Selahattin GEZER
Fırıncı abi; ilacına kavuşan adam…
Fırıncı Ağabeyimizin, bizleri derinden üzen vefat haberini alınca, önce Allah’tan rahmet diledim, sonra düşüncelere daldım… İstanbul ve daha sonra Cağaloğlu perdelerini açmıştı… Gazetede çalışırken ve dışarılarda yoğun koşuşturmalar sonunda kendisiyle her karşılaştığımızda daima yüzü gülen Fırıncı ağabeyimizin insana moral veren tebessümü ve kibarca hal – hatır sorması ve tevazulu bu halini hiç unutamadım… Bazıları büyük olur ama tevazuları çok küçücük kalır… Aslında İlk aklıma gelen; Fırıncı Ağabeyimizin bana ilaç alması olmuştur…
İnsan gurbette hiç bilmediği bir rahatsızlığa düşünce; bir anda koca şehirde yapayalnız kaldığını hissediyor... Erzurum nere, İstanbul nere; yazmak, çizmek için yollara düşmüştüm… Erzurum Leblebici Yokuşundan bolca inen ve çıkan bu fakir şimdi Cağaloğlu Yokuşundan iner – çıkar olmuştu... Karlı Palandökenleri izlerken şimdi gazetenin terasında Mehmet Nuri Yardım, Muammer Erkul ve diğerleriyle Marmara’nın maviliğini izler olmuştu…
1981 senesiydi, Kum dökmenin ne olduğunu hiç bilmiyordum. Sancıyla Cağaloğlu Basın Dispanseri’ne gitmiştim. Muayene ve tahlilden sonra doktor kum döküyorsun demişti. Şimdi hatırlıyorum da sanki bana: Hayatını döküyorsun demişçesine korkmuştum... Ne demekti; kum dökmek ve hiç bilmediğim bu kıvrandıran sancı... Delikanlılık ve gurbet birde sancı olunca evet, doktor sanki bana hayatın dökülüyor demişti...
Dispanserden çıktım, hemen gazeteye dönmedim; Gülhane parkına doğru yürüdüm… İri yapraklı ağaçların gölgesinde, iri iri hüzünlerle yürümüştüm… Evet, “İnsan bilmediği ve yetişmediği şeye düşmandır.” Düşman olduğu gibi korkuyor da... Ben kum dökmenin ne olduğunu bilmediğim için, anlaşılmaz bir şekilde tedirgin olmuştum… Şimdi bile aklıma geldikçe kendime gülüyorum ve daha sonra geçirdiğim böbrek ameliyatı ve düşürdüğüm taşların yanında kum dökmenin hafif kaldığını yaşayarak öğrenmiştim. Evet, gerçekten insan bilmediği şeyden korkuyor… Hatta itiraf etmek gerekirse; parkın tenha bir yerinde, sessizce oturup, bir güzel ağlamıştım. O günkü hüznü hala bugünmüş gibi hatırlarım...
Moralsiz bir şekilde gazeteye dönünce yine, o mütebessim yüzüyle Fırıncı ağabeyimizle karşılaştım. Merakla sordu:
“Nedir bu halin Dadaş?”
“Doktordan geliyorum abi… Kum döküyormuşum.”
“Üzülme mübarek, herkesin başına gelecek bir şey.” Başımı okşayıp, yanımdan hızla uzaklaştı. Aradan bir süre geçmişti, elinde bir ilaçla Fırıncı ağabeyi çıkageldi ve bana:
“Al bu ilacı, her gün şu kadar damla suya damlatarak iç; inşallah iyi gelecek.”
Biranda duygulanmış ve içine düştüğüm o yalnızlık hissi kaybolmuştu. Yeniden dört elle işime sımsıkı sarılmıştım. Allah, Fırıncı ağabeyimizin ve ebedi âlemlere kanat açan tüm ağabeylerimizin ve kardeşlerimizin makamlarını cennet etsin... Merhamet ve şefkatle bana ilaç getiren Fırıncı ağabeyimiz, şimdi ebedi âlemler ilacına kavuştu… Tüm ağabeylerimiz, ebedi hayatın huzur verin ilacıyla hayat bulsunlar…
İnsanlar ölüp gider ama bıraktıkları güzel hatıralar daima var olur. Arkada güzel şeyler bırakmak, hatırlanmaya ve Fatihalara sebep olmak ne güzel bir şeydir... Üstadımızın dediği gibi: “Dünya madem fanidir, değmiyor alaka-i kalbe.” Kalbimize güzel ekinler ekip, güzel mahsullerini dilimize gönderip, hayatımıza yansıtacağız ve inşallah bunu Allah rızası için yapıp, arkada hoş bir seda bırakacağız... Her an yanı başımızda var olan ölüme, ciddi uğraşılarla teslim olacağız... Allah cümlemizi sadakatten ve ihlâstan ayırmasın, tekrar Fırıncı abimize rahmetler diliyorum…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.