Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lazım

1991 yaz başlangıcında köye çıkmıştık. Haberleri izlerken, dağılan Sovyet Rusya'nın Kızıl Ordusunun duruma vaziyet ettiğini, dağılmanın durduğunu öğreniyorduk. Aynı akşam, televizyonda bir program yapan ünlü programcı Mehmet Ali Birand, konuklarını takdimden önce yaptığı açılış konuşmasında özetle "Sayın seyirciler Gorbaçov'un ilan ettiği glasnost (açıklık ve yeniden yapılanma) ancak bir gün sürdü. Kızılordu Gorbaçov'a dur dedi ve gitmemek üzere komünizmi geri getirdi" diyordu. Sonrasında olanlar malum. Bir gün sonra Gorbaçov'un muhalifi Yeltsin'in de yardımıyla ordu geri gönderilmiş ve Rusya'nın çöküşü hızlanmıştı. Yani bir zamanların meşhur gazetecisi ve programcısı, bir gün sonrasını bile görememişti. 

Bunlara o zaman şahit olurken ve bir programcıyı dinlerken, aklıma bu çöküşten tam seksen sene önce Bediüzzaman Said Nursi'nin yeni Rusya kurulmadan Çarlığın çökeceğini, Rusya'da birbiri üstüne üç zulmetin inkişafa başlayacağını ve istibdâdî bir idarenin hüküm süreceğini, sonrasında bu idarenin takallus ederek büzülüp geri çekileceğini ve bulunduğu yerde Nur medreselerinin açılacağını haber verdiği Tiflis'te Şeyh Sanan tepesindeki Rus polisi ile olan meşhur karşılaşması aklıma geldi. Bir tarafta, daha bir gün sonrasını göremeyip tahmin edemeyen güya meşhur programcı, diğer tarafta zamanın hatt-ı müstakim (doğru bir hat) üzerine hareket etmediğini bilen ve hikmet-i İlâhiyenin sırrına göre konuşan ve buna göre İslam'ın her kıştan sonra bir baharın gelmesi kat'iyetinde istikbale hâkim olacağı müjdesini veren Bediüzzaman. 

Demek hadiselere nur-u Kur'an ve beşaret-i Peygamberî (asm) ile bakmak, insanı yanıltmıyor. Suretâ görünen ve aleyhte zannedilen birtakım olayların arkasında, kışın soğuk perdesinin altında nice hayatların sümbüllenmesi gibi güzelliklerin saklandığını göremiyoruz. Gidişat tersini söylüyor. Zahire bakınca, bu fırtınalı ve soğuk havadan müjde çıkar mı arkadaş diye düşünüyor insan. Görünüşte çıkmaz ama tarih nice zorluklardan, sancılardan ve küsuflardan sonra, yeni inkişaf ve güzelliklere şahit olmuştur.

Aynı Bediüzzaman, bir ömür boyu her dönemde takip ettiği, Osmanlı'nın son dönemlerinde birbirine yabanîleşen fakat aslında aynı mânaya hizmet eden mektep, medrese ve tekkeyi de barıştırmak ve bir nevi aynı çatıda birleştirmek için geliştirdiği medrese teklifinin şartlarını sayarken de bu basiretini göstererek, devletin ancak bir yönünü yüz sene gecikmeli tahakkuk ettirebildiği bir teklifte bulunuyor. Eğer onun bu önemli iki teklifine zamanında kulak verilebilseydi, hem doğudaki eşkiya oluşumu önlenebilecek hem de bugün çeşitli isimler ve sonu "ist" ve "izm" ile biten oluşumların kucağındaki "Z" kuşağının ortaya çıkışı engellenebilecekti. Maalesef bunlar tahakkuk etmedi. 

Bugün kâinatın halifesi ve Allah'ın nazdar bir misafiri ve muhatabı konumundaki insan, özellikle yeni nesil kendini adeta bir pislik ve posa makinesi konumunda görüyor öyle yaşıyorsa, bunda özellikle bu yüz sene önceki sese kulak verilmemesindendir. Temelleri lâdinilik üzerine atılan bir fabrikadan başka hangi mahsül çıkabilir, beklenebilir.

Peki Bediüzzaman'ın özetle "Vicdan din ilimleri, akıl fen ilimleriyle aydınlanır. Hile ve şüpheyi ancak bunları birlikte vererek önleyebilirsiniz" prensibiyle yola çıkarak geliştirdiği sekiz şartlı medrese teklifinin ikinci şartında belirttiği hayatî önemdeki hususlar neydi? Bediüzaman bunu orijinal cümlesi ile "Fünun-u cedideyi (yeni fenleri) ulum-u medaris (medrese ilimleri) ile mezc ve derc (birbiri içinde vermek) ve lisan-ı Arabî vacip, Kürdi caiz, Türkî lazım kılmak" şeklinde özetliyor. 

İşte devletin hem eğitim hem de eğitim politikasının temeli, yol haritası olabilecek çok mühim iki husus, bu kısa cümlede özetleniyor. Bunu, daha sonraki Kastamonu'da lise talebelerinin sorduğu "Öğretmenlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar, bize Allah'ı anlatır mısınız?" sorusuna verdiği, "Okuduğunuz fenler, kendi dilleriyle mütemadiyen Allah'ı anlatıyor, öğretmenleri değil, onları dinleyiniz" diye meşhur cevabında da çarpıcı şekilde yeniden anlatıyor. Adetâ fen ilimlerine bir hedef gösteriyor. Dinsizlerin elinde bir silah ve ağzında bir emzik gibi dolaştırdıkları fen silahını ellerinden almak istiyor. Zaten yeni dönemi hazırlayanlar da bu tuzağa belki de bilerek düşmüş ve fasit bir daire olan fende ileri olan Avrupa'nın sözünü, her yerde delil tutmak hatasını bir prensip hale getirmişlerdi. Sanki din, terakkinin karşısındaymış gibi bir düşünce, etrafa yayılıyordu. Bediüzzaman da fen ve din ilimlerini birlikte vermek isteyerek bunun önüne geçmeyi hedeflemişti. 

Yeni devlet ne bu meselede ne dil meselesinde Bediüzzaman'ı dinlemişti. Din, eğitimden dışlanırken dil de baskılanıyordu. Rüyasını kendi ana dili ile gören insanların, bu dili serbestçe konuşmaları yasaklanıyordu. Ben iyi hatırlıyorum. Bizim ilçede açıkça Kürtçe konuşan insanlar, karakola götürülüp sorguya çekiliyordu. Bu dayatma ile köy ve kasaba isimleri bile değiştirilmiş ve bir dil yok sayılmıştı. Halbuki Üstad, teklif ettiği medresede ilim dili olarak Arapçanın, imparatorluk dili olarak güzel Türkçemizin gerekli ve bir mahallî dil olarak da Kürtçenin serbest olarak okunmasını istiyordu. Fıtrat ve vakıa da bunu gerektiriyordu. Maalesef şartların sürüklediği sıkıntılardan dolayı hem eski dönem hem de yeni devlet, bu eğitim ve orijinal dil teklifini gözardı etti. Sonuç ortada. 

Ancak bana göre en sevindirici nokta, ikibinli yıllardan sonra devletin binbir zorlukla da olsa, şeâir-i İslam'ın önündeki engelleri kaldırması ve bayram misal inkılaplara imza atması ve büyük bir vizyon ve öngörü ortaya koyarak bu dil teklifini kısmen de olsa tahakkuk ettirmiş olmasıdır. Dili resmî ve özel yerlerde serbest bıraktığı gibi üniversitelerde kürsüler açılmış ve akla hayale gelmeyecek şekilde TRT'de bir kanal Kürtçeye ayrılmıştır. Şeâirin önündeki tüm engellerin kaldırılması gibi, dil alanındaki bu müspet çalışmalar, cehaleti kısmen ortadan kaldıracağı gibi çok önemli bazı istismarları da ortadan yok edecektir.

Evet dostlar, Üstadın bir ömür boyu her dönemde üzerinde durup tahakkuku için ısrar ettiği bu medrese teklifinin özellikle dil kısmındaki Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lazım kılmak kısmı, Türkiye şartlarında zaman gösterdi ki tek başına çağa damga vuracak niteliktedir. Üstadın Rusya için söyledikleri aynen tahakkuk ettiği gibi medrese için söylediklerinin de "mezc" kısmı, mânen ve gayr-i resmî olarak; dil kısmı ise devletin büyük bir ferasetle yanlıştan dönmesiyle tahakkuk etmiştir. Bin şükür.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum