Habibi Nacar YILMAZ
Korona günleri-2
Kendimizi daha iyi hissettiğimiz, nefesimizin biraz daha düzeldiği şu günlerde, yine hissiyatımızı yazıyoruz.
Bütün dünya ordularınının, zenginliklerin, şan ve şereflerin eşitlendiği şu günler, aslında insanlığa çok ders veriyor. Ne kadar savaşın durduğu, zulümlerin son bulduğu hesap edilirse, dünyanın biraz nefes aldığı söylenebilir.
Bunu biraz görebiliyoruz fakat gidişat çok iç açıcı değil. Demek tam ders alamadık. Ders almak için, bu salgının biraz daha devam etmesi mi gerekiyor acaba?
Savaşlarla hızlanan ölüm haberleri, bu salgınla biraz daha hazin bir hâl aldı. Dünya hayatının geçiciliğinin anlaşılmasına yardım edecek mi bu gidişat? İnşallah insanlığı uyandırır, dünyanın esassız esasını, beşer olarak anlarız.
Hastalar Risalesi'ni okumaya yine devam edeceğiz bu yazımızda da.
On Üçüncü deva, bize eceli hatırlatıyor. Yirmi senelik bir kazancı, yirmi günde kazandırabilir hastalık. Çünkü hayatı, ölüm gafletle yakalayamıyor. Bu kazanç az mıdır? Bir daha dönme ihtimali olmayan bir hayattan, gözü açık, varlık gayesini anlamış olarak ahiret yurduna gitmiş olmak, ne büyük bir kazançtır?
Göz ve gözler... Ruhun bu dünyaya açılan penceresi göz. Göz üzerine ne şiirler yazılmış ve ne türküler yakılmıştır.
Karacaoğlan'ın, "Ela gözlerini sevdiğim dilber"inden tut; Karakoç'un Mona Roza'sındaki, "Bir bakışın ölmem için yetecek" hitabına kadar; başka bir ozanın; "Arasam bulunmaz rumi revanım / İzmir'i, Konya'yı değer gözlerin"e kadar göz üzerine edebiyatımızda harika sesler vardır.
Bir evi penceresiz düşünebilir misiniz? İşte göz, vücut evinin penceresidir. Sadece süs olmaları cihetiyle de ayrı bir güzelliğe sahiptir gözlerimiz.
Fakat geçici dünyada, geçici manzaraları seyretmek için verilmemiştir bu gözler. Ebedî manzalar için kullanmak ne büyük saadet? İşte bize hastalık bunu da hatırlatmış oldu.
Bir öğrencim vardı. Ona derdim ki "Kızım sana gıpta ile bakıyorum. Biz belki gözlerimizi tam yerinde kullanamıyoruz ama siz kabir ile başlayan ebedî alemde, bu dünyadaki mahrumiyetleriniz öyle telafi edilecek ki bu dünyadaki kısa kaybınız, sizin için bir hazine hükmüne geçecek." Elbetteki bu neticeleri hak etmek için Kur'an'ın göz hekimliği rehberimiz olmalıdır.
Evet, On Beşinci deva beni biraz daha rahatlattı. Demek, rahmet-i İlâhiye böyle tecelli etmiş. En ziyade meşakkate maruz kalanlara bakarsak; "Nurun da hoş, narın da!" diyoruz. Salihler de öyle karşılamışlar zaten. Müminlik de bu değil midir? Şikayet O'ndan değil, O'na olmalı, en fazla da sabır istemeli. Ehl-i gafletin çukurlarına düşmemek önemli. Her an düşebiliriz. Hani diyor ya "Batmaktan kork." Garanti yok. Baş bir batman kaldırıyor, fakat göz bir saça tahammül edemiyor. Ruh, mânevîyatımız göz hassasiyetinde. Bir an bile gaflet, dünyamızı karanlıklara gömebilir. Rabbini unuttur, sıkıntıya düşebilirsin. Aman dikkat. Bazen manevî şehit derecesine de çıkaran, dünyadan ayrılığı da hafifleştiren hastalıktan istifadeye bakalım.
On Altıncı devada "Alak Suresinin" altı ve yedinci ayetini veriyor Üstad Bediüzzaman. "Şüphesiz ki insan, kendisini ihtiyaçtan uzak görünce azgınlaşıverir" mealindeki iki ayet, ne hikmetli bir psikolojik okumadır? İnsan devamlı sıhhat ve afiyette olsa, kendisini ihtiyaçtan uzak görür. Kimseye uhuvvet ve hürmet hissetmemeye başlar. Kendisinin karşılaşmadığı bir durumun, başkasında bulunmasını tam hissetmez. Hastalık, işte insandaki bu eksikliği insana hissettiriyor.
Hastalıkla hulusiyet kazanan acz, zaaf ve tezellül ve ihtiyaçtan yine dua musluğu da daha bir başka ve tesirli şekil kazanmış oluyor. Fakat bundan istifadeyi, Üstad dindarlığa bağlamış. Ne ölçüde dindarız acaba? Beni çok derin düşündürdü. Ya da dindarlıktan başka çaremiz var mı?
Bu yazıyı yazarken, kadim hizmet insanı Eyüp Otman kardeşin de vefat haberini aldım. Vahdet abi gibi, bu haber de beni derinden sarstı. Tek tesellimiz her ikisi için de hüsn-ü şehadetlerin satırlara sığamayışı oldu. Bizim de arkamızdan böyle şahadetlerin olmasını ne kadar arzu ederim?
Hastalıktan rahatlamamızın önemli bir yolunu bize On Sekizinci deva gösteriyor. Kendisinden daha şiddetli hastalara bakınca, kendi durumunuza "Bin şükür" diyoruz. Bu durum her musibet için de geçerli. Sahip olduklarının kıymetini takdir için, kendinden aşağıdakilere bakmak gerekiyor. O zaman sahip olduklarımızın değerini daha iyi anlayabiliyoruz. Belki de şükrünü yapamayacağın çok nimet, senin için başka manevî kayıplara sebep olacaktır. Onun için "Aman ne yaptım böyle başıma geldi" diyeceğine; bazı arızalar ya da yanlış yollarda kullandığından kaçırdığın nimetlerden dolayı teşekki etme. Teslimiyet ve sabırla karşıla.
Hayat ne büyük nimet değil mi? Hayatî cihazlarımızı Rabbimiz, en mukavim yerlere yerleştirmiş. Kafatamızdaki beynimiz, sadrımızdaki kalbimiz bunun bir iki örneği. Hayatı nazik kılan ve kâinatı bir nefes peşinde koşturan, hayatı da iki nefese bağlayan İlâhî kanunu görmemek, en antika ve acip bir körlüktür.
Alamadığımız ya da aldığımızda veremediğimiz iki cüzi harekete bağlı hayat monotonlaşınca, hayattan ziyade yokluğa daha yakın duruyor. Yani var mısın, yok musun belli değil. Bu da çekilir bir şey değil. Mutlak güzelden gelen her hâl güzel olacağına göre, bazen hayatın başına gelen zahirî çirkin de olsa, bunların arkasında hükmeden fakat hikmet gözüyle sezilebilen güzellikleri görmek için, okumamızı derinleştirmemiz gerekiyor.
Güzel yazıları okuyamadığı için onları anlamsız gören bir göz, kâinatta hükmeden binlerle hikmetler saklayan kaderî yazıları da anlamsız görebilir. Bu açıdan Ondokuzuncu Devayı, insanı vücut sahasına yaklaştıran hastalık gibi halleri, hayatı safileştiren, onu insan vücudunda görevli bir misafir durumuna getiren bakış açılarını kazandırması cihetiyle okudum. Ayrı bir lezzet ve feyiz verdi bana.
Acz ve fakr musluğunun ziyadesiyle açıldığı bu hastalık günlerinin hususen hazin sabah namazı vakitleri, benim için tefekkürün, tezekkürün, yad-ı Cemil'in, yakarışın, duanın, hizmet geçmişimizin güzel hatıralarının canlanmasının, sevimli suret ve siretlerin önüme gelmesinin, rahmet-i Rahman'a kavuşmuş dostlara ağlayarak dua etmenin tam zamanı oldu.
En büyük zenginliğimiz, böyle bir dost kervanının ve şahs-ı mânevinin küçük ve silik bir efradı olmaya aday bir niyet içinde olabilmek. Zaten ameller niyetlere göre değil mi?
Evet dostlar, bir hastane yazımızı daha bitirdik. Biz daha bitmedik. Bitinceye kadar da nefesimizi heder etmeyiz inşallah. Sizler için de duamız ve temennimiz budur.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.