Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

Nefsin Teberri Hileleri

Anlatılır ki Allah’ın veli kullarından birisi, bir rahibin maneviyatta hayli yol aldığını keşif yoluyla görür. Merak edip ziyaretine gider. Sohbet esnasında manevi ilerleyişinin sırrını sorar. Rahip “Bir şey yapmak istediğimde nefsime danışıyor, onun dediğinin tersini yapıyorum” der.

Bunun üzerine Allah dostu onu İslam’a davet eder. Rahip önce kabul etmezse de kısa bir duraklamadan sonra kelime-i şehadeti getirir, Müslüman olur. Sebebini de şöyle açıklar: “Müslüman olayım mı?” diye nefsime sordum. Baktım nefsim razı olmadı. Bunun üzerine ben de nefse inat Müslüman olmayı kabul ettim.

Nefsini sevmek ve ona taraftar olmak nefsin fıtri halidir. İnsan ise bu mahiyette olan nefsine muhalefet etmekle mükelleftir. İnsanın zaaflarından birisi, elden geldiğince hata ve yanlışları kendine nisbet etmemesidir. Buna “Teberri-i nefis” denilir.

Bediüzzaman, nefsin bu desisesinin arka planında şu dört özelliği şöyle dikkat çeker:

- Nefsini sevmek,

- ona taraftar olmak,

- acz,

- enaniyet.[1]

Hâlbuki nefse muhabbet yerine onu terbiye etmek, onun günaha sempatiyle bakan fıtratına karşı muhalefette bulunmak; öte yandan aciz kaldığı durumlarda kusurunu farketmek, her daim kendini haklı görmenin altında dehşetli bir enaniyet olduğunu anlamak gerekir.

Teberri-i nefsin tezahürlerinden biri kişinin yanlışa muhtemel olan sözünü veya hata olarak görülebilecek bir fiilini doğrudan kendine bağlamamasıdır. Bediüzzaman bunu şöyle nazara verir:

“Yanlışa muhtemel olan sözünü veya hataya kabil olan fiilini,

-bir büyük zata

-veyahut muteber bir kitaba,

-hatta bazen dine,

-çok defa hadise,

en nihayet kadere isnad etmekle, kendini teberrî etmek istiyor.”[2]

Bunları birer örnekle şöyle görebiliriz:

Mesela -faraza- sigara içiyorsa “Hamdi Yazır da içiyormuş, Eski Said de bir ara içmiş” der. Hâlbuki büyük zatların fiilleri dinde bir kaynak değildir.

Veya “Falan muteber kitapta okudum, böyleymiş” diyebilir. Hâlbuki kitap incelense, nazara verdiği durum zayıf bir görüş olarak verilmiştir.

Veya -sözgelimi- “Bırakalım herkes keyfine göre yaşasın” şeklindeki bir görüşünü “Zaten dinimiz ‘Dinde zorlama yok’[3] demiyor mu?” şeklinde temellendirebilir. Hâlbuki buradan “Herkes dilediği gibi yaşasın” şeklinde bir mana çıkmaz. Trafiğe girildiğinde trafik kurallarına uymak nasıl gerekliyse, toplum halinde yaşarken de hem dinden hem kanunlardan hem de örf ve adetlerden gelen kuralları nazara almak gerekmektedir.

Veya dinin emirlerini yerine getirmediğinde "Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize bakar"[4] hadisiyle istidlalde bulunur, “Siz benim amelime bakmayın, kalbime bakın” der.

Veya kendi ihmalinden kaynaklanan kötü bir durumda “Eh, ne yapalım, kader böyleymiş” der.

Hâlbuki bunlar gibi savunma refleksleriyle hatalı söz ve hareketlerini avukat gibi savunmaya kalkmak yerine, kişi hatasını hata olarak görebilmeli ve o hatadan vazgeçebilmelidir. Çünkü hatadan dönmek bir döneklik değil, bir fazilettir. İblis Allah’ın Âdeme secde emri karşısında nefsini aşamadı ve günahını savunma cihetine gitti, böylece şeytan oldu. Hz. Âdem ve eşi Hz. Havva ise yasak ağaçtan yemekle suç işlediklerinde bunu savunma cihetine gitmediler, şöyle dua ve istiğfarla Allaha yöneldiler:

“Ya Rabbena! Biz nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[5]

[1] Said Nursi, Muhakemat, s. 34

[2] Said Nursi, Muhakemat, s. 34

[3] Bakara, 256

[4] Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, II, 285, 539

[5] Araf, 23.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum