
Hüseyin YILMAZ
Risâle-i Nurlara atılan tahrifat iftirası!
Risâle-i Nurların telif müddeti yaklaşık olarak otuz üç yıldır. Lüks odasında, masasının başına geçip döner koltuğuna oturan Hazret-i Üstad, az önce yardımcısının doldurup yanı başına koyduğu porselen fincandan ilk yudum kahvesini içtikten sonra, yaklaşık iki saat kadar, son model Apple bilgisayarıyla yeni bir risaleyi yazmaya başlar. Nihayet canı sıkılır ve şoförünün kullandığı lüks otomobiline atlayıp birkaç saat çarşı pazar dolaşır, vitrinlere bakar, lüks bir lokantada akşam yemeğini yer ve mâlikanesine geri döner. Yatmadan önce de o gün yazdıklarını son bir defa gözden geçirir, ufak tefek tashihatlar yapar. İşte bu tashih edilmiş nüsha ertesi gün matbaaya gidecek, ileri teknoloji ofset olarak on binlerce nüsha basılacak ve kıyamete kadar hiç dokunulmadan o şekilde neşredilmeye devam edecektir...
Ne hoş bir hülya, değil mi? Peki hakikat öyle mi? Hayır...
Bediüzzaman Ankara irade ve idaresinin zulmen attığı hapishanelerin birinde, camları kırık bir koğuşta yalnız başınadır. Koğuşta soba yok, ikinci bir soluk yok, doğru dürüst ışık yok. Dışarıda eksi yirmi sekiz derece zemheri soğuğu hükümran... Rüzgâr ıslıklayarak giriyor pencerelerden. Zaman ve çektiği çile damarlarını kurutup kas ve kemiklerini eritmiş; bir deri, bir kemik kalmış.
Nasılsa talebelerinin ulaştırdığı kırık bir kalem ve kâğıt parçalarına, gardiyan ve nöbetçilerin bakışlarına yakalanmamaya çalışarak, çöktüğü köşede, titreme nöbetleri içinde yeni bir risâle telif ediyor. Ya biten kâğıt, ya tükenen kalem sebebiyle telif inkıtaa uğruyor. Aldırmıyor...
Yazdıklarını itina ile katlayıp bir kibrit kutusunun içine yerleştiriyor. Kimsenin görmediğine emin olduktan sonra camı kırık pencerenin birinden dışarıya atıyor. Orada bekleyen fedâkâr talebelerinden biri, kibrit kutusunu kıymetli bir mücevher gibi havada kapıp takip edilen suçluların hâlet-i ruhiyesi içinde koşarak, gizlenerek bir şekilde eve varıyor. Üstad'ın yeni yazdıklarını heyecanla okuyor, müellifin derme çatma yazısının üstüne gözyaşları dökülüyor.
Eşinin veya çocuklarının nöbetdârlığında, ışık sızdırmayan bir odada, idare çırasının loş aydınlığında Üstad'ın yazdıklarını güzel olmayan eksik bir hatla bir nüsha çoğaltıyor. Üstad'ın yazdığını bir hatıra olarak kendisine ayırıp kendi yazdığını ondan haber bekleyen bir başka talebeye ulaştırıyor. Yenisi aynı şekilde kendisi için bir nüsha yazıp, diğerini bir başkasına tevdi ediyor.
Söylemesi dile kolay: Bu tarz ile Risâleler binlerce farklı kalemle aşağı-yukarı altı yüz bin nüsha olarak yazılıyor. Binlerce kalemin nüshaları arasında beşeriyet muktezası olarak birtakım sehivlerin, eksiklik veya fazlalıkların olmaması düşünülebilir mi?
Üstad, bu arada hapishaneden çıkmış ama tarassud altındadır, zaman zaman hapishane şartlarını bile aramaktadır. Buna rağmen sahadan kendisine ulaştırılan farklı farklı nüshaları tashih etmekte ve sahiblerine iade etmektedir. Tashihi, asıl bir nüshayı esas alıp, ikinci bir kişi yenisini okurken asıldan takib ederek yapmıyor. Yalnız başına, gelen nüshayı hızla okumakta ve yanlışlarını düzeltmektedir.
Otuz küsur yıllık bir zaman diliminde Üstad, tashihat hizmetini hiç terketmemiştir. Mürûr-u zaman ve değişen şartlara göre önüne gelen son nüshalarda daha önceki nüshalarda yapmadığı değişiklikler de yapar.
Meselâ Türk çocuklarını kendisinden uzaklaştırmak isteyen devletin ısrarlı Kürtçülük ithamının kısmen olsun önüne geçmek için, daha önceleri "Said-i Kürdî" diye attığı imzasını "Said-i Nursî" olarak değiştirir. Bilhassa eski eserlerinde sıkça kullandığı bazı "Kürdistan" kelimesini "vilâyat-ı şarkiyye" diye değiştirir. Bu değişikliklerin sebebi korku değildir. Binler defa haşa! Bediüzzaman, şahsı ve hayatı için korkmaz, hiçbir zaman da korkmamıştır.
Evet, bu değişikliklerin sebebi de korkudur: Kürtçü yaftalaması sebebiyle Türk çocukları Risale-i Nurların neşrettiği Kur'an ve iman hakikatlerinden mahrum kalmasınlar korkusu. Bir bakıma mecbur kaldığı bir fedakârlıktır yaptığı.
Binaenaleyh, Üstad hayatta iken, kendi tashihinden geçmiş ama aralarında mânâyı tağyir etmeyen, asla inkâr ve tersini ifâde kasdı taşımayan farklıları havi belki yüzlerce külliyat nüshası meydana gelir.
Bunlardan bazıları esas alınarak devlet cebrinin yaşatmadığı Osmanlıcadan Latinceye aktarılırken yapılan beşerî hatalar da sıkıntıyı büsbütün büyütür. Nâşirlerin tamamı Üstad'ın tashihinden geçmiş el yazma külliyatları esas alarak bu neşriyatları yapmalarına rağmen, aralarında ufak tefek farklılıklar vardır. Ne yazık ki bu farklıkların temel sebebi, Üstad'dan hariç bir irâde ve elin tahrif kasdı değil, devrin ağır şartlarıdır.
Şimdi yapılması gereken, yeni imkânlar ve yeni teknolojiler kullanılarak Üstad'dan miras kalan bu farklı nüshalar arasındaki keyfe keder farklılıkları tek nüshada bir araya getirmek; dipnot ve şerhlerle farklılıkların sebebini kayıtlara geçirmek, âti nesillerine bu yersiz, haksız ve maksadlı tahrif iddialarını miras bırakmamaktır.
Hulâsasına çalıştığım şartların doğurduğu bu kaçınılmaz neticeyi miras olarak devraldık ama aynı şekilde devredemeyiz. Bugüne kadar halledilmemiş olması bile Nur Talebelerinin büyük ayıbı, büyük kusurudur.
Beş paralık bir adamı Bediüzzaman ve eserlerinden daha büyük göstermek için yıllardır sürdürülen tahrif ve ihanet iddialarının önünü kesmek, Nur Talebeleri için, en azından bir şeref ve haysiyet meselesidir.
Aşağıdaki medya Hazret-i Üstad'dan kaynaklı olup, tahrif diye önümüze konulan iftiralara verilmiş, örneklerden müteşekkil küçük ama ehl-i hak için büyük ve muknî bir cevabdır. Ancak burada kalmamalı, yukarıda zikrettiğim büyük hizmet mutlaka yapılmalıdır.
Bediüzzaman'ın yaptığı tashihat örnekleri için TIKLAYINIZ
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.