bırakıp ilahi huzura çıkıp huzur bulmak. Asıl huzur, ebedi huzuru verenin karşısında huzurda bulunmak değil mi?

Evet, bu ilahi davet insana hatırlatıyor ve diyor ki; “Ey insan! Bak her gün olduğu gibi bu gününde ikindi vakti geldi, bu günde bitmeye mahkûmdur. Seninde bir gün ömrünün ikindi vakti gelecek, sendeki gençlikte bir gün bitecek. Gençlik bitmeden, ömrünün sonbaharı gelmeden uyanmaya çalış. Huzura ve kurtuluşa çağrı yapan bu ilahi davete kulak ver.” Bu ilahi davete kulak vermeyenler, ömürlerinin ikindi vaktine yani ihtiyarlık çağına ulaşsalar da yinede uyanamayacak ve kendilerini hep genç sanacaklar, böyle bir durum ise insanın kendisini aldatmasından başka bir şey değildir. Bütün dünya meşguliyetleri arasında niçin huzur bulamadıklarından şikâyetçi olanlar bu sese icabet etmeliler. İlerleyen yaşlarına rağmen hala hayattan huzur bulamadıklarını şekva edenler, niçin huzuru bulamadıklarını sorgulamadıkça, huzurun sadece İlahi emre itaat etmekle olduğunu anlamadıkça ve bu dünyanın rahat etme yeri olmadığını bilmedikçe ömürlerinin son nefeslerine kadar hep hayattan şekva edecek, huzur bulamayacak ve rahat edemeyeceklerdir.

Gençlik baharıyla dünya sarhoşluğundan ayılamayanlar gençlik baharının ardından ihtiyarlık güzünün bir gün mutlaka geleceğini bilmeliler ve ona göre ömürlerinin her anını boşa geçirmemeliler. “İkindi vaktine (Asra; çağa) and olsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” ( Asr Suresi 1-3) Rabbimiz ( celle celaluhu ) bu vakte yani akıp giden zamana yemin ederek insanın zararda olduğunu ve yalnızca iman eden, hayırlı amellerde bulunan, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin müstesna olduğunu ilahi beyanında bizlere bildirmektedir. Başta kendi nefsimi dâhil ederek ifade ediyorum; öyle dalmışız ki dünyaya hiç uyanmayacakmışız gibi, kulaklarımız sadece dünyalıkları duymaya alışmış. Öyle bağlanmışız ki dünyaya gözlerimiz sadece dünyayı görmeye odaklanmış. O kadar kaptırmışız ki kendimizi bu misafirlik hayata, ömür güneşi mağribe doğru kaysa da yinede uyanamamaktayız.

Çoğu insanlardan duymuşsunuzdur, başta kendi nefsim için söylüyorum; “Ben bu yaşıma geldim hala rahat edemedim, hala huzur bulamadım ve dünyadan bir şey anlamadım. İşlerimi hep yarınlara erteleye erteleye, sandım ki o yarınlar bir gün gelecek ve ben tüm işlerimi bitireceğim, köşeme çekilip rahat edeceğim, huzur bulacağım. Fakat bu ilerleyen yaşıma rağmen ne huzur bulabildim ne rahat edebildim nede yarınlara ertelediğim işlerimi bitirebildim. Ömrümün en güzel yılları geride kaldı, o güzelim yılları boşa tüketmişim, hep rahat edebilme ve huzurlu bir hayat yaşamak adına koşturdum durdum. Evet, sadece dünyaya odaklandım hâlbuki ilahi davet her gün beni huzura çağırıyordu, hem bu dünyanın hem de ebedi hayatın huzuruna davet ediyordu.”

Allah ( celle celaluhu ) buyurur ki: “İman edenlerin Allah'ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasık kimselerdir.” (Hadid Suresi 16)

Bugün görüyoruz ki dünyanın birçok nimetine sahip olanlar, arabaları, apartman daireleri, lüks yatları olanlar yinede mutluluğu ve huzuru bulamadığını ifade etmişlerdir. Hep bir şeylerin eksik olduğunu ifade etmişlerdir. Kalbi ürperenler Allah’ın izni inayetiyle bazen görüyoruz aniden bir dönüş yapmış ve ilahi beyana sımsıkı sarılmıştır. Mesela bazı ülkelerde sanatçı olsun, iş adamı olsun buna benzer çokça insan ünlü olmasına rağmen, mal varlığıyla çokça zengin olmasına rağmen yinede kendilerinde bir şeyleri eksik görmüşler ve Allah’ın izni inayetiyle hakikati arama yoluna koyulmuş ve sonuçta İslam ile şereflenmişlerdir. İlahi huzurda durunca, duaya sarılınca “işte aradığım huzur budur.” diye ifade etmişlerdir. Evet, insan iki vadi dolusu altınada sahip olsa, hatta dünyalar bile kendisinin olsa, bir yerde bunların kendisine huzur vermediğini anlayabilmekte, yada anladığı halde yinede gaflete düşebilmektedir. Bu durumda olan insan bir köşeye çekilip kendisiyle hesaplaşır ve gafletin pençesinden kutulabilmeyi başarabilirse, bu kadar servetin kendisine huzur vermediğini, tüm bunların bir gün yok olup gideceğini düşünür. İçinde böyle bir fırtına oluşan insan “bana fani olan değil, ebedi olan lazım.” der ve hakikati arama yoluna koyulur.

Ruhun Açlığı Ancak İbadetle Giderilebilir

Ruhun açlığı ancak ibadetle giderilebilir buda hiç şüphe yok ki namazdır. Evet, insanın huzuru bulamayışının sebebi ruhunu aç bırakması ruha ibadet aşkının ibadetteki o haleti ruhiyenin tattırılmamasıdır. İnsan beden midesini istediği kadar doyursun ve aç bırakmasın, istediği kadar hayatını dolu dolu yaşasın, dünyevi her türlü zevk adına ne varsa yaşasın, yinede gerçek manada rahata eremez ve huzuru bulamaz. Ruh aç kaldıktan sonra huzur da olmaz mutlulukta olmaz. İnsan ancak ve ancak aç kalan ruhuna namaz ve dua ibadetini tattırdığı ölçüde huzura kavuşabilir. İnsan ancak içini Yaradan’ına dua ve namaz ile döktüğü zaman huzura erebilir. Namaz gibi bir ibadetten yoksun olanlar mutluluğu ve huzuru yakalayabilmek adına adeta kendini seferber eder, seferber eder ama yinede huzuru bulamaz hayattan ve yaşadıklarından tat alamazlar, alsalar bile bir süre sonra acısını duymaya başlarlar. Bu şekil hayatın gayesini bilmeyenler yinede huzuru bulmak için çokça yollara başvururlar; mesela huzuru gidip gayri meşru yollarda bulma peşine düşerler, bu yollarla huzuru bulamayınca daha farklı yolara başvurur. Gençliğin verdiği rehavetle adrenalin ile dolu dolu yaşamak, anı yaşama ile huzuru bulmaya çalışır, çeşitli yöntemlere başvurur; kumar, esrar, içki gibi bu tür yollarla kendinden geçip huzuru bulmaya çalışır. Bunlar huzuru sağlamayınca bu defa daha farklı yollarda bulamadığı huzuru bulmanın peşine düşer. Dimdik dağları tırmananları bilirsiniz, en yüksek zirvelere çıkmak, hatta hayatını bile riske atarak bu tür yollarla bir nebzede olsa hayatını dolu yaşamaya ve huzuru bulmaya çalışır, hatta imkânı varsa tüm dünyayı dolaşır, dolaşmasına ama yinede huzuru bulamaz. Dünyadaki birçok zevk ve eğlenceyi tatmasına rağmen yinede kalbi tatmin olmaz, hep kalbinin bir köşesinde bir boşluk bir eksiklik hisseder. Çünkü ruhun asıl gıdası olan namaz ve duayı ihmal etmiştir. Namaz öyle âlemlere kapı açar ki o kapıdan içeri girenlerin gönlünde ruhunda tadı anlatılmaz bir huzur bir mutluluk bir selamet olur, bu huzuru bulup tadanlar dünyadaki başka hiçbir şey bu huzur kadar huzur vermez onlara. Ünlü yabancı bir film oyuncusu şöyle diyor: “Dilerim herkes bir gün zengin ve ünlü olur ve hayalini kurduğu her şeye kavuşur; böylece aranılan esas cevabın bu olmadığını anlar.” Evet, aranılan esas cevap nedir acaba? Huzur âleminin kapılarından iman ve namaz ile içeri girebilmektir. Namaza sımsıkı sarılmamız gerekiyor, duaya sımsıkı sarılmamız gerekiyor. Huzur, ancak Allah’ın huzurunda acz ve fakrını anlamakla olur. Huzur ancak ve ancak huzuru verenin huzurunda durmakla olur.

Hz. Ali (radıyallahu anh) ayağına ok batınca namazda iken çıkarılmasını istemişti. Durun der ben Namaza durayım da siz öyle ayağıma batan oku çıkarın. Namaza durur ve oku çıkarırlar hiç farkına varmaz, hatta namazdan sonra “oku çıkardınız mı?” Der. Acaba Hz. Ali (radıyallahu anh) Namazda hangi âlemlere gitti de ayağına batan oku çıkarttıklarında hissetmedi. Evet, namazdaki o tarifsiz huzur insana cismani acıları bile hissettirmez. Allah’a hakkıyla yönelen öyle bir huzura kavuşur ki, maddi hiçbir acıyı bile hissetmez. Çünkü “O” huzur karşısında maddiyat manasız kalır. “O” huzur ki, maddiyattan sıyrılıp, manevi  boyutlara pencere açar.

Aç kalan bir mide nasıl ki sancıdan kıvranıp açlığı gidermenin yollarını arattırıyorsa, tıpkı buna benzer insan ruhunu da aç bırakıldığı vakit kıvranır durur ve huzuru aramaya çalışır; çünkü insanın yaratılış fıtratında huzurlu olmak rahat etmek vardır. İşte bu huzur arayışı yanlış yollarla elde edilmeye çalışılırsa hem geçici olur, hem sonu hüsran olur, hem de tatmin etmez, tatminkâr olmayınca da daha farklı her türlü yollarla insan huzuru aramaya devam eder. Evet, yanlış yollarla huzuru bulmaya çalışmaya devam edenler, şeytan ve nefsin elinde oyuncak haline gelirler. Şeytan ve nefis her türlü boş ve malayani işlerle onları meşgul eder. “Şunu yap, şunlarla uğraş, şu tür eğlencelere katıl, şu yerlerde vaktini harca, son model araba almak için uğraş, daha güzel bir ev almak için daha çok çalış, şu takım son model mobilyaları oturma grupları al.” Gibi aklımıza gelebilecek her türlü israflarla huzuru buldurmaya çalışır; ama gel görelim ki insan tüm bunları elde edinceye kadar ömür sermayesi tükenip sona yaklaşır ve hala huzur bulunmamış dünyadaki istek ve arzularında sonu gelmemiştir.

Yaratılış fıtratı gereği bir ömür huzuru aramaya devam eden insan, ancak Allah’a ( celle celaluhu ) kul olduğu ölçüde huzura kavuşur. Huzur ancak ve ancak Namazla olur, o namaz ki insanı huzur âlemlerinde gezdirir. O Namaz ki insana ebedi huzuru kazandırmaya vesile olur. O Namaz ki insanı miraçlara yükseltir.

Huzurun kaynağı olan namazı, dünyevi işler arasında en önemli sıraya koymalıyız, hatta birinci sıraya koymalıyız; çünkü Âlemlerin Rabbine kul olduğumuzun ve kulluğu yalnızca O’na yapmamız gerektiğinin ifadesidir namaz. Hele namazı ihmal etmek başta Allah’a kul olduğumuzu ihmal etmek ve başka hiç bir şeyde bulunmayan huzuru ihmal etmek manasına gelir bence. Allah’a imandan nasibi olmayan kalpler, kalbi huzuru başka bir şeyde bulmaları mümkün değildir. Evet, kalbi huzur öncelikle güzel bir imanın ve imanın neticesi olarak da namazın meyvesidir. “Dikkat edin. Kalpler başka değil; ancak Allah’ı zikir ile tatmin olur.” (Rad Suresi 13/28) ayeti bu hakikate ışık tutar.

Namazda her zaman bir huzur vardır. Namaz, Allah karşısında kişiye acz ve fakrını hatırlatmakla beraber derin bir huzurun bulunmasına vesile olur. Acz ve fakrını anlayan insan kalbini Âlemlerin Rabbine bağlar ve O’na salih bir kul olmaya çalışır ve namaza sımsıkı sarılır, buda insana huzur verir. Büyük Mütefekkir Bediüzzaman Hz. ( radıyallahu anh); “Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır.” Sözüyle namazın huzur kaynağı olduğunu ifade eder.

Bir “Allahu Ekber” tekbiriyle huzura duran insan, dünyevilik adına ne varsa namaza durmakla geride bırakır. O artık hiçbir yerde bulunmayan huzuru bir seccade başında Âlemler Rabbinin huzurunda bulur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum