Mustafa ÖZCAN
Mağlupların zaferi
İbni Teymiye’nin yaşadığı dönemde Şam ile bugünkü Şam arasında siyasi ve manevi köprüler kurmak mümkün. O dönemde Şam bölgesi Moğol tehdidi altındadır. Günümüzde de hem Batı hem de Rus tehdidi altında bulunmaktadır. İsrail de tuzu biberi. Şam, İbni Teymiye döneminde de git/gel, med/cezir hali yaşamaktadır. Şam ehline yönelik olarak yazdıkları sanki bugün bize yazılmış reçete gibidir. Sanki bize hitap etmektedir. Tarih tekerrür ediyor ve aynı şeyleri tarih aynasında bir kez daha yaşıyoruz. Sanki o döneme yaşananlar günümüzden yapraklar, kesitler ve kareler!
İbni Teymiye müjdeler zımninde mutabık rüyalardan ve ehli hakkın keşiflerinden de bahsediyor. Hazreti Ömer kademi üzerine muhaddeslerlerden ve muhaddesundan ve onların gördüğü sadık rüyalardan söz ediyor (1). Bununla birlikte İbni Teymiye bu savaşlarda alınan hezimetlere ve hikmetlerine değiniyor. Sanırsınız ki bu satırlar Bediüzzaman’ın kaleminden sadır olmuş, çıkmış gibidir. İbni Teymiye o dönemde zaman zaman Müslümanların hezimet veya yenilgiyi tatmalarının hikmetlerine temas ettiği bölümlerde Müslüman savaşçıların ve sıradan insanların, avamın büyük bir şer ve kötülük üzerine olduklarını ve bu halde zafer kazanmaları halinde din ve dünya işlerinde tarif edilmez bir fesada ve bozguna uğrayacağını ifade etmektedir. Bu durumda zafer sanki kötü amellerini tasdik ve mükafatlandırmak olurdu.
Demek ki bazı maddi veya fiziki zaferler manevi anlamda hezimettir. Tersi de doğrudur. Bazı fiziki yenilgiler muhasebe ve kendini gözden geçirmeye ittiği, vesile olduğu için manevi anlamda bir zafer sayılabilir, derecesine çıkabilir. Bedir Savaşında Müslümanların zahiri zaferleri aynı anlamda manevi zaferleri de olmuştur. Lakin Uhud Savaşında yenilmeleri manevi olarak zafere hazır olmamaları nedeniyledir. Fiziki güç ile mezafiziki güç senkronik değildir.
Allah’ın Müslümanlar için yargısı daima lehtedir. Allah’ın yargısı daima hayırla gelir. Mümin kulun dışında kimsenin böyle bir mazhariyeti de yoktur. Müslümana bir hayır, lütuf ve genişlik eriştiğinde, isabet ettiğinde buna şükür ile mukabele eder ise ecre nail olur. Şer isabet edince de sabreder ise böylece şer hayra dönüşmüş ve inkılap etmiş olur. Her iki halde de me’curdur. Demek ki manevi olarak hazır olmadan elde edilen zaferler bizi azdırabilir ve yoldan çıkarabilir.
Bu durum bize Erol Özbilgen’in, ‘Mağlupların Zaferi’ adlı eserinin başlığını hatırlatmaktadır. Zafer her ne yolla olursa olsun Hakkın rızasını kazanmaktır. El Hamra Sarayının tarihe tanık duvarları da Müslümanların hezimetinden sonra yüzyıllardır Allah’ın zaferini haykırmaktadır: La galibe illallah! Allah’tan başka galip yoktur. Bazen bu galibiyet azgın ve yoldan çıkmış Müslümanların hezimetiyle tecelli eder. İşte bu sırladır ki Allah’ın veli sultanlarından Nureddin Zengi şöyle haykırmıştır: "Allahım kemter kulun Nureddin’i hezimete uğrat ama dinini muzaffer kıl!" Eyyamullah böyle işliyor. Allah zafer ve hezimet günlerini insanlar arasında dolandırıyor (tilke’l eyyümu nüdaviluha beynannas.)
Cezayir’de yayınlanan Al Şuruk gazetesinde yazan Salih İvad 1500’lü yıllardan beri arayı kapatan ve fende ve teknikte İslam alemini geçen Batı’nın sırasını savdığını ve mağlupların zaferinin yaklaştığını beyan etmektedir (2). Arzın müheyya ve hazır hale gelmesiyle birlikte mağlupların ve gariplerin kibre ve böbürlenmeye eşlik etmeyen zaferi tülü ve tecelli erecektir.
Bediüzzaman da İbni Teymiye’den yüzyıllar sonra hezimetimizin hikmetlerine temas eder. Şöyle ki:
"Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harbde, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetinin hikmeti nedir?"
Cevaben Eski Said demiş ki: Eğer galib olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. -Nasılki yedi sene sonra edildi.- Ve medeniyet namıyla Âlem-i İslâm hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki’-i mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlahiye ile onların muhafazası için, kader mağlubiyetimize fetva verdi. Aynen bu cevabdan yirmi sene sonra, yine gecede: "Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken; şübheli, dağdağalı, faidesiz bir düşmana (İngiliz) tarafdarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhî insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?" diye sual benden oldu.
Gelen cevab manevî canibden geldi. Bana denildi ki: "Sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevab, senin bu sualine aynı cevabdır. Yani: Eğer galib taraf iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibane mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejimi Âlem-i İslâm’a, mevâki’-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üçyüzelli milyon İslâm’ın selâmeti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler." (Kastamonu Lahikası sh:19).
Günümüzde de Şam konusunda muvaffakiyetsizliğin nedeni amellerimiz ve bu amelleri çerçeveleyen rejimin durumudur. Bediüzzaman’ın tabiriyle rejimi bidatkarane ıslah ve tamir edilmemiştir. Dolayısıyla zafer için elimizde manevi bir sermaye yoktur ki zaferle birlikte onu taşıyalım. Denildiği gibi vusulsüzlüğümüz usulsüzlüktendir. Zafere ulaşamayışımız yol ve yordam bilmemekten ileri gelmektedir.
Hasıl-ı kelam, manevi anlamda hazır olmadığımız zaferler bizim değil nefsimizin zaferleridir. Bu nedenle Hazreti Ali (ra) yüzüne tüküren adama ilişmemiş, mukabele etmemiştir. Bu zafer tarzı Hakkı yukarı kaldırmaz, nefsi azdırır, payidar eder. Dolayısıyla en derin düşmanımız olan nefsimizin payına ve hesabına geçen bir zafer olur. Bu açıdan her zafer, zafer değildir.
Manevi olarak hazır olmadan elde edilen zafer zulüm çarkına dönüşür.
1-Resail min şeyhülislam İbni Teymiye ila ehli’ş Şam Arapa bölümü , Küresel Kitap, s: 21
2- http://www.echoroukonline.com/ara/articles/283147.html
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.