Mehmet KAZAR
Benlik Sınırları İle Çizili Hayatlar
Düşünmeli insan; Bu hayatta bana verilen rol ne olabilir? Tüm mevcudat içinde şuurlu bir varlık olarak yaratılmamdaki amaç nedir? Bu halimle ben hangi yolun yolcusuyum? Kudret-i Sonsuza mı yolculuğum, yoksa şeytana mı? Şu halimle İlahi huzura çıksam halim nice olur?
Günümüz dünyası, insanı ben eksenli bir hayat yaşamaya sevk ediyor. Böyle bir hayatı yaşamak ve yaşamayı istemek enaniyet duygusunu hâkim kılar ve kişi kendisini sorgulamaktan uzak kalır. Hâlbuki insan, arayış içinde olmalı, çünkü arayışta olmak kişiyi yaratılış gayesini sorgulamaya yönlendirir. Hayatta en büyük gaye yaratılış gereğini anlamak acz ve fakrını anlayıp, Allah’a (cc) kul olduğunu bilmektir. Çünkü ebedi saadetin anahtarı bu gayeyi anlamaktan ve hayatımıza uygulamaktan geçiyor.
Yaratılış gayesini bilmemek başıboşlukta yuvarlanıp gitmekten farksızdır. Bir kitap okunmak için vardır, bir defter yazılmak içindir, bunların dışında farklı bir amaçla kullanılsa aslına uygun kullanılmamış olunur. Tıpkı bu örnekler gibi; insanında gayesi Allah’a hakkıyla kul olmak ve hayatını iman hakikatlerini anlatmaya adamaktır. İnsan yaratılış gayesi dışında hareket ettiği vakit, Eşref-i Mahlûkat, (yani yaratılmışların en hayırlısı) sırrına mazhar olması düşünülemez. Yeryüzünde anarşi ve bozgunluk çıkaranlar, yaratılış gayesi dışında hareket edenler Kur’an-ı Kerimde Tin Sure-i Celilesinde beyan edildiği üzere Esfel-i Safilin, yani aşağıların aşağısı konumuna düşmekten kurtulamazlar. İnsanı başıboşluktan kurtaracak ve insan olma şerefine yükseltecek tek şey hakiki iman ile kul olduğunu idrak etmektir. Böyle bir gayesi olmayanlar hayatlarını sadece yaşadığı çevreyle sınırlandırmakla yetinir ve öylece kapalı bir daire içerisindeymiş gibi kendi dünyasıyla meşgul olur. Kendi dünyasıyla meşgul ve hiçbir arayış içinde olmayan birisi, hakikati göremez, çünkü benlik o kadar kuvvetli bir hale gelmiştir ki, hakikati görmek ona çok ağır gelir. Bu şekil yaşayanlar tevehhümü ebediyet hissine kapılır, kendini dünyada ebedi zanneder, dünyası sadece kendi eksenli olur. İşinde, evinde, içtimai hayatında sadece kendi sınırları içinde dar kalıplarda yaşamayı tercih eder ve hayata hep dar çerçevelerden bakar. “Gözünü kapayan sadece kendine gece yapar.”[1] misalinden de anlaşılacağı üzere, hakikati görmek istemeyende yaratılış gayesini anlayamaz, sadece kendisini karanlıkta bırakır. Şüphesiz ki böyle bir hayata sürükleyen sebep ise insanın en büyük düşmanı şeytandan başkası değildir. Zaten o, insanın hakikati görmesini ve ebedi saadete kavuşmasını istemez.
İnsan benlik davasından vazgeçmedikçe, fani olanı ebedi zanneder. Hayata dar bir çerçeveden bakmak, kendi benliğini düşünmek, sadece kendi huzuru peşinden koşmak, sınırlı bir yere kadar sınırlı bir mutluluk verebilir. Oysaki bu hayat sınırlıdır, sınırsız olan ahirettir. İşte fark edilmeyen noktada bu; sınırlı olanı, sınırsız olana tercih etmek. “Onlar dünya hayatını bile bile ahirete tercih ederler.”[2]Dünyanın geçici güzellikleri ile meşgul olmak nefse kolay gelir, çünkü dünya nefsin istek ve arzularıyla doludur. Ah bir bilsek nefis ve şeytanın en büyük düşmanımız olduğunu. O zaman bütün savaş ve yıkımları nefis ve şeytanla yapardık.
Ben eksenli bir hayat, nefsin istek ve arzuları tarafından kuşatılmış bir kaleye benzer. Kişi o kalede nefsin arzularıyla baş başa kalmayı tercih eder, dışarıdan hiç bir müdahale almak istemez. Böyle bir yaşama tarzı hep kendine göre yaşamayı benimsetir ve kişi kendi ekseni etrafında döner durur;kalbini faniliklere bağlar, arzu ve heveslerin peşinde koşar ve başıboşlukta bir hayat sürüp gider. İnsan benlikten vazgeçmediği sürece yaratılış gayesini anlaması mümkün değildir. Çünkü hep ben, ben, ben, diyen nefis hep kendini düşünür ve kendinden öteye de geçemez, böylelikle ebedi hayatını kaybeder. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadisinde beyan buyururlar ki; “Cehennem nefsin istekleri ile cennet de nefsin hoşlanmadıkları ile örtülüdür.[3] Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, benlik çizgisi üzerinde yaşamak, insanı cehenneme sürükler.Benlikten vazgeçmek te cenneti kazandırır. Hâsılı, benlik sınırlarını aşamayan ebediyetini kaybetmesi mukadderdir.
Hakka hizmet yolunda koşanların hayatlarına baktığımızda, onlar öncelikle kendi benlik davalarından vazgeçmişlerdir, adeta ben demede sıfır olmuşlardır. Onlar dar kalıplarda kalmayıp imanın verdiği güç ile hayat-ı dünyevilerini iman nurunu saçmak için feda etmişlerdir. Onların tek gayeleri var; Allah’ın (cc) razı olduğu bir kul olabilmektir. Bu sebeple inanan bir gönül, hayattaki rolünü çok iyi bilmelidir. Ya bir imanın kuvvetlenmesine vesile olacak, ya da imanını kuvvetlendirmek için çabalayacak. Böylelikle iman hizmeti yolunda bir hayat yaşayacak ve kulluk boyutunda kendisini başıboşluktan ve ben eksenlikten kurtarmış olacaktır. İşte bu sebeple insan, hayattaki gayesini ve rolünü çok iyi bilmeli ve o gayeye göre hayatını şekillendirmelidir. Arkadaşlıklarını bu gaye üzerine kurmalı ve iman-i yaşayış tarzıyla örnek bir şahsiyet olmalıdır.
Odak Noktası Dünya Olanlar
İnsan, elinde bulunan şu hayat sermayesini tıpkı fotoğraf makinesi gibi kullanır, neyi görmek isterse onu odağına alır. Odak noksanına aldıklarından başka bir şeyi görmez. Meseleyi geniş dairede düşünecek olursak; Hayatı dev bir fotoğraf makinesi gibi düşünelim; bu fotoğraf makinesini dünya hayatına odaklayan, dünyayı net, ebedi ahiret hayatını ise bulanık görecektir. Yani bir nevi bütün uğraşları dünya hayatı için olur ve ebedi hayatı için hazırlık yapmaz. Çünkü odak noktasında sadece geçici dünya hayatı vardır.
Odak noktası dünya olan, dünyayı net ahireti ise bulanık görür. Çevremizdeki insanlara baktığınız zaman, herkesin kendisine göre bir gayesi olduğunu göreceksiniz. Kime sorsanız gayesiz insan belki bulamayacaksınız. Kimisi kariyerini yükseltmek gayesi peşinde, kimisi daha çok kazanma gayesi peşinde, kimisi dünya hayatını kurtarma gayesi peşinde, kimisi çocuklarını iyi okullarda okutup, çocuğuna dünya hayatını kurtarma fikrini aşılama gayesi peşinde, kimisinin de gözünü mal ve hırs bürümüş bir şekilde dünyasıyla meşgul, tek gayesi var; mal ve mülktür. Evet, bu gayelerin tümü dünya ile sınırlıdır. Dünyayı sınırsız zannettiğimizden olacak ki, tüm gayelerimizi dünyaya odaklıyoruz, adeta odak noktamız dünya olmuş. Odak noktası dünya olan, dünyayı net ahireti ise bulanık görür. Bir nevi enaniyet yani ego dediğimiz bencillik, kişinin kendisini görme hususunda benliğini odak noktasına almasıdır. Bu sebeple kendisi dışındaki hadiseleri bulanık görmesi ilgisiz ve alakasız kalması, kişinin hayatta kendisini odak noktasına almasından kaynaklanmaktadır. Evet, hadiseler karşısında kendimizi ne kadar büyütürsek, "Hep benim bildiklerim doğru, hep benim dediklerim olmalı" havasına girersek doğru olan hakikatleri de göremeyebiliriz.
Öyle insanlarda vardır ki tüm bu saydıklarımdan öte kendinden bile vazgeçmiş halde tek gaye peşindedirler, Allah’ın (cc) razı olduğu bir kul olabilmek ve vicdanları iman ile buluşturmak. Onların odak noktası Allah (cc), Hazreti Peygamber (asm) ve Ahirettir. Adeta yeryüzüne iman güllerinin tohumlarını saçmak için, bu uğurda kendi benliklerinden vazgeçmişlerdir ve en büyük huzuru ve mutluluğu da bu yolda bilmişlerdir.
Allah Kur’an-ı Kerimde; “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır…”[4] buyurur. Kur’an’ın bize bu uyarılarından yola çıkarak inanan bir gönül öncelikle hayatını imtihana göre düzenlemeli ve Allah yolunda daha güzel amel sergilemek için çaba göstermeli. Maneviyat büyüklerinin hayatlarına baktığımız zaman, onlar iman hizmetleri ile uğraşmaktan öyle bir mertebeye varmışlardır ki, kendi hayatını kurtarmaktan çok, "Ben nasıl bir insanı iman ile buluşturabilirim" gayesi peşindedirler. İmanın bu tarif edilemez güzelliklerini, "kurumuş ve susamış gönüllerde nasıl yeşertebilir, insanlara nasıl anlatabilir, nasıl ulaştırabilirim" derdiyle yanar dururlar, hayatlarını bu yolda feda ederler.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi günümüz dünyasında ben eksenli yaşamak ön planda, çünkü yaşadığımız bu ahir zaman, kişiyi ben eksenli bir hayata sevk ediyor. İnsanlarda ego tatmini öyle kabarmış ki, sadece kendini düşünür olmuş, "hep ben yapayım, hep ben kazanayım, hep ben, hep bana." Evet, enaniyet ön planda oldukça kişinin önünü görmesi mümkün değildir. Ben eksenli bir hayattan vazgeçip başkalarının hidayeti için yaşayan ve iman hizmeti yolunda hayatını feda eden insanlar sanırım Eşref-i Mahlûkat, (yaratılmışların en hayırlısı) sırrına mazhar olmuşlardır.
Ben dememeli insan, adeta benlikte sıfır olunmalı, sıfır olunmalı ki Hak yolunda ilerleyebilmek mümkün olsun. Evet, inanan bir gönlün tek gayesi olmalı, Allah’ın razı olabileceği bir kul olabilmek, ilahi kelamı vicdanlarda yeşertmek ve kurumaya yüz tutmuş vicdanları iman nuru ile yeşertmek olmalıdır.
Hâsılı; İnsan, benliğini tanıma yolunda ben merkeziyetçilikten ve egosundan vazgeçebildiği ölçüde Rabbini bilebilir. Yaşamı boyunca nefsini tatmin etme peşinde koşup ta istek ve arzularına boyun eğenlerin Rabbini bilmesi, emrine itaat etmesi ve İnsan-ı Kamil olma çizgisinde ilerlemesi düşünülemez. İnsanın dünyadaki tek gayesi kendisini yokluktan varlığa çıkaran Rabbine hakiki kul olması ve O’nun razı olacağı bir hayat yaşamasıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.