Zafer AKGÜL
Güllerin ve Gönüllerin Efendisi
Bugünkü duruma bakıp “Lâ taknetû min rahmetillah” Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz” emrine inkiyâden kesinlikle ye’se kapılmıyoruz. Çok daha nâmüsait şartlarda kalpleri azm ve iman dolu Müslümanlar nice engelleri aşmasını bilmişlerdir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Efendimiz bizlere iki emanet bırakmıştır. Biri Kur’an diğeri Sünnet-i Seniyye’sidir. Bizler bu iki kaynağa sarılırsak hiçbir şeytanî ve Süfyanî güç bizi mağlup edemez.
Bir Hadis-i şerifte ahirzamandaki Müslümanlar çokluk ve kesretlerine rağmen sele kapılmış saman çöplerine benzetilmiştir. Böyle bir zamanda kurtuluş ve ferec için ne yapabiliriz? Çare bellidir. Günahların sel gibi üzerimize geldiği, iman ve ahlak buhranlarının yoğunlaştığı günümüzde az amelle çok sevap kazanma fırsatının da bulunduğunu ortamda iki emanete sarılmak.
“Ümmetimin fesada gittiği zamanda kim benim sünnetime temessük ederse ona yüz şehit sevabı vardır” buyurmuştur. Şartların zorluğu nisbetinde salih amelin da makbuliyeti artmaktadır. ”Ahirzamanda dindar olmak ateşten gömlek giymek gibidir.” Hadis-i şerifini de hatırlamalıyız.
Yine hatırlayalım ki, Cenab-ı Rabb-ül âlemin c.c. Kur’anda “Şüphesiz ki sen büyük bir ahlak üzeresin” buyurmuştur.O efendiler efendisi s.a.v. “Rabbim beni en güzel terbiye ile edeplendirmiştir” derken edebin en güzelinin kendi sîretinde olduğu hakikatıne işaret etmiştir. O’nun sünneti mahzâ edeptir. Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle “Hiçbir sünneti yoktur ki içinde bir nur, bir edep, bir hikmet bulunmasın.” Zaten Bediüzzaman’ın “Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır” vecizesi de bu noktayı özetlemektedir.
Gönüllerin efendisi bir savaştan dönerken “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” buyurduğunda sahabeler “Gazada kimimiz öldük, bir çoğumuz da yaralandık. Bundan büyük cihad mı var Ya Resulellah?” diye hayretle sorunca Efendimiz “Evet , bundan daha büyük cihad, nefisle cihaddır” demiştir. Günümüzde yaşanan keşmekeşlerden de anlaşılan şudur ki, kişinin nefsini ıslah etmesi her gün ölmekten daha zor ve daha ciddî bir meseledir.
O’nun 63 yıllık siyerine baktığımızda genellikle yaptığı savaşlar ve gazveler ön plana çıkarılır. Oysa ki hemen hepsi müşriklerin saldırılarına karşı gelişen savaşların zaman olarak toplamı 3 haftayı bilemedin 1 ayı geçmez. Hadi buna topyekün 1 yıl diyelim. Geriye kalan 62 yıllık süreç Efendimizin hal ve kal şekilleri, davranış modelleri açısından ders alınacak cihanşumül insaniyet örnekleriyle doludur. Asıl sünnet-i seniyye, savaş ahlakı vb. dersler hariç savaşların olmadığı zaman dilimlerinde serdedilmiştir.
Ayrıca sünnet denildiğinde sadece namazın, orucun sünnetleri akla gelmekte diğer alanlardaki sünnetler sanki yokmuş gibi addedilmektedir. Halbuki ticaretin sünnetleri, ailenin sünnetleri, eğitimin sünnetleri, komşuluğun sünnetleri, yolculuğun sünnetleri, konuşmanın-yemenin -içmenin sünnetleri ayrı ayrı birer iktida ve temessük alanlarıdır ki, bunlardaki ihmalimiz hakikatın ve gayrın nazarında namazın, haccın sünnetlerini de bir derecede anlamsız düşürmektedir.
Efendimizin günlük hayat safhalarından birkaç demet sunacak olursak, kısaca neler var bir hatırlayalım isterseniz:
Yemeklerden önce ve sonra ellerini yıkayan, dişlerini fırçalayan bir temizlik ve NEZAFET…
Yemek yerken, su içerken gösterdiği görgü ve ZARAFET…
Hanımlarına, hizmetçilerine bir kez bile kabalık etmeyen, öfkeyle bağırmayan, onları hatalarına rağmen asla azarlamayan bir NEZAKET…
Canı pahasına verdiği sözde duran bir emanet ve İSTİKAMET…
Kızı Fatma annemiz ne zaman onun bulunduğu meclise gelse ayağa kalkarak ve onu alnından öperek karşılayan ve kendi oturduğu yere oturtacak kadar kız evladına değer veren misilsiz bir ŞEFKAT…
Koşu yarışması yapacak kadar eşine hayat arkadaşlığının en ince ayrıntılarında bile gösterdiği iltifat ve LETAFET…
Fazla yükle eziyet edildiği için kendisine ağlayarak sığınan bir devenin gözyaşlarını elleriyle silen ve sahibini uyaran; üzerinde uyuyakalmış kedinin uykusunu bölmemek için ridasını giymeden kalkıp giden; yolda yürürken karıncayı bile ezmemeye dikkat eden bir HASSASİYET…
Zaman zaman bir sahabenin küçük bahçesine giderek orada çiçeklere bakıp Rabbinin sanatını düşünen; geceleri damda yattığında yıldızları seyrederek “Allahım sen bunları boşuna yaratmadın” diyerek tefekküre dalan bir nazar-ı İBRET ve HAYRET…
Yağmur yağdığında göğsünü damlalara karşı açıp başını göğe tutunca neden böyle yaptığı sorulduğunda “Bu az önce Rabbimle beraberdi” diyebilen bir KURBİYYET…
Turfanda bir meyve ilk ona getirildiğinde mübarek gözlerinin üzerine koyar
“Bu nimetin başımız-gözümüz üzerinde yeri vardır” dercesine Allah’a hamd eder sonra kendisi yemeyip çocuklara ikram edecek kadar nimete gösterdiği şükür, kadirşinaslık ve HÜRMET…
Evindeyken kapı çalındığında, kapıyı açmadan önce avludaki su kabına ayna gibi bakıp saçlarını düzelttiğinde “Sen de mi ya Resulellah?” diye imalı konuşan hanımına “Evet ben de. Allah Cemildir. Güzelliği sever!” diye yüz-göz bakımı dersini hatırlatan bir NEZAHET…
Kendinden bir şey istendiğinde yanında bulunmasa bile ashabından ödünç alarak isteyeni boş çeviremeyen bir cömertlik ve SEHAVET…
Pazar yerinde dolaşırken ıslatılmış buğday çuvalına ellerini daldırıp “Aldatan bizden değildir” ikazıyla ticarette dürüstlüğü vurgulayan bir EMNİYET…
Yol üzerindeki taş ve dikenleri kaldıran, gelip geçenlerin ayağına taş değmesini, diken batmasını bile istemeyen bir diğergâmlık ve MERHAMET…
Tandık -tanımadık herkese, sokakta oynayan çocuklara selam vermek gibi bir insan sevgisi sembolü olan ünsiyet ve MUHABBET…
Güvercini öldüğü için üzülen bir çocuğun evine taziyeye giden; torunları Hasan ve Hüseyini r.a. omuzlarına alan, sırtına bindiren ve “Nasıl, bineğinizi beğendiniz mi?” diye gülerek soran bir şefkatkarane MEVEDDET…
Mekke’nin fethi günü herkese eman verip gurur ve gösterişe vesile olmaması için at üzerinde değil de bir merkeb üzerinde şehre giren bir MAHVİYET…
“Muhammed bana para ver!” diye bağırarak boyun kökünü kıpkırmızı edecek kadar abasını kaba biçimde çekiştiren, canını inciten bir bedeviye gösterdiği rıfk ve MÜLAYEMET…
Kavminin işkence ve eziyetlerini, hakaretlerini sabırla sineye çeken; İslama davet için gittiği Taiften taşlanarak kovulduğunda onlara beddua yerine “Umulur ki bunların zürriyetlerinden müslümanlar doğar” diyerek dua eden bir sabır ve METANET…
Hicret esnasında mağarada yakalanmaya ramak kala Hz.Ebubekir’e r.a.”Korkma ! Üzülme! Allah bizimledir” deyişindeki TESLİMİYET ve SEKİNET…
Fatma isimli soylu bir kadın suçundan dolayı cezalandırılacağı anda araya girilip iltimas geçilmesi istendiğinde “Vallahi kızım Fatma da olsa ceza görecektir” tavrını tereddütsüz gösteren bir MÜSAVAT ve ADALET…
Ayakları şişinceye kadar, dizkapakları nasır bağlayıncaya kadar geceleri ibadet ettiğine şahit olan ve “Ya Resulellah sen cennetliksin. Bu kadar nafile ibadetle kendine niçin eziyet ediyorsun” diyen eşine “Ben şükreden bir kul olmayayım mı?” mukabil cevabında tezhür eden bir UBUDİYYET…
Efendimiz ayakkabılarını kendisi onarır, elbiselerini kendisi yamardı. Gerektiğinde evinin avlusunu süpürür, ev işleri yapar, yemek malzemelerini kendisi doğrar, keçinin sütünü kendisi sağardı.
Hülasa makam-ı MAHMUDİYYET de, makam-ı MAHBUBİYET de onda tecelli etmişti. Onun sünneti, yaşama ve davranış modelleri olmasa insaniyet anlamsız kalmaya mahkumdur. Güllerin ve gönüllerin efendisine sonsuz selam ve salavatlar olsun.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.