Seni katılaştırmalarına izin verme!

“Ene, kendi zâtında hava gibi zayıf bir mahiyeti olduğu halde, felsefenin meş'um nazarıyla mânâ-yı ismî cihetiyle baktığı için, güya buhar-misal o ene temeyyü edip, sonra ülfet cihetiyle ve maddiyata tevaggul sebebiyle güya tasallüb ediyor. Sonra gaflet ve inkârla o enaniyet tecemmüd eder. Sonra isyanla tekeddür eder, şeffafiyetini kaybeder. Sonra gittikçe kalınlaşıp sahibini yutar. Nev-i insanın efkârıyla şişer. Sonra sair insanları, hattâ esbabı kendine ve nefsine kıyas edip, onlara—kabul etmedikleri ve teberrî ettikleri halde—birer firavunluk verir. İşte o vakit Hâlık-ı Zülcelâlin evâmirine karşı mübareze vaziyetini alır...” Ene Risalesi’nden.

Hesap vermek ağır değil inan ki arkadaşım. Beşerden olana hesap vermek ağır geliyor. Muhtaç olmanın kendisi kötü değil yoksa. Acz de bir zenginlik. İnsan ötesiyle ancak aczi sayesinde ilişki kurar. Muhtaçlık bir bağdır. Başkaların zenginlikleri kendisine katılır. Bir rengi bin renk olur. Ham insanla zor herşey. Haktan başkasına el açmak azap. Allah’a yüzünü döndüğündeyse herşey kolaylaşır. “Herşey yok olup gidicidir, Ona bakan yüzü müstesna...” buyuruyor Furkan. Ben de şu ferman-ı ilahîden mülhem kalbime şöyle fısıldarım: “Herşey kendisiyle birlikte yokedicidir, batırıcıdır, fanileştiricidir, boğucudur, körelticidir, Hakka bakan yüzü müstesna.”

Evet, arkadaşım, en azından ‘hayrını isteyen’ ve eğer kâfirce inad etmezsen ‘seni cennetine koymayı murad eden’ bir Rabb-i Rahîm’in karşısında olduğunu biliyorsun. Bu ferahlıkların en kocamanıdır. Elhamdülillah. Karşında “Kim Allah’ın huzuruna bir iyilikle gelirse kendisine on kat sevap vardır. Kim bir kötülükle gelirse ancak o kötülüğün misliyle cezalandırılır...” buyuran bir Allah var. Din bu yüzden kolaylıktır. Kolaylık cana iyi gelendir. Muhtaç olduğunun seni sevdiğini ve adaleti-hikmeti elverdiğince rahmet niyetiyle baktığını bilmek. Buna aç doğmuşuz: Senden birşey almadan/beklemeden seni dinleyen birisi. Senin hiçbirşeyine muhtaç olmadan/istemeden seni dinleyen bir es-Samed.

Ne kadar kusurlu da olsa bu temsili vereceğim: Mesela: Çocuk için ebeveyni de böyledir. Sevgileri garantidir. O yüzden rahattır. Sırtı hep bir dağa yaslıdır. Ve yine o yüzden öldüklerinde başına dağ yıkılmış gibi olur.

Her günah kalpte lekedir arkadaşım. Koyulaştırır. Hâdis-i şerifte böyle haber veriliyor. Âmenna. Öyledir. İman ederiz. Doğrularız. O ‘miraçta bile gözü şaşmayan’ın sözü hakikatten hiç şaşmaz. Sakın gözünle görmüyorsun diye özünden şüphe etme. Azıcık tefekkür etsen sen de incisini denizinden çıkarırsın: Yani tıpkı leke gibi “Bir tarafından bakınca ötesi görünmez olur!” demektir bu. Bakarsın da zulmünün mağdurunu görmezsin mesela. Cürmünle olabilecekler sana görünmez olur. Yıkarsın. Umursamazsın. Yakarsın. Aldırmazsın. Katılaşırsın. Çığlıklar sana para etmez. Hırsız soyduğunu düşünmez. Her günahın içinde böyle körleştirici bir yan vardır. Günahkârlık insana öteyi-ötekisini umursamama temayülü verir. İşlendikçe de artar bu arzu. Allah korusun. Nihayeti ilhad olur. Yani öyle bir noktaya gelinir ki: Allah’ın varlığı da arzu edilmez. Çünkü Onun varlığı öteyi-ötekiyi görünür kılar. Bu şeffaflık ise zinde bir şuurdur. Gaflete zarar verir.

Kur’an da haber vermez mi bunu: “Kalbiniz katılaştı. Hatta taştan da katılaştı.” Ne demek? Kötülük iptilaya bürünmeye yatkındır. Alışkanlıksa insanı katılaştırır. İhtimallere duyarlılığı azaltır. Eylemleri âdetlere dönüştürür. Bence önce empatiyi yitirmek var burada. Öteyi-ötekini görmez olmak. Kalbin katılaşarak şeffafiyetini yitirmesi. Hepsi var içinde. Eskiden su gibiydi. Bir taş atılsa dalgalanırdı. Duyarlıydı. Şimdi katılaştı. Duyarsızlaştı. Sonra ötekini tefekkürü bıraktı. Kendinde koyulaştı. Koyulaşmak katılaşmaktır bir noktadan sonra. Sonra şeffafiyetten gelen merhameti gitti. Bunların her birisi bir katılaşma. Bir etkileşim yitimi. Bir körelme. Hem de ‘güçlenme’ sanılan bir ‘körelme.’ O yüzden daha tehlikeli.

Önceleri kendini başkalarının yerine koymakla zenginleşirken sonraları ‘kendinden ibaret saymakla’ bitirdi. Kendileştirdi. Bildim sandı. Düşünmeyi bıraktı. Zalim böyle bir yolu katediyor. Kendisi olmayan, kendisi gibi düşünmeyen, seçimlerini beğenmeyen herkesi sapıtmışlıkla suçluyor. Kıstası hâzâ kendisi oluyor. Hodbinleşiyor. İşte, arkadaşım, şu eşikten bakıyorum ben de bu ayete bazen: “Şirk büyük bir zulümdür.”

Mürşidim bu sadedde diyor ki: “Hem hatıra gelmesin ki kısacık bir ömürde nasıl ebedî bir azaba müstehak olur? Zira, küfür, şu mektubât-ı Samedâniye derecesinde ve kıymetinde olan kâinatı mânâsız, gayesiz bir derekeye düşürdüğü için, bütün kâinata karşı bir tahkir olduğu gibi, bu mevcudatta cilveleri, nakışları görünen bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiyeyi inkâr ile red ve Cenâb-ı Hakkın hakkaniyet ve sıdkını gösteren gayr-ı mütenahi bütün delillerini tekzip olduğundan, nihayetsiz bir cinayettir. Nihayetsiz cinayet ise nihayetsiz azabı icab eder.

Demek kâfir de aslında aynı cürmü işliyor. Herşeyi kendileştirerek yokediyor. Uyumunu kaybediyor. Onları kollamayı bırakıyor. Tevhidin ahengini terkediyor. Aslında körelttiği kendisi oluyor. Fakat kendisi de kendisinden ibaret değil ki! Onda yansıyan koca bir âlem var. O âlemden her nesnenin üzerinde hakkı var. Davulcu ritmini yitirirse bir orkestra berbad olur. Ve elbette orkestranın sahibi diğerlerinin hakkını davulcudan alır. Almalıdır. Cehennemi bir de bu yönden düşün isterim arkadaşım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum