Himmet UÇ
Sır ve esrar
Eserlerde sır, özellikle esrar kelimesi daha çok geçer. Esrar ve sır tarikat ehlinin ve tarikat kitaplarının en çok kullandığı kelimelerden biridir. Tarikat romantizmi ve müphemiyeti, rüyaların fantastik dünyası sır ve esrar kelimelerini onlar arasında cazib kelime durumuna getirmiştir. Risale-i Nur romantik değil realist bir teliftir, yazarı da olabildiğince realisttir. Seyir, gözlem ve müşahade gibi fiziki kainatın olaylarını nazara verir ve bunları esrar olarak anlatır. Batı felsefesinde cansız ve mutad tabiat Bediüzzaman‘da misyonu olan, varlığa katılan ve anlam kazandıran bir tabiattır. Türk edebiyatında Bediüzzaman’a yaklaşan tabiat anlayışı ve tasarımı biraz Abdülhak Hamid’de vardır. Hocam Rahmetli Profesör Kaya Bilgegil, “Abdülhak Hamit ve Allah” diye bir etüd araştırma yayınlamıştı. Tabiat, Hamid’in dilinde Allah adına insanı şaşırtan bir güzelliktir.
Ne alemdir bu alem aklı fikri bikarar eyler
Hep mucizat-ı kudret piş-i çeşmimden güzer eyler
Kur’an da ilahi sanatlar galerisi olan tabiatı seyretmeyi müteaddid yerlerde insanlara hatırlatır. “Deveye bakmaz mısınız?” Güneşin direksiz durmasını nazara verir insanın bakıp düşünmesini söyler. Ama din eğitimi bir iki sure ve ilmihal bilgileri ile sınırlıdır, ülkemizde. Umberto Eco kilise babalarının ve azizlerinin sözlerinden bir kocaman estetik dünya meydana getirmiş, roman ve kitap yazmıştır. Biz ise bizim sanat ve estetiğimizin okyanusu olan klasik edebiyatı garibanların diliyle eski Türk edebiyatı diye isimlendirmişiz ve onu eskici dükkanına çevirmişiz. Divan edebiyatımızdan büyük bir estetik çıkar ama bu muşikaf çalışmaya kimse katlanmaz.
Bediüzzaman bir talebesinin letaif-i aşereyi sormasına kısa bir cevap verir. Bu bahsin tarikat kitaplarında anlatıldığını söyler, şimdinin tarikat zamanı olmadığını söyler. Çünkü bu asrın hafsalası bu tür şeyleri almaz, muhatabına bilgi veremeyeceğini söyler. Letaif-i aşere realist bir gözle anlatılmaz. Keramat ve keşfiyat dünyası görene zahir ama başkasına müphemdir ama caziptir. Kur’an’ın esrarı bahsi ise akıl ve mantık ile paralellik gösterir, bu yüzden bu telif gayesini bozmak istemez.
İman hakikatlerine Kur’an’ın esrarına fikrini hasrettiğini söyler. Bütün eserleri de bu yoldadır. Bu yolda takdirini kabul eder, çünkü takdirin muhatabı Kur’andır.
“Fakat Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı ve hizmetkârı olmaklığım cihetinden ve o vazife-i kudsiye noktasında takdirat ve medih bana ait olmayıp, nurlu Sözler’e ve belki doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı Kur’âniyeye ait olduğu için onu müftehirâne değil, Cenab-ı Hakka karşı müteşekkirâne kabul ediyorum.”
Onun yaratılış romanı olan Ayet’ül Kübra’nın kahramanı da kainattaki esrarı merak eder, herşeyden sırlarını sorar. Bu varlık ötesi bir yorum değildir. “Sonra buluta bakar görür ki atılmış bir pamuk gibi bu bulut bizi bilip imdadımıza koşmaz.” İşte bu klasik tabiat algısının dışındadır, sır bu duruşta gizlidir.
Talebelerini Kur’an’ın gözlem ve yoruma dayanan sırlarına dalmayı örgütler, kendi de bunların örneklerini verir.
“Zira Hâlık-ı Âlem Hazretleri, şu mükevvenâtı halk ve icad ve herbirini birer vazifeyle tavzif ve ecel-i âlemin hulûlünde, mes’uliyet noktasında bu dünyada acz ve fakr ve zaaf ve ihtiyacını fehm ve idrâk ederek, kavânin-i ezeliye ve desâtir-i Rabbaniyeye imtisâl ve ittibâ edenlere, şu mevzuu bahis Cennet gibi bir nimetle i’zaz edecek ve alelhusus Cennette en büyük nimet, cemal-i bâ-kemâl-i Rabbaniyeyi müşâhede ve müşerrefiyet-i uzmâ olduğundan, şu fâni âlemdeki herşey binnetice Cennete nâzır ve hayran olduğu ve şu hakaikin menbaı olan Furkan-ı Mübîn ve Kur’ân-ı Azîmin ebvâb-ı müteaddidesini fetih ve esrar-ı gûnâ-gûnuna ıttıla ile derya-yı hakaike dalmak herkese müyesser olmadığından, beş sual ve beş cevap miftah-ı hakikîsiyle o künûz-u mütenevvie kapılarını açıp pek yakından ve kemal-i sarahatle gösterilmesi ciheti, değil bu abd-i âcizin kasır aklı, belki oldukça yüksek zekâlara mâlik olanların bile takdirine hakkıyla şâyan olduğunu kail ve kaniim.”
Bediüzzaman bir de fennin sırlarını merak eder, eserlerinde fennin çeşitli dallarının sırlarından örnekler verir. Eserleri bilim felsefesidir. Ne yazık ki bu algı umumi bir bakışa neden olmamıştır. Elazığ’daki mümtaz bir talebesi gibi ilmin sırlarını ve imanın sırlarını bilen insanların olmasını ister. Bunu canhıraşane ister ama olduğu kadar olmuş.
“Kalb çok arzu ederdi, ehl-i fenden envâr-ı imaniyeye ve esrar-ı Kur’âniyeye iştiyak derecesinde ihtiyacını hissetmek cihetinde Hulûsi Beye benzeyecek adamlar ileri atılsın. Hem madem Sözler senin vicdanınla konuşabilirler. Herbir Sözü, şahsımdan değil, belki Kur’ân’ın dellâlından sana bir mektuptur ve eczahane-i kudsiye-i Kur’âniye’den birer reçetedir farz et.“
Onun hayatı yüzyıllarca donmuş bir algı ile yorumlanan Kur’an’ın esrarını görmek ve göstermektir. Öğrencilerine bunu tavsiye eder. Eserlerinin bu sırları yeterince anlattığını belirtir ama onlar acaba bu sırları gaye edinip istizaha çalışıyorlar mı, o başka mesele.
“Kuran-ı Hakîmin esrarından bazan istimdad ederim. Kerâmât-ı Kur’âniye olarak, tevafukatta bir ikram-ı İlâhî hissettim, iki elimle sarıldım. Evet, Kur’ân’dan tereşşuh eden İşârâtü’l-İ’...
Mektubunda ilh. ye ait olan esrarı sual ediyorsun. Evet o âyetin büyük bir denizinden çok Sözlerde katarâtı, reşehâtı vardır. Bâhusus Yirminci Mektupta, Otuz Üçüncü Mektupta, Otuz İkinci Sözde, Yirmi İkinci Sözde onun bazı çeşmeleri var. Elbette o âyette çok tabakat var. Her taife bir tabakadan hissesini almıştır.”
Sır ve esrar konusu bir özel çalışma olacak kadar geniştir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.