Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Mezarlık dersleri

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

İnsanımızın uzaktayken memleket dediği, üstad Said Nursi'nin vatanım dediği; doğup büyüdüğü topraklarda olmak bambaşka bir duygu.

Hele toprağın bile değiştiğini; yükseğin çukur, çukurun yükseldiğini görmek. Toprağın, taşın bile kaderi varmış dedirtiyor. Hele son yıllarda gelişen; insan ve akraba davranışlarındaki başkalaşım dünyanın fena ve faniliğini yüzüme çarpıyor. Üstadın Ricalar'daki hüzünlü acılı hallerini hakkalyakin yeni anlıyorum.

Rahmetli anam 1999'da vefat etti. İçimin oyulduğunu hisssettim. Ardından babam ölünce sırtımı yasladığım dağın, kaybolduğunu gördüm. Bu tip hatıraları yazmayı sevmezdim ama yazıyorum. İhtiyar geçmişten genç gelecekten bahsedermiş doğru. Mecburen hissetmezse; insan ne öleceğine ne de yaşlanacağına inanıyor. İnanılmaz bir hayat yaşıyoruz. Herkes her şeyi tecrübe ederek yaşıyor. Başkasının tecrübesini gerçek bir veri olarak kimse kullanmıyor.

***

99 yılından itibaren rahmetli annemin mezarını öldükten sonra her yıl ziyaret ederim. Memlekette iken; haftada ortalama iki kere.

Diğer akraba ve şehit mezarlarını da. Bu ziyaret; bir ferahlık, bir sığınma ve kendime getirme ameliyesi.

Bu ziyaretler okulların tatil olduğu yaz aylarında olur genelde.

Şehir merkezinden çekirdek ve leblebi alarak kabristana giderim. Gidiş geliş yolculuk yarım saat sürer. Benim tarzım böyle. Yolda gidip gelirken hem yer hem tanıdıklara ikram ederim. Zamanla bu çerezler zaruri bir ihtiyaca dönüştü.

Karşıyaka Mezarlığı; Çorum Sungurlu'nun güneyine düşer. Etrafında köylerden göçen insanlar oturur. Gecekondu mahallesi çocukları mezarlara çeşmeden bidonla getirdikleri suyu dökerek, ziyaretçilerden harçlık alırlardı. Kimi ziyaretçiler azarlar kovar, kimileri su döktürüp harçlık verirdi.

Anamı ilk ziyaretimde çocuklar koşarak başıma üşüşmüşlerdi.

"Abi su dökelim mi? Abi su dökelim."

Bir iki kere döktürdük sonra sohbet etmeye başladık. Tamamı ilkokul ve ortaokula giden fakir aile çocuklarıydı. Okul harçlıklarını çıkarıp ailelerine katkıda bulunuyorlardı.

İkinci gidişimde yine koşturup geldiler.

Dedim ki "önce sohbet edelim. Hepinize paralarınızı vereceğim. Sonra ister su dökün ister dökmeyin siz bilirsiniz. Ama bildiğiniz dua ve sureleri okuyun yeter." Kabul ettiler.

Sayıları beş altı iken daha sonraki ziyaretlerimde 15/16'ya kadar çıktığı oluyordu.

mezarlik.jpg
17 yıl süren ders ve sohbetlerin yapıldığı Karşıyaka mezarlığı Sungurlu.

Önce ölümün manasından, ahiretten başlayıp, imandan devam edip cennetten çıkıyorduk. Mezar kenarlarına ve yere oturuyorduk. Sonra tek tek isim, köy ve okullarıyla tanışıyorduk. Bazılarıyla akraba ve köylü çıktığımız da oluyordu. Uzak ve tanınmış bir memlekette yaşıyor oluşum onlara cazip ve enteresan geliyordu. Bazen de okul/öğrenci anıları işe karışınca can kulağıyla dinliyorlardı. Sohbetler soru/cevap tarzında oluyordu. Karşılıklı konuşma ve diyalog biçiminde.

Sözler'den öğrendiğimiz tarzı uyguluyorduk.

"Ben kimim nerden gelip nereye gidiyoruz. Bu hayatın anlamı ne? Neden ve niçin yaşamalıyız. Neden ölüyoruz. Ölümün anlamı nedir? Sonsuz mutlu hayat arzusu niçin duyarız? Bunun çaresi olabilir mi?

Mezarda yılan ve akreplere yem mi olacağız? Toprağa karışıp bitki ve hayvanları mı besliyeceğiz?
Her tohum ve çekirdek niçin ve neden toprağa gömülür?
Cenazemiz de bir büyük çekirdek olamaz mı? Değilse bu hayat, acı çekip ölmek ve yok olmak için mi yaratıldı?

Ölümün çaresi var mıdır? Sonsuz mutlu yaşamak olabilir mi? Tüm sevdiklerimizle; öte dünyada ölümsüz ve mutlu yaşayabilir miyiz? Peygamberimizi (asm) ve müslüman atalarımızı görüp sohbet edip yemek yiyecek miyiz? Mesela Fatih'e öbür dünyada/cennette İstanbul'un fethini anlattırabilir miyiz?

Kevser havuzu başında toplanmak, peygamber sülalesiyle yemek yeyip sohbet nasıl mümkün olabilir?

Cennetin güzellikleri ve özellikleri nelerdir? Cennette bıkmak ve usanmak var mı? Cennettin bir köşesinde şu gerçek dünyanın var olması ne demektir? Önce dünya ve içindeki nimetler sevdirilip tattırıldığına göre; cennette bu dünyanın sıkıntılardan arınmış ama tüm gerçekliğiyle var olması ne kadar mantıklıldır? Cennet nimetlerinin dünyadakilere benzemesi ayette belirtildiğine göre, dünya gerçekliğinden cennette de olsa kopmayacağımız hakikati.

Cehennem konusuna az giriyorduk. İşimiz ümit ve şevkle idi. Tabii zirvede Rüyeti Cemalullah vardı. Üstadın Sözler'de vurguladığı gerçek. Sahih hadiste "dünyanın bin sene kesintisiz mutluluğu; cennetin bir saatine, cennetin bin senesinin ise; rüyeti Cemalullah'ın (Allah ile görüşüp konuşma) bir saatine denk gelmediği" belirtilmişti. İşte burda gençler pür dikkat pür sevinç pür ümit konuma geçiyordu. Çünkü bu nokta; insan ruhunun ulaşabileceği son zirveyi temsil ediyordu.

Sonsuz mutlu yaşamak; üstelik tüm sevdiklerinle. Ölümün duygusu bile yok. Yok yok. Canının istediği, hayal edemediğin kalplere girmeyen nimetler cennette vardı. Ordaki herşey şuurlu, nurlu ve idraklıydı. Taşlar bile.

En zirvede ise Rabbimiz ile görüşüp konuşma vardı. Hatta Hadiste; her cuma görüşme sonrası; cennettekilerin rüyetten döneni tanıyamayacak kadar nurlanacağı belirtiliyordu. Bu gerçek; İslam ve iman nimetine kavuşamayanların; "tanrılaşma" tutkularına fıtri ve meşru bir karşılık oluyordu. (Haza min fadli Rabbi)

İkinci bölüm sohbetimiz iman, ibadet, namaz, tövbe, kul hakkı, çalışmak, vatan, millet; ana baba, komşu hakkı üzerine oluyordu.

Üçüncü bölüm sohbetimiz Kur'an, sünnet, hayat, ilim üzerine oluyordu. Ahir zaman bizim durumumuz derken, Risale-i Nur, Üstad, nur talebeleri şeklinde sürüyordu.

Bu noktada Küçük Sözler'den açıklama ve temsilli dersler yapıyorduk. Bazen çocuklar okuyordu.

Mezarlıktan ve yakındaki yoldan geçenler merakla kulak kabartıp dinliyebiliyordu. Fakat ne biz ne de onlar rahatsız olmuyordu. İnsanlar birbirine hüsnü zan edip güveniyordu henüz.

Mezarlıkta okul, notlar, başarı her şey konuşuluyordu. Tam bir dostluk ve kaynaşma oluşuyordu. Bildikleri sure ve duaları burda pekiştiriyorlardı. Bilmedikleri Fatiha, İhlas vb sureleri, salavatların önemini ilk defa burda öğreniyorlardı. Bazen toplu ezberler yapılıyordu. Bu sohbetler yaz ikindisinden akşama kadar 2,5-3 saat sürebiliyordu. Sonunda istemediğim halde; yakındaki çeşmeden su getirip ebeveyn ve çevre mezarların toprağına döküyorlardı. Yıllar içinde bu mezarların etrafı daha gelişkin ağaç ve yeşilliğe kavuştu. Mezarların üstü güneş görmez hale geldi. Yakındaki kayısılar bol meyve vermeye başladı. Bu sene ise dalları kırılacak kadar boldu.

Ders dışı sohbetlerde, başta leblebi, ay çiçeği olmak üzere; çok çeşitli ikramlar ediliyordu. Çarşıya gidip dondurma, mısır, patates çerezleri, kolalar, Ramazan'da lokanta iftarları ve herkese harçlıkla devam ediyordu. Zaruri ihtiyaçları karşılanıyordu. Bu vaziyet herkesin gözü önünde gelişti ve gelenek halini aldı. Sonraki yıllarda ise; tüm mahalle çocukları bu meseleden haberdar oldu. 

Bu gençlerin liseyi bitiriş, üniversiteye ve askere gidiş dönüşlerine şahitlik ettim. Yolda selamlarını aldım sohbet ettik bazen sonradan çıkardım. Çoğunlukla ismi ve köyüyle tanıdım.

Eserler okuduk eserler hediye ettik.
En çokta Küçük Sözler, Gençlik Rehberi ve diğer eserler.

Bu maceram 1999 Eylül'ünden; 15 Temmuz 2016'ya kadar kesintisiz her yıl yazın; bazen güz ve baharda da sürdü gitti. Tam aralıksız 17 yıl. Dile kolay.

15 Temmuz 2016'dan itibaren bıçak gibi mezarlık derslerimiz kesildi. Bir iki kere bir kaç çocukla mezar başında karşılaştık. Maalesef ki, ne onlarda eski tat tuz ne de ben de eski tat tuz vardı. Ortalık zehirlenmiş ve kokuşmuş gibiydi.

Hava, su, toprak nefesler ateş buz karışımıydı sanki. Şüphe, korku, riya, suskunluk, sertlik, kaygı, düşmanlık en yakınları bile esir almıştı. Bu bela kıyamete kadar etkili ve zehirli bir belaydı.

Bu yıl 15 Temmuz'un üzerinden 4 yıl geçti ama hala mezar ziyaretlerimde gençler ve çocuklar yok.

Hiç kimseye gelip "abi mezara su dökelim" demiyorlar. Göçmen kuşlar gibi kayboldular. Aslında bir yardımlaşma ve sevap geleneği yok oldu. Geri dönüşü de mümkün görünmüyor. Herkes kendi mezarını suluyor. Kimse başkasının mezarına su dökmüyor. Öğrenciler hem sevap hem para kazanamıyor. Su döküp Fatiha okudukları komşu ve köylülerine Fatiha okumuyor; okul harçlığı çıkaramıyorlar artık.

Mezarlıklar çocuklar için, "ölmüş yaşayanlar mekanı" değil. Sanki hortlaklar diyarı gibi. Önceki büyükleri munis mezarlığı şehir dışına çıkarmıştı. Sonraki büyükleri de ruhlarını mezaristandan uzaklaştırıp, vahşet ve dehşete saldılar gençleri. Şimdi ölümü hissetmeyen, mezarlıkta oturmayan, dehşetli ve acımasız gençler var aramızda.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum