
Prof. Dr. Şadi EREN
Nesiller Arası Farklılıklar
Mevsimler arasında farklılıklar olduğu gibi, nesiller arasında da farklılıklar vardır. Bu, günümüzde daha da iyi anlaşılan bir durumdur. Mesela yakın tarihimizde “68 kuşağı, 80’ler, 90’lar…” gibi kuşak farklılıkları nazara verilir. Son dönem nesline ise bazıları “Z kuşağı” demektedir. Bediüzzaman Muhakemat isimli eserinin 8. Mukaddimesinde mazi ve müstakbel devirlerinin farklılığına dikkat çeker. Ona göre, mazi derelerinde hükmeden; hissiyat, meyiller ve bir de kuvvet idi. Bunlar sırasıyla garaz, düşmanlık ve başkalarına üstün gelme meylini meydana getirmektedir. O zamanın insanlarını irşad etmek için hislere hitap eden konuşmalar yapmak ve onları bu şekilde ikna etmek mümkündü. Zira delil getirmek yerine, iddia edilen şeyi
- Süslü anlatmak ve şaşaalandırmak
- Dramatize etmek
- ve belâğat kuvvetiyle hayale hoş göstermek gibi hissiyatı okşayan ve meyillere tesir ettiren şeyler yetmekteydi. Fakat şimdiki insanları onlara kıyas etmek, onları gerici bir hareketle o zamanın köşelerine sokmak anlamına gelir. Her bir zamanın bir hükmü vardır. Bu zamanın insanı delil ister, iddia edilen şeyin güzelce tasvir edilmesi onları ikna etmeye yetmez.
Günümüz nesillerinde öne çıkan özellikler
Bugünümüz maziden gelenlerle şekillendiği gibi, yarınımız da bugün yapılanlarla şekillenmektedir.
Şimdi insanlık âleminde hükmeden fikir, akıl, hak ve hikmettir. Bunlar, denizdeki buharlaşmaların yağmurları beslemesi gibi, istikbalin dağlarını beslemektedir. Ayrıca,
-Hakikati araştırma meyli
-Hak aşkı
-Umumun menfaatini kendi menfaatine tercih etmek
-İnsanlık meyli gibi artı değerler gittikçe kuvvet kazanmaktadır.
Böyle olunca, kat’i delillere dayanmadan iddiaları isbat etmek artık mümkün değildir.
Bediüzzaman geçmişin tarzının günümüzü tatmin etmeyeceğini beyan sadedinde şöyle der:
“Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddeâ, zihnimizi işbâ etmiyor. Bürhan isteriz.”
Yani biz bu zamanın insanıyız, geleceğe de adayız. İddia edilenleri güzelce tasvir etmek ve süslemek zihnimizi doyurmaz, kati delil isteriz.
İkna metodu
Değerli bir dostum kendi evladına baskı kurmasının doğru olup olmadığını bana sormuştu. Şöyle cevap verdim: Belki eski nesiller böyle bir baskıyla söz dinliyordu, ama görülen o ki yeni nesiller baskı ile hareket etmemektedir. İkna etmekten başka çaremiz yoktur.
İstibdat
Bediüzzaman’a göre mazi ülkesinde genelde hükmeden
- kuvvet,
- hevâ,
- tabiat,
- meyiller
- ve hissiyat idi.
Bunların sonucu olarak eksilerinden biri -velev kısmen de olsa- her bir meselede istibdat ve baskı olması idi. Meseleleri meşveretle halletmek yerine, bazılarının karar vermesi yetiyordu.
İstibdat; zorla kabul ettirmeye çalışmak, kuvvet kullanarak hükmünü icra etmektir. İstibdadın; ilmî, siyasî ve manevî istibdat gibi kısımları vardır. Mesela, bilimsel bir meselede, “Bu böyledir” deyip kestirip atmak, başka fikirlere itibar etmemek ilmî bir istibdattır. Münazaralı ve münakaşalı bir meselede “Sadece benimki doğrudur” tarzında bir düşünce de müstebit bir yaklaşımdır.
Üstte mazi ülkesinde hükmedenler arasında tabiat da nazara verildi. Bediüzzaman daha sonraki ifadelerinde tabiatın karşısına aklı getirir. Buna göre buradaki tabiatı “insanın fıtri refleksleri” olarak anlayabiliriz. Mesela bir insan hep menfaatlerini takip ederse tabiatına göre hareket etmiş olur. Çünkü insan fıtraten bencildir. Ama aklını iyi kullanırsa başkalarına faydalı olması gerektiğini de kavrar, o zaman bencillikten kurtulur.
Geçmişte görülen iki iki menfi özellik
Bediüzzaman geçmişte hükmeden menfi durumlardan ikisine şöyle dikkat çeker:
1-Kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek yerine başkasının mesleğine husumette bulunmak
2-Birine olan husumetin başkasına muhabbet olarak yansıması
Mazi ülkesinde genelde hükmeden durumlardan biri, kendi mesleğine muhabbet ve sarılmaktan ziyade, başkasının mesleğine düşmanlığın ön plana çıkmasıydı. Hâlbuki “Falanca cahil biridir” demek bizi âlim yapmadığı gibi, “Falanların gittiği yol yanlıştır” demek de bizim doğru yolda olduğumuzu göstermez.
Mazi ülkesinde genelde hükmeden durumlardan bir başkası, bir şahsa olan düşmanlığı, bir başkasına muhabbet şeklinde göstermekti. Mesela bazılarının Hz. Aliye olan muhabbeti şu ibareyle anlatılır:
لاَ لِحُبِّ عَلِىٍّ بَلْ لِبُغْضِ عُمَرَ Yani, “Ali’yi sevdiğinden değil, Ömer’e buğzundan” böyle yapıyor.[1] Hâlbuki Hz. Ali her hâl ü kârda sevilmesi gereken biridir. Hz. Ömer’e muhalefetten dolayı Hz. Ali’ye yönelmek takdire şayan bir hareket olamaz. Kaldı ki bir Müslüman Hz. Ali’yi sevdiği gibi Hz. Ömer’i de sever, hepsini hayırla yâd eder.
[1] Bkz. Nursi, Lem'alar, s. 23-24
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.