Atilla YARGICI
Sevgi, empati ve oruç
Amerikalı sevgi uzmanı Scott Peck, “Sevgi, insanın, kendisinin ve bir başkasının ruhsal tekamülünü desteklemek amacıyla benliğini genişletme arzusudur” der.
Pitirim Sorokin’e göre psikolojik yaşantı olarak sevgi, niteliği gereği “özgeci”dir. Gerçek bir sevgide, “iyi olanı başkası için yapmak” vardır. Yalnızlığımızı yok edip bizi soylu bağlarla başkalarına bağlayan sevgi, hayat verici bir güçtür.
M.C. D’arcy, sevginin üçlü tasnifi içinde en düşük sevginin bencil sevgi olduğunu, en üste ise bir insanın başkasına duyduğu sevginin yer aldığını dile getirmektedir.
Erich Fromm‘a göre sevgi, “hemcinslerimiz”le dayanışmanın yaşantısıdır. Tek bir insana karşı duyulan sevgi, kişiyi diğer insanlardan uzaklaştırıyorsa, bu o kişinin sevilmediği anlamına gelmektedir.
Daniel Goleman’ın ifade ettiği gibi insanlar nadiren duygularını kelimelere dökerler. Başkalarının ne hissettiğini sezebilmenin anahtarı sözsüz ifadeleri okuyabilmektir. Aynı yazar ahlakın köklerinin “empati”de olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: “Ahlakın kökleri empatide bulunur. Çünkü acı çeken, tehlikede olan veya bir mahrumiyet içinde bulunan potansiyel kurbanlara empati göstererek sıkıntılarını paylaşmak, insanları onlara yardımcı olmaya sevkeden şeydir.”
Görüldüğü gibi empatik olmayla insanlara yardım etme isteğinin oluşması arasında bir ilişki kurulmaktadır. Zaten yapılan araştırmalara göre, yardıma ihtiyacı olan kişilere, bu kişilerle empati kuranlar, kurmayanlara oranla daha fazla yardımda bulunmaktadır. Bu sonuç, başkalarıyla empati kuranların onlara yardım etme ihtimallerinin arttığını göstermektedir. Bu da şu şekilde olmaktadır: Sıkıntı içinde bulunan kişi ile empati kuran kişi, karşısındakinin durumunu anladığı için sıkıntı duyar ve bu sıkıntıyı gidermek, yani kendisini rahatlatmak için o kişiye yardımda bulunur. Veya sıkıntıda bulunan kişi ile empati kurarak onun durumundan haberdar olan kişi, diğergam bir davranışta bulunarak, sıkıntıdaki kişiyi rahatlatmak amacıyla ona yardım eder. Yukardaki açıklamalardan birincisine göre, yardım davranışının temelinde egoist bir güdü, ikincisine göre ise diğergam (altruistic) bir güdü bulunmaktadır.”
Diğer taraftan bu konuda yapılan araştırmalar, empatinin sadece kendisiyle empati kurulana yararı olan bir etkinlik olmadığını, empatiyi kuran kişi için de önemli olduğunu göstermektedir. Buna göre empatik becerileri ve eğilimleri yüksek olan, bu yüzden de diğer insanlara yardım eden kişilerin, çevreleri tarafından sevilme ihtimali artar.
Sevgi, sosyal yönü ağır basan bir kavramdır. Seven insan, sevgisinin objesi olarak sadece kendi zatını seçerse bu, sevginin narsisizme dönüşmesi anlamına gelir. Sevgi, önce insanın kendisine yönelmekle birlikte, onu aşmaya ve başka insanları ve diğer varlıkları sevmeye yöneldiği zaman bir mânâ kazanır. Sevgi, insanın kendisine ve sadece kendi dışındaki bir objeye odaklı-takıntılı kalmaması, diğer insanlara da yönelmesi ile ancak gerçek anlamını bulabilir. Bir başka ifadeyle sevgi kendisini bencillikten ve narsisizmden kurtarabildiği ve iyi olanı başkası için yapabildiği, yardımlaşmaya sebep olabildiği oranda gerçek sevgidir.
Sevginin gerçek anlamda sevgi olması, sevgi yaratan Allah’ı bulması ve Allah’ın yarattığı diğer insanlara ve varlıklara yönelmesi ve Yunus’un diliyle “yaratılanı severim, yaratandan ötürü” anlamına kavuşması için insanın hastalıklı narsisizmden kurtulması gerekir. O halde narsizm nedir ve insan bundan nasıl kurtulacaktır?
Narsisizm, sevginin hastalıklı hallerinden birisidir.
Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir.
Her zaman almaya ve kazanmaya odaklanmış, vermeyi ve kaybetmeyi asla kabul etmeyen, hep sevilmeyi ve beğenilmeyi isteyen, eleştirileri kabul etmeyen, kendisinin kusursuz olduğunu düşünen, sevmeyi ve yardım etmeyi önemsemeyen, kendisini dünyanın merkezi olarak gören, diğer insanları değersiz ve gereksiz olarak niteleyen bu kişiler “narsistik kişilik” olarak adlandırılır.
Narsistik kişilik bozukluğunda nesne, kişinin yaptığı ya da ürettiği bir şey değil sahip olduğu bir şeydir; örneğin bedeni, dış görünüşü, sağlığı, zenginliği vb. Bu tür narsisizmin hastalıklı oluşu denetleyici öğenin bulunmamasındandır. “Başardığım bir şeyden ötürü değil de sahip olduğum bir nitelikten ötürü "büyük" isem o zaman, hiç kimseyle, hiçbir şeyle ilgilenmem, hiçbir çaba göstermem gerekmez” diye düşünen hastalıklı narsist, bu yüzden kendi kendine sınır koyamaz.
Bütün bunlardan dolayı narsist insan, empati de kuramaz. Yani kendisini başkalarının yerine koyamaz. O halde narsiz kişi sevgisini kontrol altına almayan, onun yönünü sadece kendisine odaklı olarak tutan kimsedir.
Narsizm 1800’lü yıllarda ortaya çıkmış bir kavramdır. Ama böyle isimlendirilmese de bu insanlığın yaratılışından beri var olan bir manevi hastalıktır. Bütün bunları göz önüne alarak şunu söyleyebiliriz.
İnsanda çok yüksek, sınırsız diyebileceğimiz bir sevgi duygusu vardır. Eğer diğer duygular gibi bu duygu da kontrol altına alınamazsa insanı çok tehlikeli psikolojik ve manevi rahatsızlıklara sürükleyebilir. İnsanın kendisini sevmesi aşırıya kaçmadığı sürece gereklidir. Bu nasıl aşırıya kaçmaz? İnsan kendisinin yaratılan, aciz, mükemmel olmayan, noksan, eksik, güçsüz bir varlık olduğunu düşünürse kendini sevmeye aşırıya kaçmaz. Ama insan narsist duyguyu frenleyemezse o zaman, benmerkezci olur. Kendine aşık olur. Kendini noksansız görür. Kendini hep tırnak içinde “en” görmeye başlar. İnsanda böyle bir eğilim vardır. Bir hata işlese, nefis dediğimiz şey avukat gibi kendisini müdafaa eder. Hatalarını eksiklerini savunur. Bu insan, Kur’an’ın ifadesiyle kötü arzularını, heva ve heveslerini, yani kendini putlaştıran, ilahlaştıran bir insandır.
Kur’an’da bildirilen Firavunlar, Nemrutlar vs. bunlar hep sevgi duygusunu kontrol altına alamayan, kendilerini en güçlü, en güzel, en kusursuz gören narsist kişiliklerdir. Kur’an’ın amacı, insanları böyle Allah ile yarışmaya kalkışan, kendini tanrılaştırarak kendisine yabancılaşan insanlar gibi olmaktan uzaklaştırmaktır.
Dikkat edilirse Kur’an müşrikleri nitelendirirken, elleriyle yaptıkları putları Allah’ı sever gibi seven kimseler olarak nitelendirir. Müminlerin ise Allah’a sevgisi herşeyin üzerinde olmalıdır. Allah herşeyden fazla sevilmelidir.
İşte insan, sevgi objesi yalnızca kendisi olursa aşırı narsisizmle kendini putlaştırarak Allah gibi sevmeye başlar. Aynı kişi bir aşirete, kabileye, ırka yönelirse bu defa kabile, aşiret, ırk narsizmi ortaya çıkar. Çünkü bu defa onları putlaştırmış olur.
İşte ibadetler insanı, imtihan için gönderildiği bu hayat yolculuğunda kendine tapınma anlamına gelen bu narsizmden kurtarma formüllerinden birisidir. Oruç da bunun etkili yoludur. Çünkü kendini mükemmel, kusursuz, güçlü gören insan, tuttuğu oruçla açlık ve susuzluk vasıtasıyla ne kadar zayıf, güçsüz olduğunun farkına varır. İnsan oruç tutmakla artık tapmaya başladığı nefsinin değil, kendisini yaratan Allah’ın emrini yerine getirerek kul olduğunun bilincine varır. Bu yüzden insanın narsizmden kurtulmasına çok önemli katkı sağlar oruç.
Narsizmin bağlarından kurtulan insan, açlık ve susuzluk vasıtasıyla fakir ve yoksul insanların da durumunu idrak eder. Bir empati oluşur. Bu da başkalarını sevmeye ve yardım etmeye sevk eder insanı. Başkasına yardım etmeye temayülü ise insanın narsisizmden kurtulmaya başladığının alametlerindendir. Ramazan orucunun insanı bu kendine tapınma anlamındaki narsisizmden kurtarması hadislerde şöyle anlatılır:
“Hadîsin rivayetlerinde var ki: Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?" Nefis demiş: "Ben benim, sen sensin" Azab vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: "ENE ENE; ENTE ENTE" (Ben benim, sen de sensin.). Hangi nevi azabı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yâni aç bırakmış. Yine sormuş: "MEN ENE VEMA ENTE" (Ben kimim, sen kimsin.) Nefis demiş: "Sen benim Rabb-ı Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim..."
Bir başka açıdan bakacak olursak Ramazan orucunun iki tür sevgiyle ilişkisi vardır. Birincisi, Allah sevgisiyle ilişkisi, ikinci ise insan sevgisiyle ilişkisidir. Allah’a bütün kalbiyle inanan, O’nu tanıyan ve O’nun insanı insan olarak yaratmasıyla başlayan iyiliklerini fark eden bir insan bu sonsuz iyilikleri yapan Allah’ı bütün kalbiyle sever. Ancak bu sevgi, bir eyleme dönüşmezse, bir tezahürü olmazsa soyut bir kavram olarak kalır ve gerçek bir sevgi olmaz. Bu eylem Allah’a kulluk yapmaktır. Bu kulluğun en önemlilerinden birisi de Ramazan’da tuttuğumuz bir aylık oruçtur.
Ramazan ayında bir ay orucun bizi tutması, Allah’ı sevdiğimizin en önemli göstergelerindendir. Allahımız yemeyi, içmeyi ve eşimizle olan münasebeti oruçta yasaklıyor, biz bu emre uyuyoruz. O halde Yüce Allah’ı nefsimizin bu arzularından daha çok sevdiğimizi gösteriyoruz. Bu yüzden oruç bir sevgi eylemidir. Kur’an’da Yüce Allah emirlerine uyanları seveceğini bildiriyor. O halde oruçla aynı zamanda Allah’ın yüce, mukaddes sevgisine ve hoşnutluğuna kavuşuyoruz.
Orucun ikinci sevgi ilişkisi insan iledir. Bu da iki şekilde gerçekleşir. Sosyal psikolojinin tespit ettiği prensiplerden birisi de şudur: Birbirlerine benzeyen insanlar birbirini severler. Kuşlar bile kendileri gibi olan kuşlarla birlikte uçarlar. Kargalar kargalarla, güvencinler güvercinlerle, kazlar kazlarla uçar. O halde Aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba inanan insanlar aynı orucu, üstelik aynı ayda tutmaktadır. Bu benzeşme aralarında sevgi ve kardeşliğin oluşmasına neden olur.
İkincisi de şudur: Allah’ın emrine uyarak oruç tutan bir kişi zaten bütün gün aç ve susuz kalır, üstelik helal olan nefsani arzulardan da uzak durur. Oruç bu bakımdan sabırlı olmayı öğretir insana. Oruç bu açıdan bize aç ve açıkta olan, çeşitli mahrumiyetler yaşayan insanların mahrumiyetlerini empati yoluyla anlamamızı, o durumunu adeta yaşamamızı sağlar. Ramazanın sonunda verilen Fıtır sadakasının bazı mezheplerimizde her Müslümana farz olması da gösteriyor ki, Rabbimizin oruç vasıtasıyla bizden istediği empatinin ve insanlara sevginin fiili tezahürü, yansıması, eylem yönü mahrumiyet içinde olan insanlara fiili olarak yardım etmektir. Bu da insanın bencil yönü olan cimrilikten kurtulduğunu, Allah sevgisini ve ona bağlı insan sevgisini mal sevgisinin önüne geçirdiğini göstermektedir.
Toplumlarda zenginler ile fakirler birlikte yaşarlar. Zenginler fakirlerin hallerinden, tok insanlar aç kimselerin durumlarından normal şartlarda pek haberdar olmazlar. Çünkü hali vakti yerinde olan kişiler, aç kalmadıkları için herkesi kendileri gibi zannederler. Ama yılda bir ay oruç tutmak, yani aç ve susuz kalmak, aç ve susuz kalan insanların durumlarını anlamayı sağlar ve onlara yardım etme isteği oluşturur.
Bütün bunlar bize bir şey söyler: Allah sevgisi, Allah’a hakkıyla kulluk yapmayı gerekli kılar. Allah’a kulluk yapmanın bir yönü de insanları sevmek ve sevgiyi eyleme dökmektir. Ramazan Allah sevgisinin en güzel tezahürü olduğu gibi, insan sevgisinin bencillikten ve narsizmden uzaklaşmasının, empati kurarak yardım etmesinin de gerçekleşmesidir. Diğer taraftan, Ramazan orucuyla öğrendiğimiz sabır da, insana öfkesini nasıl kontrol edeceğini öğretir. Sabırlı olarak öfkesini kontrol eden kimseleri Allah da sever, onun kulları da sever.
O halde ramazan sevgi, empati, sabır eğitimidir ve insanı hastalıklı narsisizmden kurtaran bir manevi tedavi yoludur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.