Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Kazılar ve kemikler

Uzun bir zamandır Türkiye’nin birçok yerinde kazılar yapılıyor. Bu kazılar fail-i meçhul cinayetlere kurban giden ve bir daha kendilerinden haber alınamayan insanlara ulaşmak ve dikili bir taşa sahip olmaları için yapılan ihbarlara dayanıyor.

Türkiye son otuz yıllık süreci çok büyük acılarla geçirdi. Çok sayıda genç insan bu kanlı sürecin kurbanı oldular. Bu süre zarfında toplam kırk bin civarında insanımız bu kirli ve kanlı dönem içerisinde hayatını kaybetti. Nice umutlar söndü, nice hayaller bir kör kurşunla sona erdi.

Bir kısmı ‘’çatışmada öldürülen terörist’’ diye ailelerine teslim edildi. Bir kısmının sahipleri çıkmadı ve kimsesizler mezarlıklarına defnedildiler.
Çok sayıda güvenlik mensubu için yetkililerin katılımı ile törenler yapıldı ve teröre lanet okunarak sloganlar ve tekbirler eşliğinde defnedildiler.

Terörle mücadele adı altında bazı kamu görevlilerinin keyfi davranışları ve icraatları ile binlerce insan yargısız infazlara kurban edildi.
Bazı insanlar gece yarıları evlerinden alındı ve bazıları da güpegündüz herkesin gözü önünde dükkânlarından ve caddelerden resmi araçlara bindirilerek götürüldü ve bir daha da kendilerinden hiçbir haber alınmadı.
Bu şekilde kayıp olan insanların yakınlarında, eşlerinde, anne-babalarında ve çocuklarında yaşanan büyük acılar hiç dinmedi. Her gün artan bir şekilde içlerinde hep bir kor, onları yakmaya devam etti.

Sağdan soldan birçok haber aldılar. Kulaklarına birçok dedikodu fısıldandı. Fakat az da olsa içlerinde hep bir umudu canlı tutmaya devam ettiler. Kapıları çalındığında hep bir umutla kapıya yöneldiler. Çok farklı şeyler söylendi, fakat gözyaşları hiç dinmedi.

Birkaç yıl önce başlayan, kesinti ve aksamalarla da olsa devam eden demokratikleşme ve çetelerden arınma sürecinden cesaret alan vatandaşlar, yıllardır kayıp olan yakınlarını bulmak için harekete geçiyorlar.
İhbarlar, itiraflar ardı ardına devam ediyor. Suç işledikleri tespit edilen bazı üst düzey yetkililerin ve yüksek rütbeli subayların da hapishanelere gönderilebildiğini gören vatandaşların içinde bir umut ışığı yanmaya başladı.

Kaybolan veya büyük bir ihtimalle bir yargısız infaza kurban giden yakınlarının hiç olmazsa kemiklerine ulaşmak ve inançlarına göre bir mezara defnetmek için harekete geçen çok sayıda insan var.

Adaletin tecelli edebileceğine olan inançların aradan bunca yıl geçtikten sonra yeşermeye başlamasını, herkesin önemsemesi ve bu sürece sahip çıkması gerekir. İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Said ve Seyit Rıza’nın yakınları bile aradan yetmiş seksen yıl geçtikten sonra ancak mezarların bulunabilmesi için teşebbüse geçebilme şartlarına sahip olabildiklerini düşünerek harekete geçtiler.

Bunun sonucu olarak İskilipli Atıf Hoca’nın mezarı bulundu ve ailesinin isteğine uygun şekilde bir mezara sahip olabildi. Sağlık Bakanlığı da bir kadirşinaslık göstererek İskilip Devlet Hastanesine merhum ve mazlum Atıf Hoca’nın ismini verme hakperestliğini gösterdi.

O günlerin dağa taşa sinen korku ve dehşetinin etkisi ile yakınlarını böyle zalimce bir yöntemle kaybedenler, cenazelerini bile isteyebilecek bir ortam olmadığı için peşlerine bile düşemediler. Çünkü böyle bir talepte bulunanlar dahi, aynı akıbete uğrama tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyordu.
Bu değişim ve arınma sürecinin etkisiyle, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin birçok yerlerinde, grayderler ile savcılar, gazeteciler, avukatlar ve vatandaşların nezaretinde kazılar yapıldı ve bazı mahallerde yapılmaya devam ediliyor.

Bilmiyorum bu kazıların neticesinde ‘’topraktan adeta kemik fışkırıyor’’ desek mübalağa olur mu?
Bitlis’in Mutki ilçesinde bir karakolun hemen yakınında yapılan kazılarda yirmi yedi kişiye ait kemikler bulundu. Bu kişilerin yargısız infaza kurban giden kişilere ait olduğu konusunda kimsenin bir şüphesi bulunmamaktadır.
Habur’da ölüm tarlaları diye adlandırılan bölgede, çok sayıda fail-i meçhullere kurban giden insanın gelişigüzel defnedildiğine dair iddialarla ilgili olarak ciddi bir çalışma yapılmadı.

Cizre-Silopi arasında infaz edilen çok sayıda insanın asit kuyularına atıldığı konusunda, bölgede çok ciddi kuşkular ve iddialar var. Bu kuyularda da bir kısım kazılar yapıldı ve bazı kemikler bulundu. Ancak tatmin edici bir sonuca ulaşıldığını söylemek mümkün değildir.
Yine Cizre-Kuştepe mevkiinde Tank taburunun hemen karşısında 16 Mart 2008 tarihinde yapılan kazılarda Hizbullah tarafından infaz edildiği ileri sürülen çok sayıda insana ait kemikler, bazı mağdur yakınlarının yer göstermesi sonucu bulundu.
Bu olayın ardından Cizre’de uzun yıllar Jandarma Tabur Komutanı olarak görev yapan ve görev yaptığı süre içerisinde bölgede çok sayıda fail-i meçhulden sorumlu tutulan Cemal Temizöz yakalandı ve bu şahsın bu cinayetleri azmettirdiği iddia edildi.
Ayrıca Albay Cemal Temizöz hakkında bölgede işlenen diğer fail-i meçhul cinayetlerle ilgili olarak da dava açıldı. Bu dava Diyarbakır’da devam ediyor. Korucubaşı ve Cizre eski Belediye Başkanı Kamil Atağ da, aynı dava kapsamında tutuklu olarak yargılanıyor.

Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Düzpelit mezrasında yapılan kazılarda, 1994 yılında gözaltına alındıktan sonra kaybolan kişilere ait olduğu tespit edilen kemikler bulundu.
Diyarbakır-Hani karayolu üzerinde bulunan Ziyaret mevkiinde itirafçı Abdulkadir Aygan’ın yer bildirmesi sonucunda 2009 yılının Nisan ayında yapılan kazılarda insan kemikleri bulundu.
Mardin’in Kızıltepe ilçesine bağlı Yurteri köyünde yapılan kazılarda 298 kemik parçası bulundu. Adli Tıp Kurumu yaptığı inceleme sonunda, bu kemiklerin yirmi yıl öncesine ait insan kemikleri olduğunu belirtti.

Batman’ın Gercüş ilçesine bağlı Yayladüzü köyünde 9 Haziran 2010 tarihinde yapılan kazıda on bir kişiye ait olduğu düşünülen kemikler bulundu ve DNA incelemesi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.
Şırnak'ta benzer kazılar yapıldı. Güçlükonak'a bağlı Özbaşoğlu ile Yağızoymak köyleri arasındaki askeri alanda bulunan üç ceset, 1993'te yaşanan vahşeti gözler önüne serdi. Gözaltına alındıktan sonra üzerlerine bomba atılıp çukura gömülen 3 köylüyü, yakınları elbiselerinden teşhis etti.

Diyarbakır’da 1993–1999 yılları arasında JİTEM karargâhı olarak kullanılan bir binanın hemen yanında yapılan kazılarda, gelişigüzel olarak ve dar bir alanda üst üste defnedilmiş çok sayıda insan iskeletine ve kafataslarına ulaşıldı. Bu kemiklerin bir kısmı üzerinde Adli Tıp tarafından yapılan incelemede, bunların yüz yıl öncesine ait olma ihtimalinin kuvvetli olduğu açıklandı.

Bugün Ergenekon’dan yargılanan çok sayıda subay, uzun yıllar doğu ve güneydoğu illerinde JİTEM’le bağlantılı olarak görev yaptı. Ve bu insanların fail-i meçhul cinayetlerden birinci derecede sorumlu olduğuna dair, bu bölgede ve kayıp yakınlarında büyük bir inanç var. Bu davanın ulaştığı her bir merhale, yakınlarını fail-i meçhullere kurban veren kardeşlerimize apayrı bir heyecan vermekte ve yakınlarının katillerinin bulunacağına dair ümitlerini arttırmaktadır.

JİTEM’in kendisi tarafından kurulduğunu ve burada on bin civarında insanın görev yaptığını itiraf eden Albay Arif Doğan, bu bölgemizde uzun yıllar görev yapmıştı. Subay, korucu ve itirafçılardan oluşturulan JİTEM’in varlığı uzun yıllar inkâr edilmesine rağmen, varlığı herkes tarafından bilinen bir yapılanma ile adeta korku ve dehşet kaynağı olmuştu.

Dargeçit'te 29 Ekim 1995'te PKK'nin iki öğretmeni kaçırıp öldürmesinin ardından, 2–6 Kasım 1995'te 57 yaşındaki Süleyman Seyhan ile birbirlerine akraba ve köylülerden oluşan sekiz genç ve çocuk gözaltına alındı. İçlerinden 13 yaşındaki Hazni Doğan serbest bırakıldı.
20 yaşındaki Abdurrahman Çoşkun, 20 yaşındaki Mehmet Emin Aslan, 18 yaşındaki Abdullah Olcay, 13 yaşındaki Nedim Akyol, 14 yaşındaki Seyhan Doğan ve 12 yaşındaki Davut Altunkaynak'tan bir daha haber alınamadı. Jandarma, kayıpların PKK'ye katıldığını ileri sürdü ancak Süleyman Seyhan'ın başı gövdesinden ayrılmış ve yakılmış haldeki cesedi 3 Mart 1996'da bir köy kuyusunda bulundu. Cesedin ortaya çıkmasından iki gün sonra da İlçe Jandarma'da çalışan Uzman Çavuş Bilal Batırır da ortadan kayboldu.

Radikal gazetesine göre, tüm bu bilgiler, Dargeçit Cumhuriyet Savcısı Şükrü Arslan'ın geçen yıl yürüttüğü soruşturma kapsamında ortaya çıktı. Savcı Arslan, altı asker hakkında "silahlı örgüt kurma, adam öldürme, öldürmeye azmettirme" iddiasıyla hazırladığı fezlekeyi, 17 Kasım 2011'de Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi.
Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı, fezlekede anlatımlarına yer verilen, asker ya da korucu olduğu tahmin edilen gizli tanığın iddiaları doğrultusunda, yedi kayıp cesedin bulunması için 17 Şubat'ta kazı yapılması talimatı verdi. Kazılar sonucunda, bugüne dek on bir kişinin kafatası ve kemikleriyle elbiselerine rastlandı

Şüphesiz, kazılar ve kemiklerle ilgili çalışmalar ve iddialar bunlarla sınırlı değil. Bu konuda derinlemesine bir araştırma yapılırsa, daha çok fail-i meçhuller ortaya çıkarılabilir, birçok insan, bir daha haber alamadıkları yakınlarının hiç olmazsa kemiklerine ulaşabilir, belki aramızda kahraman edasıyla gezen bazı suçlular da cezalarını çekmeye başlarlar.

Uzun yıllardır İslami terbiyenin zedelenmesi, inançların zayıflaması ve farklı mülahazaların hayatımızda belirleyici olmasıyla birlikte millet olarak çok şey kaybettik. ‘’Bilerek karıncaya bile ayak basmayan’’  ve insanlara zarar vermemek için azami hassasiyet gösteren müşfik yaklaşımız, büyük darbelere uğradı.

‘’Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.’’ İlahi fermanının, toplum hayatını düzene koymasının önüne, bir inkâr ve isyan saikasıyla geçilmesinin ardından, bizde çok garip ve bize hiç yakışmayan olaylar yaşandı.
Zaman oldu ki, doksan dokuz cani ve bir masumun bulunduğu bir gemiyi, bir tek masumun hatırı için batırmaktan Allah’a sığınan ve bunun önüne geçmek için büyük gayret gösterenler, öyle bir değişim ve dönüşüm yaşadılar ki,  doksan dokuz masum ve bir tek caninin bulunduğu bir gemiyi bile gözlerini kırpmadan batırmakta zerre kadar tereddüt göstermemeye başladılar.

Kendileri tarafından cani olarak yaftaladıkları bir kişiyi bahane göstererek, köyler bile ateşe verildi.  Bugün fail-i meçhullerin sayısının on binleri bulduğu ifade edilmektedir. Meclis İnsan Hakları Komisyonu, kayıp ve fail-i meçhullerin toplam sayısının on yedi bin beş yüz olduğunu açıklamıştı.
Bu arada yasa dışı yöntemlere karşı olduğu bilinen veya itiraflarda bulunan çok sayıda subay da şüpheli bazı olaylar ve kazalarda hayatlarını kaybettiler. Bunlar içinde en çok göze çarpan isimler arasında Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, Mardin Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden,  Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Tunceli’de görev yapan Albay Kazım Çillioğlu ve JİTEM’le ilgili itirafları ile tanınan Yüzbaşı Cem Ersever gibi subaylar bulunuyordu.

Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in bir fail-i meçhule kurban gitmesiyle başlayan bu zalimane ve dehşetli çark, çok sayıda masum insanın hayatını zehir etti. Türkiye, bu hunhar ve zalim zihniyetten çok çekti. Bugünlerde artık bu dehşetli çetelerin ve komitelerin deşifre olması ve aydınlık bir geleceğe adım atılması için önümüzde büyük bir şans bulunmaktadır.

İnşaallah bu büyük fırsat heba edilmez. Türkiye layık olduğu şeffaf, hakperest, insan hak ve hürriyetlerinin en kâmil manada uygulandığı yepyeni bir geleceğe yelken açar.
Nurlu bir gelecek, adaletin bayrağının bütün vatandaşlarının üzerinde eşit bir şekilde dalgalandığı bir anlayış ile tecelli edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum