
Hüseyin YILMAZ
Bir tavzih ve Aydınlık Gazetesi'ne tekzib!
Aydınlık Gazetesi'nde bir müddet önce Hazret-i Üstad Bediüzzaman, Şeyh Said ve Seyyid Rıza merhumların kolajlanmış üçlü fotoğrafları, "Hainlerden özür dileyecekmişiz!" manşetiyle neşredilmişti. Şeyh Said ve Seyyid Rıza için hıyanet tartışmasına girmeyeceğim, benim dünyamda ikisi de hain değildir. Şeyh Said ile Üstad arasındaki fark, tarzdan ibarettir. İkisi de Kamal Atatürk irâdesinin Türkiye'yi Batı ve dinsizlik hesabına şekillendirmesine karşı çıkmıştır. Hareket noktaları İslâmiyet'tir. Şeyh Said, silaha; Üstad, kaleme sarılır. Farkları tarz ve elde ettikleri neticeden ibaret.
Yine de Üstad Bediüzzaman'a farklı bir yer açmak lâzım. Eserleri ve talebeleri binlerce mahkemeden beraat almış, külliyatı Diyanet İşleri Başkanlığınca basılan Bediüzzaman Said-i Nursî, devlete göre de hain değildir. Hal ve hakikat böyle iken Bediüzzaman'a, "Hain" demek, en azından ahlâkî değildir.
Yetmedi!... Bu haberden kısa bir müddet sonra Aydınlık, bu sefer de Melle Mehmet Doğan'ın Mehdiyetine yol açmak için çeyrek asırdır bevletmediği mâbed bırakmayan bir numarasının iftira, yalan ve hakaretlerine kapılarını açtı. Artık susmamızın imkânı kalmamıştı, ister istemez sesimizin yettiği, elimizin ulaştığı zeminlerde hakikati ifâde ettik.
Said Nursi değil, sensin hain Doğu Perinçek!
Bu arada da Aydınlık'taki iftira ve hezeyannameye zemin hazırlayan Kaan Arslan ile de temasa geçip görüşme talebinde bulunduk. 16 Ocak 2025'de bir lokantada Kaan Arslan, Mehmed Nuri Turan, Ali Kemal Pekkendir ve Hüseyin Yılmaz olarak bir araya geldik. İki-üç saatlik bu görüşmeyi noktaladığımızda hem sözlü bir görüşme Kaan Arslan Beye bırakmıştık, hem de yazılı bir metin.
Aradan geçen on günlük zaman zarfında Aydınlık cenahından bir ses çıkmayınca mürur-u zamanın mevzuun sıcaklığını kaybettirmemesi için Aydınlık'tan beklediğimiz neşriyatı kendimiz yapmaya karar verdik.
Bu arada bir hususu da kayda geçirmem lâzım: Kaan Arslan Bey Üstad'ın fotoğrafının diğer iki isimle birlikte neşredilip aynı manşetle verilmesinin bir gazetecilik kazası olduğunu; haberde ayrı işlenecekken sayfa editörünün hatasıyla bu şekli aldığını samimiyetle izah etti. Ben izahına da samimiyetine de inandım.
Ancak buna rağmen bu hususu tekzib metninden çıkarmadık, zira Aydınlık kendi haberini sayfalarında düzeltmedi, hatasından dolayı özür dilemedi.
Aydınlık Gazetesi'ne tevdi ettiğimiz yazılı metin şöyle:
29 Aralık 2024 tarihli gazetenizde “Hainlerden özür dileyip tazminat ödeyecekmişiz” manşetli haberde Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin de resmini yayınlayarak, dünya genelinde Milyonlarca Müslüman’ın üstad ve mürşid kabul ettiği bir Kahramana “Hain” dediniz. Bu hakaretinizi şiddetle reddediyor ve gazetenizi kınıyoruz.
Bediüzzaman Said Nursi (r.a.) (1877-1960) 83 yıllık hayatı boyunca vatanımızın, milletimizin, İslam Aleminin ve insanlığın faydası ile dünya ve ahiret saadeti için çalışmıştır.
Sistematik tahsil hayatı 3 ayla sınırlı bu büyük dehâ, İslami İlimlerin meşhur ve çetin 90 kitabını Arapça aslından okuyup hıfzetmesi sebebiyle Doğu Alimleri ve Müderrislerince, henüz 15 yaşında iken Bediüzzaman (Zamanın Harikası) ünvanı verilmiştir.
1907’de İstanbul’a gelerek Sultan Abdülhamid’den, Doğu vilayetlerinde 3 merkezde, modern Fen ilimleri ile Dini ilimlerin birlikte okutulacağı Medreset-üz-Zehra isimli üniversiteyi kurmasını talep etti. Maksadı, şark vilayetlerinde ırkçılık, dinsizlik, anarşi ve kaosu önlenmek, yüksek eğitimi yaygınlaştırarak Doğunun kalkınmasına hizmet etmekti.
1911’de Şam’a giderek Cami-i Emeviyede verdiği muhteşem bir hutbe ile İslam Aleminin dertlerini tesbitle çözümlerini gösterdi. Bu hutbe, okunduğu mekâna atıfla, Hutbe-i Şamiye ismiyle kitap olarak neşredilmiştir.
1914-1915 yıllarında Birinci Cihan Harbine talebeleriyle birlikte katıldı. Bediüzzaman Hazretleri, harbin başından beri evvela orduya vaiz ve imam olarak katıldı. Bir müddet sonra da fedai talebeleriyle teşkil ettiği Gönüllü Alayın Milis Kumandanı olarak, Erzurum Pasinler, Van Gevaş, İsparit ve Bitlis cephesinde Ruslarla çarpıştı.
1916’da Ruslara esir düştü. Rusya’nın Kostroma bölgesinde 2,5 yıl esir kampında yaşadı. 1917 Komünist ihtilalinin şartlarından faydalanıp 1918’de firar ederek Varşova, Viyana, Sofya üzerinden İstanbul’a geldi.
Harbiye Nazırı Enver Paşa, Bediüzzaman’a Harbiye Nezareti (Millî Savunma Bakanlığı) adına ordunun yüksek itibara sahip bir harb madalyasını takdim etti.
Ordu-yu Hümayun’un tavsiyesiyle Dâr-ül Hikmet’e âzâ tayin edildi ve Sultan Vahdeddin, Bediüzzaman’a “Mahreç” pâyesi verdi. (Yani En büyük Kadı ve Müderris makamı. Bugünkü tabir ile Yüksek Hâkim veya Hukuk Profesörü).
1920’de Bediüzzaman Hz. İngiliz işgaline karşı “Hutuvat-ı Sitte” beyannamesini broşür olarak neşredip mücadele etti. Anglikan Kilisesi’ne cevab verdi... Anadoludaki Kuvâ-yı Milliyeyi destekledi. Şeyhülislamın Kuva-yı Milliye ve Ankara Hükümeti aleyhindeki fetvasını reddederek Millî Mücadele lehinde fetva verdi.
Bunun üzerine 1922 yılında Ankara Hükümetinin defalarca daveti üzerine İstanbul’dan Ankara’ya geldi. Meclis’de kendisine resmi hoşâmedî (karşılama merasimi) yapıldı.
M. Kemal Paşa, Bediüzzaman’a büyük iltifatlarda bulundu ve taltif etmek istedi. Başta umum Kürdistan’a Şeyh Sunusî yerine üçyüz lira maaşla umumi vâizlik vazifesini teklif etti. Ayrıca da isterse Meb’usluk, Diyanet Riyasetinde büyük me’muriyet ve hususî bir köşk tahsisi ve daha ne isterse yerine getirileceğini ifade etti.
M. Kemal Paşa ile hem Meclis içinde Mebusların huzurunda hem de Paşa’nın hususi odasında yaşanan şiddetli bir tartışmadan sonra 1923 başında Ankara’dan ayrılarak Van’a gitti ve medresesinde talebe eğitimine devam etti.
Şeyh Said kıyamı ile alâkası olmadığı halde, 1925 Mayıs’ında Burdur’a ve 1926 Ocak ayında Isparta’nın Barla köyüne sürgün edildi.
Bu tarihten itibaren Risale-i Nur isimli Kur’an Tefsirini telif etmeye başladı. Risaleler, Osmanlıca yazmayı az veya iyi bilen binlerce Köylü vatandaşımızın kalemleriyle 600.000 nüsha çoğaltıldı.
1935’te Eskişehir Hapishanesinde, 1936-43 arasında Kastamonu’da karakol yanında ev hapsinde, 1943-44’te Denizli Hapishanesinde, 1948’de Afyon Hapishanesinde Talebeleriyle birlikte kalmasına rağmen Rejimi yıkmak suçlamalarından hep beraat aldı. Sadece Kur’an-ı Kerim’deki Tesettür/Örtünme Ayetinin tefsirinden dolayı 11 ay ceza almıştır.
1952’de İstanbul’da Gençlik Rehberi mahkemesi beraatla neticelendi. 23.5.1956’ta Afyon Mahkemesince Risale-i Nur kitaplarına bütün halde beraat verildi ve iade edildi.
1957-1958-1959 yıllarında Kur’an’ımızın en harika ve çağdaş tefsiri Risale-i Nur Külliyatının cildleri latin harfleri ile matbaalarda basılarak neşredildi.
Isparta’dan âni bir kararla Urfa’ya giden Üstad Bediüzzaman Hazretleri, 23.Mart.1960’ta Urfa’da vefat etti.
Risale-i Nur Eserleri bugüne kadar 1000 küsur mahkemede Beraat kazandı ve bu eserlerin serbestçe basılma kararı Kaziye-i Muhkem hükmünü kazandı.
Geçen 64 sene içinde Risale-i Nur Tefsiri 60 küsur lisana tercüme edildi. Milyonlarca insanın imanlarının kurtuluşuna vesile oldu. Bugün Türkçe Risale uygulamaları 10 milyondan fazla vatandaşımız tarafından okunuyor. Yabancı dillerdeki Risale uygulamaları 70 milyondan fazla insan tarafından indirilmiş. 100’den fazla ülkede Nur Talebeleri, siyaset, politika, ticari menfaatlere bulaşmadan Nur Dersaneleri ile Kur’an ve imana hizmet ediyorlar.
Vatandaşlarımız ve insanlığa bu kadar büyük hizmetlerde bulunan Bediüzzaman’a ve onun yolunda istikametle, maddi menfaatlere ve siyasete alet olmadan imana hizmet eden milyonlarca Nur Talebesine hiçbir insaflı, aklı başında insan hain diyemez, böyle bir hakarette bulunamaz!
GAZETENİZDEKİ İFTİRALARA GELİNCE
1. Öncelikle gazetenizdeki yazılarda bahsi geçen Paralel Nurculuk Yapılanması (PNY) ve Paralel Nurcu ve fetöcü nurcu iddialarını şiddetle reddediyoruz ve bunları en ahlâksız iftiralar olarak kabul ediyoruz. Risale-i Nur Külliyatında Nur Talebesinin tarifi yapılmıştır. Hakiki Nurcular tabiri çokca geçer. Nur Hizmeti kadar şeffaf, açık ve hilesi, gizlisi olmayan dünyada başka hiçbir hizmet yoktur. Bediüzzaman Hz. “En büyük hile, hilesizliktedir” diyerek sadece Allah Rızasını gaye edinen bir hizmet kurmuştur.
Risale-i Nur Külliyatında bahsedilen esas düsturları ve değişmez hizmet kâidelerini cân-ı gönülden kabul eden ve ondaki iman hakikatlerini neşredenlere nur talebesi denir.
Bizler bu iddiaları yayan bazı rafizi müfsidler gibi Risale-i Nur Külliyatının yarısını reddeden değil, gerek Osmanlıca asıl orijinal külliyatı, gerek yeni yazı külliyatın tamamını okuyup kabul eden Nur Talebeleriyiz.
2. Hemen başta beyan edelim ki, hiçbir zaman F.Gülen’e talebe olmadık, kitaplarını, kasetlerini benimsemedik. fetö örgütünün başını ve mensuplarını, nur talebesi olarak kabul etmedik.
Üstelik bu iftiracılar, politika ile karışık faaliyetlerde bulunurken bizler 1979’dan itibaren nur hizmetinin politikaya, partilere, ticarete, paraya, makama, liderliğe alet edilmesinin aleyhinde kitaplar ve ikaz mektupları yayınlıyorduk.
FETO hareketinin, hakiki nur hizmetine, Bediüzzaman’ın safi ve rıza-yı ilahi gayeli hizmet metoduna uymadığına dair ikaz broşürleri ve derleme kitapçıklar yayınlıyorduk.
Bu iddialarımızı bütün geçmiş seyri içinde her zaman ve her yerde isbata hazırız.
3. Risale-i Nur Eserlerinin Bediüzzaman Hz’nin Varis-Vekil-Nâşir tayin ettiği Rahmetli Ağabeyler tarafından tahrif edildiği, bozulduğu iddiasını milyonlarca Nur Talebesi gibi bizler de şiddetle reddediyoruz. Bu iftiranın hiçbir sağlam delil ve belgesi yoktur. 1980’den beri defalarca çürütülmüş asılsız bir iddiadır bu.
Bediüzzaman’ın Naşir Talebeleri, “Risale-i Nurun Neşir Tarihçesi” isimli kitapta detaylı bilgi ve örnekler ile bu iftirayı atanları çürütmüşlerdir.
Bediüzzaman Hz. farklı şehirlerden, kasabalardan, köylerden gelen El Yazması Osmanlıca Risaleleri tashih ederken, az farklı kelimeler ile tashihde bulunmuştur.
Mesela “zeminde”, “ruy-i zeminde”, “denildiği vakit”, “denildiği gibi”, “Resul-u Ekrem’dir”, “Resul-ü Kerim’dir”, “bazı”, “bazıları”, “bir”, “birer” şeklindeki manayı değiştirmeyen farklı tashihatları vardır. Bunlar 7000 sayfa ve 2 milyon kelimelik bir Külliyatta manayı değiştirmeyen birkaç yüz kelime ile sınırlı kelime farklılıklarından ibarettir.
İftiracıların “Eski Said’in eserlerinde Nâşir Ağabeyler Kürd, Kürdistan, Said-i Kürdî gibi kelimeleri değiştirdiler” iddiası da müthiş bir yalandır. Ek Dosyadaki fotoğraflar, bu tür tashihleri ve değişiklikleri bizzat Eser Sahibi Bediüzzaman’ın yaptığını gösteren delillerdir.
4. Aslı yani orijinali Osmanlıca olan ve elimizde Osmanlıca Külliyat olarak Envar Neşriyat ve Hayrat Neşriyat tarafından basılan Risale-i Nur’da tahrifat olduğunu iddia etmek geri zekalı bir kişinin fiili değilse, ifsadçı bir münafığın işi olabilir ancak…
Çünkü bizler Osmanlıca Külliyatı esas alıyoruz. Yeni yazıyla, latin harfleri ile 1957-58-59’da yapılan matbu baskılarda Bediüzzaman Hz. bazı kısımları çıkartma emri vermiştir. Çıkartılan Gayrimünteşir (latin harfleri ile neşredilmemiş) kısımlar takriben 1000 sayfaya yakındır. Bunun hikmetleri muhtemelen o tarihlerde Nur Talebeleri ve Nur Risaleleri üzerinde kısmen devam eden kanunî sıkıntılar, baskılar ve ayrıca çoğu mektubun, matbaada baskı işleri, tashih edilmesi gereken kelimeler, Üstadın diğer kasabalardaki talebelerine yazdığı veya onlardan gelen ve tüm talebeleri ilgilendirmeyen hususi mektuplar olması gibi sebeblerdir. Ve bu konuda talimat ve emir eser sahibinden gelmiştir…
Osmanlıca Orijinal El Yazmaları ise Envar Neşriyat, Sözler Neşriyat, Hayrat Vakfı, Urfa Badıllı Müzesi, Ankara Hacıbayram Nur Konağı Müzesi, Ahmet Akgündüz Osmanlı Vakfı gibi kurumlarımızda güneş ışığı, toz ve rutubete karşı korumalı şekilde muhafaza edildiği gibi, tamamının dijital kopyaları alınmıştır. Yani “Risale-i Nur Bediüzzaman’ın varis/nâşir Talebeleri tarafından tahrif edildi” diyenler gerçekten insafsız yalancılardır!
5. Bediüzzaman’ın 1947-1960 arasında yanında iman hizmetinde çalışan, onunla birlikte hapislere giren, bir kısmı hapiste ve karakolda sopa yiyen, işkence gören en yakın talebelerine atılan özel harp dairesi elemanı, Gladyo Nato, CIA, MI6, BND, Mossad ve MİT Ajanı iftiralarıdır ki buna öncelikle Merhum Kadir Mısıroğlu gibi, çüşş ! çüşş! demekten kendimizi alamıyoruz.
Bu iftira öncelikle Bediüzzaman Hazretlerine yapılmış büyük bir hakarettir. Yani 14 Cild Kur’an Tefsiri yazmış, Arabça’yı iyi bilen, Arabça, Farsça, Kürdçe, Türkçe ve biraz da Fransızca bilen, bütün İslamî ilimlerde zirvede, kapısından içeri giren talebe ve misafirlerinin bazen aklından geçen soruları onlar daha sormadan cevaplayan bir evliyaullahı, son 13 senesinde ferasetsiz, insan tanımaz, bunak, aldatılabilir bir ihtiyar diye kabul ediyorlar ki onun bizzat seçip eğittiği, yemin ettirerek hizmette istihdam ettiği ve son yıllarında da çeşitli vasiyetlerinde ismen vekil, varis, nâşir tayin ettiği Ağabeylere “ajan, hain, mason, zehirci suikastçi” gibi en dehşetli iftiraları attılar! Bizler bu iftiraları yazarken titriyoruz. Bu münafık müfsidler yüzlerce kez bu iftiraları tekrarladılar! Biz de Üstadımız gibi, “Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil!” deriz…
Daha önceleri 500-600 kişilik bir grup olan bu iftiracılar, insaflı ve Risale-i Nura itimad edenlerin terketmesiyle 100-200 kişiye düştüler. Bu kalanlar da hatadan döner, münafık kadroyu terkederler inşaallah. Ayrılanlardan öğrendiğimize göre, bu nifak çetesi, yakın gördüklerine, Bediüzzaman Hazretlerinin son yıllarında yaşlanıp bunadığını ve hatalar yaptığını anlatıyorlarmış. İnsanlık biter, vicdan sönerse, insan bu alçaklar gibi iflas eder.
6. Nur Talebeleri içinde, FETÖ’ye karşı 1979’dan beri mücadele etmiş olanlar da var, geçmişte onu dindar bir hocadır sanıp müsamaha ile bakanlar da olmuştur. Bu hoşgörü suç ise, Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Ecevit, Demirel, Tansu Çiller ve pek çok bakan ve aydınlar suçlu kabul edilmeli…
Bediüzzaman’ın vekil-nâşir talebelerinden hepsi değil, bir kaç tanesi, hüsnü-zan göstererek, henüz mahiyeti ifşa olmamışken, F.Gülen’in İslamiyete hizmet ettiğini veya edeceğini zannederek, ve belki de onu dışlayarak tahribatını artırmak ve tabandaki dindar insanları küstürmek gibi tehlikelere sebebiyet vermemek için 2012’ye kadar müsamaha göstermişlerdir.
Ama hiç bir Nur Talebesi, asla F.Gülen’in örgütünde veya emrinde olmamıştır. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünde darbeciler tarafından şehid edilen Nur Talebelerini ve bütün şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.
2012’de ise Mustafa Sungur Ağabey FETÖ’ye hasta yatağında ayağa kalkıp beddua etmesi videolarda kayıtlıdır. Bütün varis-vekil Ağabeylerin gazetelere toplu beyanı internette kayıtlıdır, “bu adam Yahudiye hizmet ediyor” şeklinde…
Bediüzzaman’ın vekil-nâşir tayin ettiği Ağabeylerin, F.Gülen aleyhindeki beyanatlarının tamamı internette farklı farklı sitelerde mevcuttur. Bu beyanatları linkleri ile beraber Ek Dosyada size sunduk.
Buna rağmen gazetenizde yazılan “Paralel Nurcu grupların hemen tamamı, FETÖ hareketinin arka bahçesi gibi hizmet vermiştir” iftirası gerçek dışı ve başka maksatları olan malum nifak çetesinin söylemidir.
Haberinizde isimleri geçen Said Özdemir, Abdullah Yeğin, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Hüsnü Bayramoğlu, Mehmet Kırkıncı, Zübeyir Gündüzalp’in Özel Harp Dairesi elemanı yani ajan oldukları iddiasına milyonlarca Nur Talebesinin cevabı, bu müfterilerin suratına tükürmek olacaktır. Şeytan bile utanır böyle bir iftiradan…
Adı geçen bu Ağabeyler, Nurun Birinci Talebesi Albay Hulusi Efendi ve Mehmed Feyzi Efendi, Tahiri Ağabey gibi daha yaşlı Nur Talebeleri ile daima tesanüd içinde beraber hizmet ettiler.
Bekir Berk gibi 1000 mahkemede Nurlara ve talebelerine beraat kazandırmış bir Kahraman Avukata attıkları iftiralar tam manasıyla iğrenç. Tek delilleri şu kâğıt parçası:
1960 darbecilerinden Mehmet Şükran Özkaya’nın antetli kağıdına yazılmış sahte uyduruk imzalı bir ifade… Bir de sekeratta vefat etmek üzere ve düşünme ve konuşma yetileri bozulmuş bir Ağabeyimize zorla söylettirilmeye çalışılan önceden hazırlanmış bir senaryo… ama tiyatroyu organize eden müfterilerden biri de geberdi ve hesap vermeye gitti…
“Grupların “abi zinciri”ni izlerseniz, karşınıza mutlaka Özel Harp Dairesi elemanlarından biri veya birkaçı çıkacaktır...” iftirası da yine hiçbir delile dayanmayan hasta bir kafanın halüsinasyonlarıdır... Elbette hukukî sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklar!
7. Whatsapp’da kurduğumuz grubumuz ha<kkında bu tahribatçı müfsid kafanın “illegal grup” ve “illegal kuruluş” ifadeleri ise bizleri biraz gülümsetti sadece…
Bizler milyonlarca efradı bulunan Hakiki Müstakim Nur Talebelerinden sadece 20 kişiyiz... Sadece kendimizi temsil ediyoruz ve birbirimizle istişare ediyoruz. Nur Talebesi olarak, en doğal hakkımız olan Kur’an Tefsirimiz Risale-i Nurları, Üstadımızı ve Varis Talebelerini müdafaa ediyoruz. Ama şundan emin olun ki Milyonlarca Nur Talebesinin duaları bizimle beraberdir…
Bu tekzib yazımızı, gazetenizde neşretmek hakkaniyetini göstereceğinizi ümid ediyoruz.
Bir grup Nur Talebeleri namına
Mehmet Nuri Turan, Hüseyin Yılmaz, Ali Kemal Pekkendir
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.