Ahmet Nebil SOYER
Bismillah okyanusundan
Bismillahirrahmanirrahimin binler esrarından altı sırrına dairdir.
Rahmet, (30) Rahmaniyet, rahimiyet, bahis Rahmet kelimesi etrafında dokunmuş. Otuz kere geçiyor, farklı cümleler halinde. Bediüzzaman Rahman büyük nimetler, rahim ise küçük nimetler için kullanılmış diyor. Bediüzzaman Bismillahirrahmanirrahimin binler esrarı var diyor ama sadece altı esrarından bahsetmiş. Risale-i Nur tarandığında kelimelerin ihatası zor bir muhitte kullanıldığı görülmekte.
Rahmet kelimesi etrafındaki kelimelerden bazıları;
Hazine-i rahmet ve rahmetli inam ve ikram ve ihsan, cilve-i rahmet ve ihsan, rahmet-i rububiyet, rahmet feşan tezahür-i rububiyet, kast ve rahmetle ve kemal-i intizam ve muvazene ile, cazibe-i rahmet, ihatalı hakikatler, cemal-i rahmet, rahmet-i vasia o rahmetenlil alemin (asm) ile tezahür eder, kemal-i rahmet, rahmetinin şümulüne, rahmetinin hadsiz genişliklerine, gönderilen rahmet dahi mevzun ve muntazam katreleri kelimeleriyle senin vüsat-ı rahmetine, rahmetinin her şeye şumulünü, rahmetinin hadsiz vüsatine, rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemal gibi ahireti iktiza eden kudsi sıfatlarına ve şenlerine, hadsiz rahmet, rahmetler perde-i gayb arkasında, bir Zat-ı Rahman-ı Rahimin, hazain-i rahmet maliki, rahmetinin iltifatı, daire-i rahmet, lütfuyla ve rahmetiyle, şehr-i rahmet (ramazan) rahmet-i ilahiye, bab-ı rahmet, eser-i rahmet, hadise-i rahmet, rahmet-i amme, asar-ı rahmetini çok hikmetli ve süslü asar-ı sanatını birbirine göstererek, rahmet-i umumiye-i ilahiye, (rahmetenlilalemin, resulullah) melaike-i rahmet, rahmet-i ilahiye ile her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi al-i beytten çıkmış, eser-i rahmet, feyz-i rahmet (yağmur) derya-yı rahmet, dua-yı rahmet…
Rahmet kelimesinin etrafında dönen manalar büyük yekün teşkil ediyor. Bunları tek tek izah etmek ismin ve ondan doğan fiilin azametini gösteriyor.
Aynı şekilde Rahmaniyet etrafındaki kelime ve kavramlar;
Rahmaniyet
sikke-i kübra-i rahmaniyet
sırr-ı rahmaniyet
hatem-i rahmaniyet
hadsiz rahmaniyet
rahmaniyet ve rahimiyet hakikatleri
rahmaniyet rahimiyet hakimiyet adiliyet gibi tabirler Cenab-ı Hakkın hem isim hem fiil hem sıfat, hem şenlerine işaret ederler
rahmaniyet ve rahimiyet hakikatlerinin azamet-i ihatası
rahmaniyet hakikatıdır, yani gözümüzle görüyoruz birisi var ki bize zemin yüzünü rahmetin binlerle hadeyeleriyle doldurmuş, bir ziyafetgah yapmış ve Rahmaniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içine dizilmiş bir sofra etmiş/şualar ikinci bab
hadsiz rahmaniyet ve rezzakiyet ve rahimiyet ve kerimiyet sofralarını sererek zihayatlara ziyafetler vermekle
efal-i rahmaniyeti cihetinde risalet-i Muhammediye asm mukaddes şehadetine işaret eden
efal-i rahmaniyet muktazasıyla Bir Kur an ı müciz ül beyanı Muhammed in eline vermesi ,ve bine yakın mucizelerin pek çok envaını ona vermesi
kemal-i rahmaniyetini ve rahimiyetini
rahmaniyet nimetidir evet rahmaniyet zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir
rahmaniyet ve rahimiyet hakikatlerinin azamet-i ihatası şehadetiyle…
RAHİMİYET
Üçüncü olarak rahimiyet kelimesinin etrafındaki kullanımlar.
Cemal-i rahimiyet, sikke-i ulyayı rahimiyet, rezzakiyet, rahimiyet ve kerimiyet sofraları
Rahimiyet-i ilahiye dahi enbiyanın necatlarını iktiza ettiğini
Rahimiyet hakikatlerinin azamet-i ihatası
Rahimiyet ve hakimiyetini ilim ve kudretini adiliyet ve hafiziyetini ve sıfat-ıkudsiyesini
Hatem-i rahimiyeti bir nakş-ı şefkati dokuyor
Envar-ı rahimeyeti ve şefkati
Hatem-i rahmaniyet
Rahimiyet hatemi
Envar-ı rahimiyet
Rahimiyetine yaraşır şekilde
Mehasin-i rahimiyeti külli ve şaşaalı bir surette görünür
Rahimiyetini ve hakimliğini her birsanatıyla ihsas eden
Rahimiyet hakikatlerinin azamet-i ihatası
Rahimiyet hakikatının çok lemalarını ve çok sırlarını Risalet-in Nur çok eczalarında beyan ve isbat ettiğinden
Rahimiyetini ve azamet-i kudret ve şumül- iradetini bilmeye
Rahimiyet ve kerimiyet sofralarını sererek
Rahmet, rahmaniyet ve rahimiyet gibi kelimeler etrafında kesif bir mana grupları oluşturulmuş. Bu ayrıntılara girince Bediüzzaman’ın ne kadar geniş bir tefekkür dünyası olduğu görülüyor.
Rahmet, rahmaniyet ve rahimiyet bu üç kelimenin tasrifi bir kitap olacak kadar büyük, o zaman hakkiyle mana tahakkuk eder. Yüzeysel okumalar hakikatı tam tavazzzuh ettirmiyor.
Bir yazıya düştüğü haşiyede bir arkadaş “Bediüzzaman ilm-i ledün kelimesini kullanmıyor” diyor, neden kullanmıyor çünkü Risale-i Nur baştan başa ilmi ledün. Yüzyıllarca kelime ve kavramların derinliğine inilmemiş bunu Bediüzzaman yapmış.
İHTAR; Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu kendi nefsim için nota sûretinde kaydetmek istedim ve yirmi otuz kadar sırlar ile, o nurun etrafında bir daire çevirmek ile avlamak ve zaptetmek arzu ettim. Fakat, maatteessüf, şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım; yirmi otuzdan beş altıya indi. "Ey insan!" dediğim vakit, nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken, ruhen benimle münâsebettar ve nefsi nefsimden daha hüşyâr zâtlara, belki medâr-ı istifade olur niyetiyle, On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı olarak, müdakkik kardeşlerimin tasviplerine havale ediyorum. Bu ders akıldan ziyâde kalbe bakar; delilden ziyâde zevke nâzırdır.
Şu makamda birkaç sır zikredilecektir.( Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Belkıs, "Ey kavmimin ileri gelenleri," dedi. "Bana mühim bir mektup bırakıldı. ¨ Süleyman’dan geliyor ve Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlıyor." (Neml Sûresi: 29-30.)
Metnin etrafında dokunduğu terim nitelikli kelimeler:
Rububiyet,
Uluhiyet
Ehadiyet
Samediyet
Vahidiyet
Bahsin izahında yer yer bu terim nitelikli kelimeler de meselenin odağı olarak kullanılıyor.
BİRİNCİ SIR;
’in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat sîmâsında, arz sîmâsında ve insan sîmâsında, birbiri içinde, birbirinin numunesini gösteren üç sikke-i rubûbiyet var.
(Rububiyetin yansımaları kainat simasında, arz simasında ve insan simasında görülüyor, yukarıdan aşağı bir iniş var, kainat, arz, insan. Bismillah yukarıdan aşağı üç tecelli ile, sikke ile görünüyor.)
Biri, kâinatın hey’et-i mecmûasındaki teâvün, tesânüd, teânuk, tecâvübden tezâhür eden sikke-i kübrâ-i Ulûhiyettir ki, ona bakıyor.
(Kainat simasındaki sikkenin ayrıntısı, kainatın umumunda teavün, yardımlaşma, kainatı meydana getiren parçalar arasında yardımlaşma var. Kainat makul ve mantıki fiillerin mahalli ise bu cüzleri arasında yardımlaşma ile gerçekleşiyor. Tıpkı bir insanın vücudundaki cüzler arasındaki yardımlaşma gibi. Güneş sistemi ve sair gezeğen blokları arasında yardımlaşma var, güneş etrafındaki diğer gezeğenlerle ne tür ilişkiler içinde olduğu astronominin konusu, ama sistemin hepsi birbiri ile alakadar. Allah güneş sistemi ve sair galaksiler arasında ortak bir hedef uğrunda faaliyet yürütüyor, çok büyük mikyasta bir yardımlaşma. Güneş sistemi içinde de merkur, ile Venüs arasında ve diğer gezeğenler arasında ilişkiler var, sistem tek başına değil birlikte çalışıyor. Diğeri ise tesanüd, dayanışma nasıl dünya dönüyor, ay geceleri aydınlatıyor, med cezir olaylarını yönetiyor, bitkilerin büyümesini sağlıyor, hem dünya ile alakadar hem güneş ile hem de diğerleri ile, bunun ayrıntısı çok.Hiçbir gezeğen ve bloku tek başına hareket edemez, hareketleri birliktelik ve birbirine dayanma ile gerçekleşiyor.Teanuk kucaklaşmak yani birbirine muhalif değil, birbirinin yaptığına teşne bir şekilde cereyan ediyor filler, kucaklaşmak paylaşmak, ortaklaşmak anlamına da geliyor, Kainatın büyük uzuvları arasında birbirinin faaliyetine katılmak, onaylamak tarzında cerayan ediyor. Tecavüb ise ortak bir faaliyet birbirinin isteğine cevap vermekle mümkün olabilir. Nasıl midenin isteğine el ve ağız cevap veriyorsa, tıpkı bunun gibi kainatın üyeleri arasında da birbirinin isteğine ortak hedef için cevap vermek var.)
İkincisi: Küre-i arz sîmâsında nebâtât ve hayvanâtın tedbîr ve terbiye ve idaresindeki teşâbüh, tenâsüb, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezâhür eden
sikke-i kübrâ-i Rahmâniyettir ki, ona bakıyor.
(Küreyi arz simasında nebatat, ve hayvanatın arasında tedbir, ortak bir hayatı ve hedefi gerçekleştirmek için yeryüzünü meydana getiren cüzler arasında tedbir var, bulutlar, nebatlar, hayvanlar arasında ortak bir tedbir var, terbiye de ortak cüzler birlikte terbiye edilip hayata hizmet ediyor, bütün bunlar birbirine benzer yani teşabüh ile benzeşme ile cereyan ediyor, bütün varlıklar birbirine benzer şartlarla öğelerle yönetiliyor, terbiye hem tek tek hem de birlikte cereyan ediyor. Tenasüb , uygunluk farklı da görünse cüzler arasında uyum ve uygunluk var, tabiatın bütün üyeleri arasında bu uyum hem güzellik hem de fiil açısından ortaklık gösteriyor. Su, ışık ve toprak arasında fiziksel ayrılık varsa da aralarında uyum var hem de güzel sonuçlar veren uyum, intizam birlikte düzene hizmet etmek için yerlerini alma, insicam daha estetik bir kelime insan ancak geometrisi benzer şeyleri bir araya getiriyor mesela tuğlalar gibi, ama yeryüzünde hem farklı eşkalde canlılar arasında insicam var, bu kelimeyi az kullanıyor Bediüzzaman çünkü güzelliğin armoninin gerçekleştiği bir şey insicam, tıpkı insan vücudunun insicamı gibi, el kol, ayak, göz hep farklı fiziki uzuvlar ama arasında homojen bir güzellik var. Lütuf ve merhamet bu kadar birbirinden görüntüleri farklı şeyler arasında Allah lütfu ve merhameti ile bize hayatımıza hizmet ettiriyor herşeyi. Varlıkların organizasyonunda merhamet okunuyor.)
Sonra, insanın mahiyet-i câmiasının sîmâsındaki letâif-i re’fet ve dekàik-ı şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezâhür eden sikke-i ulyâ-i Rahîmiyettir ki, ’deki ona bakıyor.
(İnsanın mahiyet-i camiasının simasındaki, insanın mahiyeti var ama cami yani çok yönlü, çok özneli bir mahiyet, bu kadar çokluğun birlikte bir siması var orada Allah’ın merhamet ve gözetiminin şeffaflıkları, parlaklıkları ve saydamlıkları, mesela tebessüm, taltif, mukabele daha birçok davranış şeffaf davranışlar, ince davranışlar bütün bunlar insana yüklenmiş, merhameti hissetme ve merhamet etme, sevme ve sever olma bütün bunlar letaif-ı refet, bir diğeri şefkatin incelikleri, insanın hayatına hizmet eden herşey Allah’ın şefkatinin inceliklerinden doğuyor, herşeyi bize göre bizi incitmeden bize hizmet ettiriyor, sonra insana merhameti ilahiyetin şuaları ışık ipleri yansıyor, herşeyine bakmasına görmesine, elle tutmasına daha nice davranışlar onun merhametinin ışıkları, Bediüzzaman insana Allah’ın tasarımı olması hesabiyle iyi okuyor. Bütün bunlar bugüne dek kimsenin ellinin ve zihninin uzanamadığı incelikler. İnsan bir heykel gibi değil herşeyi ile estetik uyum içinde yaratılmış, çok itina gösterilmiş, bir sanat şahaseri. Ona o kadar duygular yüklenmiş o duyguların yaratılması bedene taşınması ve ölene kadar icraatta bulunmaları idrak-i beşerin anlayamayacağı şeyler. Bütün bunlar insandaki çok yüksek Rahimiyet izleri, mühürleri, sikkeleri. İnsan fizyolojsi psikolojisi, bedenin dili daha neler anlatılmış, okuyan ne kadar derinlikli okumuş.)
Demek, sahife-i âlemde bir satır-ı nurânî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvânıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani, yukarıdan nüzûl ile, semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musağğarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arşa bağlar; insanî arşa çıkmaya bir yol olur.
(Bismillahirrahmanirrahim Allah ve Rahman ve Rahim isimlerinin enmuzecinden bir satırı nurani olmuş, üç ehadiyet sikkesinin alemde, yeryüzünde ve insanda görünen ünvanları, insandan yeryüzüne oradan semaya uzanan sonunda Allah’a ulaşan bir hayt ilahi ip, bir hat tren hattı gibi semavi hat. İnsan bismillah diyerek o hattan Allah’a uzanıyor, namazda Bismillahirrahmanirrahim dedi mi kendinden arzdan ve alemden geçen bir hatta Allah’ ile yüz yüze geliyor, bir ip ona tutunup bir anda üç kısımdan geçip Allah’a mülaki oluyor ve onun arkasından fatihaya başlıyor. Bismillah bir miraca merdiven bizi bir anda Allah’a ulaştırıyor ve onunla konuşmaya başlıyoruz . “Elhamdülillahi Rabbül Alemin.” Herkes bu miracı yaşıyor ama hissederek hattın sesini duyarak yaşayanlar da vardır.)
İKİNCİ SIR;
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezâhür eden vâhidiyet içinde ukùlü boğmamak için, dâimâ o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ, nasıl ki güneş, ziyâsıyla hadsiz eşyayı ihâta ediyor. Mecmû-u ziyâsındaki güneşin zâtını mülâhaza etmek için, gayet geniş bir tasavvur ve ihâtalı bir nazar lâzım olduğundan, güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde güneşin zâtını, aksi vâsıtasıyla gösteriyor. Ve her parlak şey, kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber ziyâsı, harareti gibi hâssalarını gösteriyor. Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfatıyla, kabiliyetine göre gösterdiği gibi; güneşin ziyâ ve hararet ve ziyâdaki elvân-ı seb’a gibi keyfiyâtlarının herbirisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihâta ediyor. Öyle de, (temsilde hatâ olmasın) ehadiyet ve samediyet-i İlâhiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet-i aynasında bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudât ile alâkadar her bir ismi, bütün mevcudâtı ihâta ediyor.
İşte vâhidiyet içinde ukùlü boğmamak ve kalpler Zât-ı Akdesi unutmamak için, dâimâ vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden ’dir.
ÜÇÜNCÜ SIR;
1-Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, BİLMÜŞAHADE, rahmettir.
2-Ve bu karanlıklı mevcudâtı ışıklandıran, BİLBEDAHE, yine rahmettir.
3-Ve bu hadsiz ihtiyacât içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, BİLBEDAHE, yine rahmettir.
4-Ve bir ağacın bütün hey’etiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muâvenetine koşturan, BİLBEDAHE rahmettir.
5-Ve bu hadsiz fezâyı ve boş ve hâlî âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, BİLMÜŞAHADE rahmettir.
6-Ve bu fânî insanı ebede namzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhatap ve dost yapan, BİLBEDAHE, rahmettir.
Bediüzzaman o kadar sade bir dil kullanmış ki terkipler neredeyse yok gibi, üstelik seçilen kelimeler büyük zihni sirkülasyonlardan sonra ortaya çıkarılmış, o kadar yerinde ve ustalıklı seçilmiş kelimeler. Dini o kadar gerekli ve sade, anlaşılır anlatmış ki, hayran olmamak elde değil. Altı cümlede bizzat görerek bilmüşahade kullanmış, apaçık yani bilbedahe kullanmış, iki defa bilmüşahade dört defa bilbedahe kullanmış, açıkça ve görülerek. Rahmet ve bilbedahe ve bilmüşahade kelimelerine vurgu yaparak ve iç kafiye halinde anlatmış, sanatçı bir harika insan Allah’ın sanatını kimse onun kadar anlatamaz, ama rencide olur dide-i huffaş ziyadan diyor Ziya Paşa. Öyle değil mi?
Ey insan! Mâdem rahmet böyle kuvvetli/ ve câzibedar/ ve sevimli/ ve mededkâr/ bir /HAKİKAT-I MAHBUBE/hakikat-i mahbubedir; de, o hakikate yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyacâtın elemlerinden kurtul. Ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle ve şuââtıyla o Sultana muhatap ve halîl ve dost ol.
(Rahmet kuvvetli, cazibedar, sevimli ve mededkar, hakikatı mahbube. Şimdi yeni bir imaj hakikat-ı mahbube, mesela ölüm hakikat-ı müthişedir, dehşet verir insana ama rahmet insana kendini sevdiren sevgili ve sevilen bir hakikat. Bediüzzaman baharda Barla bahçelerini seyrederken “ben bunları yüz sinema tiyatroya değiştirmem“ diyor. İşte hakikat-ı mahbube. Hem dikkatimizi çekiyor, cazip hem sevimli, hem de bizim hayatımızı devam ettiriyor, herşey bizim hayatımıza meded ediyor.)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.