Esmaü’l-Hüsna Konusunda Said Nursi’nin Bazı Tespitleri-3

Esma-yı Hüsna’yı Kâinatta Okumak

Said Nursi insanın kâinatı okuması bahsine geçiyor: Kâinata dair ve içindeki her şeyi kuşatan ve ortak paydası olan hakikatleri ifade sadedinde “Belki lâzım gelir ki, onun nazarı, daima karşısında Hüve, Hüvallah okusun, görsün.” Demek Hüviyet ve Uluhiyet hakikatleri her şey ile kendini gösteriyor, okutuyor. Burada dikkat edilecek diğer unsur “Görme” kısmı… Sonraki cümle “duyma” ile ilgili… “Onun kulağı her şeyden Kul Hüvallâhu Ehad dinlesin, işitsin.” Demek Hüviyet ve Uluhiyeti göz ile idrak edebiliyoruz. Fakat Ehadiyet kısmını işitmek ve dinlemekle bulabileceğiz. Demek ki daha bâtınî… Çiçeğe bakıp güneşi görmek zor olduğu gibi…

Sonra Bediüzzaman âlem âlem Esma okuması yaptırıyor. Fırtınalı deniz ile zelzeleli kara parçası örneğini veriyor. Yeryüzünü simetri ile ikiye bölüp her ikisindeki celalli ve külli icraatları okutuyor. Zelzelede, art arda sarsıntı ve dalga olur. Fırtınada ise, bir yöne gitmek isteyen gemilerde, gemicilerin iradeleri değil Külli İrade cebren kendini gösterir. Kudret karşısında her şeyi zelil ve alabora eder. Bu açılardan Said Nursi zelzelede “Yâ Celîl, Yâ Celîl” fırtınalı denizde “Yâ Azîz, Yâ Cebbar” isimlerini zikrederek okur.

Sonra deniz içinde merhametle beslenen, karanın üzerinde şefkatle himaye edilen canlılara geçer. Denizdeki fırtına denizin içi ve derinliklerindeki canlıları rahatsız etmiyor. Bilakis onların rızkına vesile oluyor. Onların himayeye değil, beslenmeye ihtiyaçları var. Karada rızık kaynağı çok; denizde yok… Buna mukabil simetri olarak karadaki canlılar ise, göz önündeler ve risk altındalar. Onların rızıktan ötede himayeye ihtiyaçları var. İşte merhamet, deniz içi hayata; şefkat ise kara üstündeki hayata bakar. Ya Cemîl Yâ Cemil ismi deniz içine; Yâ Rahîm Yâ Rahîm ismi kara üstüne yansır. Bediüzzaman şifreyi tam açmak için kara üzerinde yaşayan bir kediyi ve Yâ Rahîm ya Rahîm isimli zikrini misal verir. Demek deniz içindeki canlılar hal diliyle veya kavlen Yâ Cemîl Yâ Cemil diyorlar.

Bediüzzaman görüldüğü üzere simetriyi çok güzel kullanıyor. Öncekinde denizin üzerindeki fırtınayı ve karanın içindeki zelzeleyi örnek verdi. Bunlardaki izzet-ceberut ve celali okuttu. Burada ise tam tersini yaparak denizin içindeki merhameti ve karanın üzerindeki şefkat ve himayeti okutuyor ve gösteriyor. Denizin tamamına bakarsak dışı Ya Aziz Ya Cebbar, içi Ya Cemil Ya Cemil diyor; karanın ise dışı Ya Rahîm Ya Rahîm, içi ise Ya Celil Ya Celil diyor.

Sonra dünyayı deniz ve kara değil de; sema ve arz diye ikiye ayırıyor: “ Semâyı dinle. Nasıl "Yâ Celîl-i Zülcemâl" diyor. Ve arza kulak ver. Nasıl "Yâ Cemîl-i Zülcelâl" diyor” der. Semada celal içinde cemal var; arzda ise, cemal içinde celal var diyor. Yani semanın dışında celal, içinde cemal; arzın dışında cemal içinde celal var dedi. Sema, hava küre demek… Arz ise, toprak küre… Yukarıdaki kara kısmında gördük… Dışta bir cemal olan Ya Rahim Ya Rahîm zikri vardı, içte ise depremlerde tecelli eden Ya Celil Ya Celil zikri vardı.

Sonra Bediüzzaman hayvanlara ve canlılara geçiyor: Onları yaratan ve yaşatanı bildiriyor ve okutuyor: “Hayvanlara dikkat et. Nasıl "Yâ Rahmân, yâ Rezzâk" diyorlar.” Neden Üstad deniz-kara bağından hava-toprak bağına geçiyor. Çünkü denizler buharlaştırılıp bulut yapılır. Bulutlardan inen su ile, toprak küre ihya edilir. Ayrıca bütün canlılar su-toprak karışımı olan çamur ve balçıktan yaratılır. Çamur ve balçık hayatın başlangıç yeridir. Bizim de yaratılış maddemizdir. Canlılar, çamurdan yaratıldığı gibi, rızıkları da çamur haline gelen topraktan yaratılır. Rahmaniyet ile yaratılırız, Rezzakıyet ile yaşatılırız. Dünyada da böyle, Ahirette de…

Sonra Üstad bahara geçiyor… Yani yeryüzü Cennetine… Yani çiçek ve ağaçların ihya mevsimine… “Bahardan sor. Bak, nasıl "Yâ Hannân, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Lâtif, yâ Atûf, ya Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin" gibi çok esmâyı işiteceksin.” Demek baharda çok Esma gözle görünüyor. Çiçek ve ağaçların süslü halleri Ya Müzeyyin derken, onların güzelleştirilmiş halleri Ya Muhsin diyor. Onların letafetli, zarif, insanın içine işleyen ve bir lütuf olan halleri Ya Latif derken, onların özel bir şefkat ve himaye isteyen nazenin ve nazik yaprak ve çiçekleri ile, insana özel bir hediye ve şefkat olmaları Ya Atuf diyor. Onların çoklukları, son derece değerli ve kıymetli halleri Ya Kerim derken, insanın gözünün-burnunun-gönlünün bir ihtiyacı olmaları Ya Rahîm diyor ve hakeza…

Sonra Üstad su-hava-toprak-bitki-hayvan kısmından insana geçiyor: “İnsan olan bir insandan sor. Bak, nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve cephesinde yazılı; sen de dikkat etsen okuyabilirsin.” Burada şifre, insanlık hakikatini fiilen yaşayan vurgusunda… Manevi potansiyelini açmayana Kur’an’da “beşer” (ten ve etten meydana gelen yapı) denilir. İnsan ise tanıyan, seven, alışan, kaynaşan ve kendini sevdiğiyle bir bütün gibi hisseden demektir. Bu manada gerçek insan, kendini kâinat ağacının meyvesi olarak görüp bilen ve hisseden kişidir.

Diğer bir şifre hakiki insanların Esma-yı Hüsna’nın tamamını dış dünyada okuyabilmeleri yani Vahidiyeti kavramaları ve kendi üzerlerinde Ehadiyet ile göstermeleridir. “Cephesinde yazılı” derken bunu kastediyor. Cephe ile Üstad “alnımızı” kastediyor. Ehadiyete mazhariyet, alnımızda Onun cilvesini gösteren merkez ile ilgili… Peygamberler içinde Ehadiyeti en iyi anlayan Hz. Hud’dur (AS). O der ki: “

54 - "Allah'ı şahit tutuyorum, siz de şahid olun ki ben, Allah'a koştuğunuz ortaklardan uzağım."

55 - " O'ndan başka her şeyden uzağım. Artık hepiniz toplanın bana istediğiniz tuzağı kurun, sonra hiç bekletmeyin.

56 - "Ben muhakkak ki, hem benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah'a dayanmaktayım. Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, alnı O'nun elinde olmasın. Benim Rabbim, hiç şüphe yok ki, doğru yoldadır."

56. ayette “nâsiye” tabiri var. Bu ifade Arapça’da insanın alnı için kullanılır ve âyette insanın alnındaki idare merkezini ifade eder. Bu âyet ile Hz. Hud (AS) “Her şeyin nâsiyesini kapmış ve elinde tutan Allah” olarak Ehadiyeti bize ders veriyor. Biz de Hz. Hud (AS) üstadımızdan hürmetle dersimizi alıyor, ellerini tazimle öpüyoruz. Muhyiddin-i Arabî, Füsusu’l-Hikem’de Hz. Hud Fassını “Ehadî Hikmet” olarak ele alır.

Sonra Bediüzzaman insanlarda 1001 ismin tamamı yansıdığını fakat bunlardan bazılarının karakter ve yapı gereği öne çıktığını bildiriyor. Baskın isim sırrı… Bu noktada ehl-i aşkta Vedud ismi, ehl-i tefekkürde Hakîm ismi, nefsini aşan ve öldüren Hz. İsa (AS) gibilerde Kadîr ismi öne çıktığını bildirir. Hatta tarikat ve evliya yollarının Kadiri-Nakşi ayrımının o evliyaların ve insanların yapısına dayandığını, hatta İseviliğin şefkatine mukabil Museviliğin celalli yapısının Hz. İsa ve Hz. Musa’nın (Aleyhimüsselam) yapılarıyla bağlı olduğunun sırrını bu mesele olarak gösteriyor.

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum